Başkalarının fikirleri ne kadar önemlidir bizim için. Kim için yaşarız bu hayatı? Hayattaki yerimiz neresidir? Anne, kadın, eş… Toplumsal öğretilerin ve başkalarının bize biçtiği rollerin yükümlülüklerini sorgulamadan neden yerine getiririz? Yasa mıdır bu? Onlar da değişmez mi? Eskiden beri gelen alışkanlıkların esiri olmuşuz. Tıkış tıkış doldurduğumuz kendi sesimizi bile duyamadığımız bir hayatın içinde öylesine yaşayıp gidiyoruz. Oysa ‘hakikate bağlanabilmek ve gerçek anlamda konuşmaya başlayabilmek için öncelikle sessizliği yaşamak, sessizlikte uyanmamız gerekir’ der Kierkegaard. Yaşamın anlamını bilmeyen, sorgulamayan insanların olduğu koca bir geminin içindeyiz yüzyıllardır. Rüzgâr nereye savurursa oraya yönelen amaçsız bir yolculuk… Limanlardan mutlu ayrılanlar var elbette. Ama büyük çoğunluğumuz hala orada. “…Hayat faydasız, hüzünlü tıpkı kabiliyetsiz bir tiyatro yazarının yazdığı komedya gibidir.” der Adrine.
Ermeni düzyazının önemli isimlerinden Zabel Yesayan’ın Son Kadeh kitabının kahramanıdır Adrine. Çok güçlü bir aşkla tutulduğu Arşag Seropyan’a yazdığı mektuptan oluşur kitap. Geçmişiyle, evliliğiyle hesaplaşmasını ve aşkı tanıma yolculuğunu anlatır sevdiği adama. ”…rolümü oynuyordum. Ödünç bir suret edinmiştim… Lakin kalbim…” Okur uzun bir mektupla karşı karşıyadır. Son Kadeh sanki aceleyle baskıya verilmiş izlenimi yaratsa da kadınların iç dünyasının bir iç dökümü olarak son derece başarılıdır. Bu özel mektubu okuma izni alan okur, bir kadının iç dünyasının ifşasıyla karşılaşır. Özel alana girmenin merakıyla mektubu okurken bir yandan da kendi iç dünyasına yabancı olmayan seslerle karşılaşır. Saf sevginin ve özgürlüğün; toplumun gelenek ve görenekleriyle nasıl çatıştığına ve bunun kahramanın hayatında yarattığı acılara tanıklık eder. Bu Adrine’nin mektubudur ama araya giren yazarı da hisseder okur. Yazarların çoğunlukla talihsizlikleri, sıkıntıları, felaketleri hayatın korkunç anlarını anlatmalarını eleştirir çünkü Yesayan. “…Sanki ışıldayan bir saadetin kendi hikâyesi yoktur sanki hayatın en tatlı anları değerden mahkûmdur.”
Toplumun tüm kabul görmüş adet ve geleneklerine kafa tutan Adrine’nin tek istediği mutlu olmaktır. “…Ben sadece kalbimi kendimi ifade etme saadetimin şarkısını söylemek istiyorum ve sadece senin için yazıyorum sevgilim…” Yazılan bu mektup hayata karşı bir başkaldırıdır. Kendini tanımadan acele ile yapılmış bir evliliğin içinde kendine biçilen rolü oynayan bir kadının ruhunun yeniden dirilişidir. Evliliğin kadın üzerindeki yıkımı ve hayatın kadına biçtiği rollerin sorgulaması yapılır satırlar arasında. Hayatta bize biçilen rolleri düşündüğümüzde bazılarını düşünmeden bazılarını ise başkaları güzel saydığı için tercih ettiğimizi ve bir direnç göstermeden kabul ettiğimizi söyler yazar. Hayat olana razı gelmeyi öğretmiştir bize, olması gerekeni değil. “…Bazı insanların ruhu uyuşup kalmıştır. Onlar için uyanma zili asla çalmaz. Onlar da ninniler söyler onu uyuturlar zaten. Ruhların uyanışı onları ürkütür. Kendi kendilerine yabancıdırlar ve asla ruhlarının enginliğine bakmaya cesaret edemezler ödünç alınmış hisleriyle, prensipleriyle, hariçten edindikleri şekiller ve suretlerle yaşamaya devam ederler.”
