“Bütün romanların ve hikâyelerin amacı kim olduğumuzu bilmektir. Edebiyatın önemli bir konuma sahip olmasının nedeni, sadece doğanın ve insanlar âleminin ayrıntılarını tek tek açıklamasında ve keşfetmesinde değil, insanları hep yeni baştan keşfetmesidir.”
Yazıya Heinrich Mann’ın bu sözüyle başlamak istedim. Çünkü karakter, romanı oluşturan en önemli öğedir. İyi-kötü yönleriyle sevdiğimiz ya da nefret ettiğimiz kahramanlar edebi dünyamızın yıldızı olurlar. Roman kahramanları bize kılavuzluk eder, yol gösterir. İyi yaratılmış bir karakter insan ve doğasını keşfetmemizi sağlar, hayatı anlamak için bize yol arkadaşı olur, dünyayı algılama biçimimize yön verir. Günümüz dünyasında bir insanı çözmek çoğu zaman çok zor hatta imkânsızken, romanlarda tanıdığız karakterler, üzerinde düşünülen, sorgulanan, eleştirilen bir olgu olarak karşımıza çıkar.
Klasik romanlarda hikâye hep bir ya da birkaç karakter etrafında döner. Raskolnikov, Emma Bowary, Anna Karanina, Oblomov, Kâtip Bartleby, Goriot Baba, Meursault, Akakiy Akakiyeviç, Gregor Samsa edebiyatın yaratılmış en iyi karakterlerinden ilk aklıma gelenler.
Eskimeyen kitaplardan ve edebiyat tarihimizin iki önemli karakterini anlatan Gogol’un Palto’su ve Kafka’nın Dönüşüm’ü Ayrıntı Klasik dizisinden tekrar yayımlandı. Ayrıntı klasik serisi yeni çevirilerle, yeni eklenen sunuş ve sonsöz ilaveleriyle keyifli bir okuma vadediyor. Uzun yıllar önce okuduğumda da beni çok etkileyen bu iki hikâye; kendi varoluşumuzu sorgulayacağımız, ailenin, bireyin ve bürokrasinin çöküşünü betimleyen müthiş bir edebi eser.
Gogol’un Palto adlı eserinin başkahramanı Akakiy Akakiyeviç’dir. Akaki Akakiyeviç bin bir zorlukla bir palto alır. Ne var ki, palto üzerinde fazla kalmaz. Amirinin düzenlediği bir kutlamanın ardından gece evine dönerken haydutlar tarafından paltosu çalınır ve bürokrasiyi temsil eden mühim adam’dan yardım ister. Ne yazık ki çabası sonuçsuz kalır. Bu isteğin üzerine işittiği azar, Akakiyeviç üzerinde derin bir etki yaratır, hasta olur. Karşılaştığı bu psikolojik şiddet sonucunda bedeni yenik düşer ve ölür. Kahramanımızın hastalanıp ölmesine kadar giden hikâye burada bitmez. Akakiy Akakiyeviç’in ölümünden sonra, hayalet olarak kasabada görüldüğüne ve geceleri insanların paltolarını çaldığına dair söylentiler çıkar. Mühim adam’ın paltosunun çalınmasıyla hikâye biter.
Rusya’da yaşanılan sosyal sınıf baskısının alt sınıf insanların üzerinde bıraktığı etkinin anlatıldığı hikâyede Akakiy Akakiyeviç, görünmez insanları temsil eder. Akakiy Akakiyeviç “sıradan” memurlardan biridir. “Küçük insan”lardandır.
Gogol, başkahramanı o kadar ince detaylarla anlatır ki, sıradan insanların çektiği sıkıntılar, maruz kaldığı eşitsizlikler ve çektikleri acılar tüm çıplaklığı ile gözler önüne serilir. Betimlemeler o kadar iyidir ki, okurken olayın merkezinde hissetmenize sebep olur. Akakiyeviç’in çaresizliğini, umutsuzluğunu ve üzüntüsünü iliklerinizde hissedersiniz.
