Hindistanlı yazar Amitav Ghosh’un yazdığı, ‘İklim Değişikliği ve Hiç Düşünülmeyenler’ alt başlıklı Büyük Kaos kitabı, şu zamana kadar bizlere sunulan sayısal verileri, istatistiksel raporları bir kenara iterek mevzuya bambaşka bir açıdan, ‘kültür’ penceresinden bakıyor.
İklim krizi, küresel ısınma, küresel iklim değişikliği adına ne dersek diyelim dünya, bizzat insan eli marifetiyle bu mevzu bahiste çoktan uçurumdan aşağı yuvarlandı. Etrafta ne var ne yok çarpa çarpa düşüyoruz. Zemine varmamıza da çok kalmadı. Eli kulağında. Ha geldik, ha geliyoruz. Peki bugüne kadar –yazının bundan sonraki kısmında bu şekilde anacağım- iklim krizi konusunda ne yaptık? Aslında çok şey. Bilim insanları bu işlere kafa yordu, sivil toplum kuruluşları düzenli olarak raporlar yayınladı, uzmanlar bizi ‘istatistik manyağı’ yaptı. Ufak bir Google aramasıyla iklim kriziyle ilgili istediğimiz verilere ulaşmamız mümkün. Ancak yeryüzünün nasıl baş edeceğini henüz kavrayamadığı bu sorunla ilgili bir şey göz ardı edildi: Kültür. Evet, iklim krizi gibi ‘insan dışı’ bir etkiyle kültürün bağdaştırılması ilk başta biraz zor hatta anlamsız görünüyor. Ama Amitav Ghosh’un yazdığı, Timaş Yayınları’ndan ‘İklim Değişikliği ve Hiç Düşünülmeyenler’ alt başlığı, İrem Uzunhasanoğlu çevirisiyle yayınlanan Büyük Kaos kitabı, tam da bu meseleye parmak basarak iklim krizini edebiyat, tarih, politika kapsamında kültürel bir bakışla ele alıyor.
Tarihi kurgu eserlerinde çevre ve iklim sorunlarını ulusal kimlik ve sömürgecilikle de soslayan Amitav Ghosh’un kitabı ‘Edebiyat’ bölümüyle açılıyor. Bu bölüm kitabın en ufuk açıcı ‘uçuk’ kısmı. Çünkü yazarın iklim kriziyle edebiyat arasında kurduğu ilişkinin üzerine defalarca düşünmek gerekiyor. Ama önce yazarın bu konudaki açıklamasına bir kulak verelim: “Kültür, karbon ekonomisinin başlıca güçlerinden olan araçlar, aletler, bahçeler ve meskenler için arzular yaratır. Üstü açık bir spor arabanın bizi heyecanlandırması metal ya da krom sevgimizden ya da mühendislik anlayışından dolayı değildir. El değmemiş bir arazide bir ok gibi dümdüz uzanan yol imgesi bizi heyecanlandırır, özgürlüğü ve saçımızı uçuşturan rüzgârı düşünürüz, Jack Kerouac ve Vladimir Nabokov aklımıza gelir, James Dean ve Peter Fonda’nın ufka doğru yarıştığını hayal ederiz. Tropik bir ada resmini cennet kelimesiyle bağdaşlaşltıran bir reklam gördüğümüzde içimizde alevlenen özlemler Daniel Defoe ve Jean-Jacques Rousseau’ya kadar uzanır, bizi adaya götürecek o uçuş içimizdeki yangında sadece küçük bir kor parçasıdır. Abu Dabi’de ya da Güney California’da tuzu arıtılmış suyla sulanan bir yeşil alan gördüğümüzde ya da insanların bir zamanlar tek bir asma ya da çalıyı büyütmek için sularını tasarruflu bir şekilde kullandığını öğrendiğimizde, onlara Jane Austen romanlarında ortaya çıkan bir özlem ifadesiyle bakıyoruz. Bu arzuların yarattığı, eserler ve metalar, bir anlamda, onları ve var eden kültürel zeminin hem dışavurumcu hem de örtülü yansımalarıdır.”