Adrine, yalnız kalmak hayatı tahammül edilir ve huzurlu kılacak teselli aramak ister. Tıpkı Kate Chopin’in “Uyanış” romanındaki Edna gibi. İki kadının o kadar çok ortak yönü vardır ki… Hem Adrine’yi hem de Edna’yı varoluş sancısına sokan gerçek katışıksız aşk acısıyla tanışmaları ve kendi varlıklarını, ben olma bilincini aramalarıdır. Louisiana’daki zenginlerin tatil beldesinde tanıştığı arkadaşının oğlu Robert Lebrun’e âşık olan evli ve iki çocuk annesi Edna için de artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktır. Görünüşte dışarıdaki hayata uyum sağlayan etrafa mutlu bir aile yaşantısı sergileyen iki hikâyenin iki kadını karşılaştıkları bu yeni katışıksız sevgiyle yaşamlarını yeniden gözden geçirirler. Yeni uyanan benlikleri ve sorguladıkları yaşamlarıyla çıkış noktası arayan iki kadın…
Chopin Edna’yı anlatırken; “…Hayatında bir şeyler olmasını istiyordu; bir şey, herhangi bir şey; ne olmasını istediğini bilmiyordu. Kocasının iş seyahati sırasında evde kendine ait eşyaları toplayıp bir ev kiralamış; sosyal statü bakımından alçaldığı, buna karşılık ruhsal bakımdan yükseldiği duygusu vardı içinde. Zorunlulukların boyunduruğundan kurtulup ileri doğru attığı her adım onu güçlendiriyor, bir birey olarak geliştiriyordu. Çevresine kendi gözleriyle bakmaya, hayatın derinden akan gizlerini görmeye, kavramaya başlamıştı. Ruhu onu çağırırken başkalarının fikirleriyle yetinmeyecekti artık.” diye bahseder.
Robert ‘in “seni seviyorum. Hoşça kal, çünkü seni seviyorum.” şeklinde bir not bırakıp gitmesi Edna için sonun başlangıcı olur. “…Hayatta arzuladığı tek şey bile yoktur artık. Robert’ten başkasını istemiyordu yanında, hatta bir gün onun da onunla ilgili düşüncesinin de hayatından çıkıp gideceğini, onu yapayalnız bırakacağını fark etmişti. Çocuklar ona boyun eğdirmek, ruhunu ömrünün geri kalanında mahkûm etmek isteyen, karşılarında yenik düştüğü düşmanlar gibi önüne çıkıyordu. Fakat onlardan kurtulmanın yolunu biliyordu Edna.”
Adrine mektubunda; ruhumuz üzerinde iktidarımızın olmadığını ve irademizin haricinde kalan sebeplerle dalgalandığını söyleyerek bizden birbirimizi yargılamamamız ve birbirimiz karşısında hudutsuzca ve samimiyetle müsamahakâr olmamız gerektiğini söyler. “İnsanlar artık kılıç ve silahla öldürmeye cüret etmiyorlar. Lakin sözlerle vuruyorlar.”