Plazalarda, ofislerde bilgisayar karşısında çalışan hepimizin içinde bir parça Akaki Akakiyeviç vardır. Çalışmaktan başka hiçbir şeye vakit bulamayan, kendi dünyası içinde yalnız yaşayan belki de bu sebeple paraya ve maddiyata aşırı ilgi gösteren tüketim toplumu insanının izleri görülür. Bürokrasiyi temsil eden mühim adam günümüzde de devletin gücünü kullanır, kendini ancak makamıyla tanımlayabilir. Gogol, mühim adam karakteriyle özel yaşamlarında iyi olan kişilerin bile, bürokrasi içinde sistemin bir kölesi olarak nasıl acımasız ve soğuk olabileceğini de gösterir. Günümüzde de hiç yabancı olmadığımız bir durum.
Hikâyenin her aşaması “küçük insan” ve bürokrasi arasındaki uçurumu gözler önüne serer. Mühim adam’ın davranışları aslında bürokrasinin çöküş noktasıdır ve insani değerlerini yitirmiş, yüzeysel bakışı anlatmaktadır.
“Hepimiz Gogol’ün Palto’sundan çıktık”sözünü söyleyeni tam olarak bilemesek de Dostoyevski olduğunu söyleyenler ağırlıktadır. H.E.Bates gibi Gorki’nin sözü olduğunu da iddia edenler vardır. Aslında “hepimiz” sözüyle kastedilen öncelikle Rus edebiyatıdır. Biraz daha “hepimizin” içeriğini genişlettiğimizde tüm öykücüleri işin içine katmak mümkün olur. Palto’nun edebiyat dünyasında bu kadar güçlü bir yer edinmesinin temelinde, toplumun alt sınıf insanları anlama çabasının, insancıl ve gerçekçi bir şekilde ilk kez yer bulması yatar. Hikâye kahramanları daha önceki dönemlerde kral, kraliçe, prens, prenses, soylu gibi yüksek mevkilerdeki insanlarken, Palto ile artık hikâye kahramanları köylü, yoksul, sıradan memur gibi karakterler de olmaya başlamıştır. Karakterlerin iç dünyalarında yaşadıkları sıkıntıların, çelişkilerin, hırsların, korkuların ve yüksek mevkideki insanlar karşısında yaşadıkları eziklik ve bocalamanın ilk örneklerini görürüz. Bu yönüyle Gogol kendisinden sonra gelen edebiyatçıları etkilemiştir. Gogol’un bu öncülüğü daha sonra Dostoyevski, Tolstoy, Turgenyev ve Çehov’a esin kaynağı olmuş ve aynı bakış açısı sisteme karşı uzak duruşuyla Kafka’da Dönüşüm kitabıyla yeniden ortaya çıkmıştır.
“Gregor Samsa bir sabah huzursuz rüyalardan uyandığında, kendisini yatağında devasa bir böceğe dönüşmüş olarak buldu.”
Dönüşüm, edebiyat tarihinin belki de bu en müthiş cümlesiyle başlar. Bu yalın ve kafa karıştırıcı cümlenin hikâyenin en sıradan cümlelerinden biri olduğunu satırlar ilerledikçe anlarız.
Bir firmada pazarlamacı olarak çalışan Gregor Samsa her sabahki gibi saat 7:00’da işbaşı yapacaktır. Uykudan bu gerçeklikle kalkmıştır ama kendini gerçeküstü bir yaratığa dönüşmüş bulur. Gördüklerinin gerçek olduğunu inanmak istemez. Ancak o, artık dev bir böcektir.
Kapısını kilitleyerek uyuyan Gregor, annesinin, babasının, kız kardeşinin ısrarlarına dayanamaz ve kapıyı açar. Gördükleri tablo karşısında bütün aile şok geçirir. Pazarlamacı olarak çalışan Gregor’un işe neden gelmediğini öğrenmek isteyen patronu da gelmiştir. Artık bu şekilde Gregor’un çalışmayacağı anlaşılmıştır. Böylece Gregor odasından hiç çıkmadan böcek olarak yaşamaya başlar. Gregor’un işe gidememesi ailenin ve toplumun koyduğu ekonomik üretkenlik yasasına karşı çıkıştır. Ailenin oğullarının çalışmasına çok ihtiyaçları vardır aslında. Bütün ailenin ekonomik yükü Gregor’un üzerindedir. Gregor böceğe dönüşünce onun yerine artık babası çalışmak zorundadır. Gregor’un babasının Gregor’un patronuna büyük bir borcu vardır. Gregor’a tek yakın kişi kız kardeşi Grete’dir. Çünkü onun konservatuarda okuması için elinden gelen her şeyi yapmıştır. Grete, en başlarda böceğe dönüşmüş ağabeyi ile çok iyi ilgilenir ancak öykü ilerledikçe abisinin bakımı ona da yük gelmeye başlar. Aile maddi imkânsızlıklara dayanamaz hale gelir ve eve kiracı alır. Bu kadar büyük bir böceği görmeye dayanamayan kiracılar aileyi dava etmekle tehdit ederler. Aile meclisi toplanır ve Gregor’un artık insan olmadığını öne sürerek evden atmaya karar verir. Gregor artık ailesi tarafından tamamen istenmediğini anlar ve o günün sabahında ölü bulunur.