“…Hayranlık aşk ve hatta geçici şefkat duygularım ne kadar da çoktu” der Adrine. Ama ruhundaki boşluk… Aşkla tanıştığında hisseder onu. Şimdi ise seçmek zorundadır, ya çocukları ya da aşkı… Çocuklarını seçer Adrine. Onun bu kararında ne kocası Mikayel ne de onu yargılayacak olan yabancılar etkili olur. “…Gittim, çünkü evlatlarımdan uzak olmanın acısı ayıp ve yeis hissine sebep oluyordu. Bende parlak ruhumun karardığını hissediyordum gitgide. Çünkü gitmek, huzurlu saadetimi bulmak, aşkıma daha geniş ufuk vermek istedim. Ve çünkü insan ortaya çıkmaya başladı aramızda sevgilim, arzularıyla ve imkânsız rüyalarıyla. Hislerimizin aziz ve aydınlık sırrını içeren o kırılgan vazoyu hissettim, titreyen ellerimden düşüp kırılabilirdi…” Ruhu altüst olmuş bir halde vapura biner. ”…İşte, gece üstümüze düşüyor siyah ve kat kat karanlığıyla. Bu gecenin yıldızı yok, rüyası yok ve hatta bir fırtına tehdidi dahi yok.” diye bitirir mektubunu.
Edna ise her şeyin başladığı yere tatil beldesine gelir. “…Hayatında ilk defa açık havada çırılçıplak durdu. Güneşe, üstünde esen rüzgâra, onu çağıran dalgalara bıraktı kendini. Kocasını ve çocuklarını düşündü. Hayatının bir parçasıydı onlar. Fakat ona tüm varlığıyla sahip olabileceklerini düşünmemeliydiler.”
Uyanış’ı 1899’da kadınların kocalarının yasal mülkü olarak görüldüğü bir zamanda kaleme alır Kate Chopin. Yaşadığı zamanın şartlarına göre çok cesurdur hikâyesi. Cinsel tutkuyu konu eden ilk Amerikalı kadın yazar olan Chopin; öyküler, denemeler ve iki roman yazmış olmasına rağmen edebiyat dünyasına hiçbir zaman tam olarak kabul edilememenin hayal kırıklığını yaşar. Yesayan ise tam bir sürgün olarak sürdürdüğü yaşamında umutla yazıya sığınır. Kadın haklarını savunur ve kadınların toplumdaki yerinin, yeniden değerlendirilmesini ısrarla talep eder. Yazım serüveninde, insan ruhunda özellikle de kadın ruhunda incelikli keşifler yapar. İç gözlem tekniğiyle kendini ifade etmek hele bunu edebiyatla yapmak onun için bir doyumdur. Tıpkı Chopin gibi… Edebiyat, insanlık hallerinin anlatımıdır bu iki kadın yazar için. Yaşadıkları zamanın ve kendi ruhlarının acılarını kalemleriyle dindirme çabası… Kadını yıllarca anlatan eril dilin elinden alan, kadının yazgısını yine kadının eline verilmesini isteyen, farklı zamanlarda yaşamış kız kardeşlerdir Chopin ve Yesayan.
“… Ömür boyu hayallerle yaşayan bir budala olarak kalmaktansa uyanmak daha iyidir, acı çekecek olsak bile.” diyen Adrine gibi kaderini kendi eline alıp bedel ödemeye hazırdır Edna da… Sonu ne olursa olsun kararı ‘ben’ verir. “…Ruhu onu çağırırken, başkalarının fikirleriyle yaşamakla yetinmeyecekti artık.”
Edna ve Adrine… Toplumsal normlara kafa tutan, tutkularının peşinden giden, kaderlerini ellerine alan iki kadın… Biri dalgaların arasında yok oluşa kulaç atarken, diğeri vapurla yalnızlığa, hiçliğe doğru ilerler. Bize de; farkında olmadan bitirdiğimiz hayatı… Başka insanların düşünceleriyle yaratığımız kafeslerimizde bir türlü uyanmayan ruhumuzu… ‘Ben’ olmayan, yazgılarını eline alamayan ‘bizler’ bırakırlar…
Değişmeyen adsızlığımızla…
Kaynaklar
https://www.loa.org/writers/247-kate-chopin
Kate Chopin, Uyanış, İş Bankası Yayınları
Zabel Yesayan, Son Kadeh, Aras Yayınları
Havanur Taflan – edebiyathaber.net (8 Temmuz 2021)