Modern insanın çalışma ve ahlak düzenine neden bu kadar bağlı olduğunu, kendini bu hayata neden zincirlediğini böcekleşme korkusuyla açıklayabiliriz. Böceklik işsizlik kaygısıdır, borçlarını ödeyememe korkusudur, işe yaramadığı hissidir, ekonomik ve ahlaki açıdan aileyi mutlu edememedir. Bu nedenle Gregor Samsa karakterinin, çıkar dünyasındaki yalnızlığını ve ezikliğini böceğe dönüşümüyle ifade ettiğini görürüz. Dönüşüme uğramasından sonra kendisinin ve ailesinin nasıl bir değişime girdiğine şahit oluruz. Dönüşüm’de kapitalist sistemin en küçük kolektif birimi aile mercek altına alınmıştır. Bir çekirdek ailede geçen hikâyede birçok toplumsal ilişki görürüz. Baba-oğul, patron-çalışan, abi-kardeş, hizmetçi-işveren, borçlu-alacaklı, doktor-hasta. Bu toplumsal ilişkiler ağı, bireyden totalitarizme doğru genişler. Kopmaz denen aile bağlarının, fedakârlık yapısı üzerine kurulu ilişkilerin nasıl değişebildiğini, ikiyüzlü aile ilişkilerini tokat gibi yüzümüze çarpar. Bu ailenin ve bireyin çöküşüdür. Samsa ailesinin tepkileri, süreç içinde onların da dönüşüm geçirmeleri modern toplumun açmazlarını ortaya koyar. Ne için, kim için yaşadığımızı da sorgulamamızı sağlar. Kafka, kapitalist devletlerin birey, aile, bürokrasi gibi işleyen çarklarına bireyin gözünden bakar. Kapitalizm bağımlılıklardan oluşan bir sistemdir ve bireyi her yerden kuşatır. Dönüşüm, her gün işe gidip, ailenin ve toplumun beklentilerine karşılık vermek için çabalayan bireyin, yaşadığı kaygılarla, korkularla, işten atıldığında hissettiği suçluluk duygusuyla, kendine bile yabancılaşmasıyla insanlıktan çıkmasının hikâyesidir. Bu kapitalist düzende, bu koşullarda yaşayan insan ne kadar insansa, devasa bir böceğe dönüşmüş Gregor Samsa da o kadar insandır.
Her iki hikâyede de yoksulluk ve çaresizliğin birey üzerinde yarattığı yıkım ön plandadır. Kurumların aslında işlevini yerine getiremediği, ailenin, bireyin, bürokrasinin çöküşü, gerçek ile gerçeküstü olgular bir arada kullanılarak anlatılmıştır. Karakterlerin bu kokuşmuş düzenden tek kaçışları ise ne yazık ki ölümle olmuştur.
Eşitliğe, ahlaka ve sisteme karşı, kısaca hayata karşı klasik eserlerin anlattıklarından daha iyisini anlatabilene rast gelmek çok zor. Dilin gücü, anlatımların derinliği ve her okuyanın metaforları kendince yorumlaması klasik eserlerden hiçbir zaman vazgeçemeyeceğimizin kanıtıdır.
Palto ve Dönüşüm’ü okuduğumuzda, Nabokov’un da dediği gibi “kendi varoluş durumumuzu, ender yaşanan akıldışı algı anlarına bağlayan gölgeler bulmak” mümkün.
Demet Ekmekçioğlu – edebiyathaber.net (3 Aralık 2015)