Ghosh’un bu açıklaması, Büyük Kaos’ta edebiyatla iklim krizi arasında kurduğu ilişki onun düşüncesinin temelini oluşturuyor. Ancak devamında yine bu ilişki üzerinde ilerleyip konuyu bağladığı yer edebiyatın ‘olasılık’ üzerinde oturuyor oluşuyla ilgili. Ghosh burada normalde ihtimal dahilinde olmayan ya da çok az gerçekleşme şansı olan bir olayın, (yazarın burada verdiği örnek, “diyelim ki uzun zamandır kayıp olan çocukluk arkadaşıyla beklenmedik bir karşılaşma”) artık mümkün olabileceğini söylüyor. İklim krizi ‘olasılık’ı da çoktan ortadan kalktığı için konuyu edebiyata rahatlıkla dahil ediyor parantez içindeki örneğe karşılık şu soruyu sorarak konuyu bağlıyor: “Örneğin, kahramanın yolda yürürken daha önce duyulmamış bir hava olayıyla çarpıldığı bir sahne?”
‘Tarih’i ele aldığı ikinci bölümde ise Ghosh, iklim krizinin doğuş sebebini hepimizin malumu kapitalizm üzerinden inceliyor ve onun uzantısı İmparatorluk ‘sistemi’yle emperyalizmini de haliyle bu paranteze dahil ediyor. Batının –siz İngiltere anlayın- Hindistan’a karşı uyguladığı petrol kaynaklı emperyalist politikanın nasıl adım adım işlediğini ve buradan dünyaya açılan petrol pazarının iklim krizine doğru nasıl evrildiğini tarihlerle, kişilerle sebep sonuç ilişkisiyle okuyoruz. Yazarın gayet mantıklı ve doğru bir biçimde aynı çerçeveye sokarak anlattığı bu süreç aynı zamanda günümüzde özellikle Ortadoğu’da yaşananları daha iyi kavramak için sağlam bir dayanak oluşturuyor. Son bölüm olan ‘Politika’da, Ghosh’un oklarını epeyce sivrilttiğini söyleyebiliriz. Görüşleri belki bir suçlama değil ama muhataplarının dilinden düşürmediği ‘ahlak’ ve ‘vicdan’ temelinde yanıtlanması gerekiyor. Şöyle diyor Ghosh: “Son zamanlarda birçok aktivist ve meraklı insan iklim değişikliğini “ahlaki bir sorun” olarak tanımlamaya başladı. Bu tanım, iklim değişikliği konusunda ortak bir eylemde bulunmayı başaramayan birçok girişimin neredeyse son çare olarak başvurduğu bir savunma haline geldi. Dolayısıyla bireysel vicdan, ironik bir bükülmeyle ve giderek artan bir şekilde hem küresel müştereklerin bir sorunu hem de kolektif eylem gerektiren bir çatışma için tercih edilen bir savaş alanı olarak görülüyor. Sanki demokratik yönetimin diğer tüm kaynakları tükenmiş ve sadece bu kalıntıyı bırakmıştır –ahlaki olanı.” Devam: “Eğer iklim değişikliği krizi esas olarak bireysel vicdana yönelttiği sorular açısından görünür olacaksa, o halde siyasi pozisyonların yargılanacağı mihenk taşları da samimiyet ve tutarlılık olacaktır. Bu da “inkârcıların” aktivistleri bireysel yaşam tarzı tercihlerine işaret ederek kişisel ikiyüzlülükle suçlamalarına olanak sağlayacaktır. Bu şekilde çerçevelendiğinde, özgünlük ve fedakârlık konunun merkezinde yer alır ve bu da Al Gore’un evindeki ampullerin sayısı ve göstericilerin yürüyüşe çıkmak için kullandıkları ulaşım biçimleri gibi meselelere dayanır.” İklim kriziyle kolektif mücadeleyi savunan biri için karşı tarafın canını sıkacak ve belki de “çok basite indirgiyorsun” denerek elinin tersiyle itilebilecek bir görüş ama zaten bizim sorunumuz da buradan kaynaklanıyor. Basiti görmeden, onu çözmek için harekete geçmeden bütüne karşı bir mücadeleye girişmek “mastürbasyon”dan öteye geçmiyor maalesef. Ghosh’un bu bölümde değindiği diğer bir nokta da başta Amerika olmak üzere batılı devletlerin iklim krizine karşılık aldığı önlemlerle ilgili. Ancak bu zaten bilinen bir şey ve bu konuda ‘komuta’ her zaman askerde olmuştur. Zira savaş her zaman var ve savaş iklim krizinin en önemli aktörü. Askerin buradaki faktörünü çok da kurcalamaya gerek yok. Mal meydanda!
Büyük Kaos, üzerinde çokça kafa yorulmuş bir kitap. Amitav Ghosh’un kurduğu denklemler, ortaya attığı savlar ve tüm bunların bileşimi iklim krizi konusunda en az istatistiki veriler kadar gerçek. Küreselleşmenin çoktan aşıldığı, altın dijital çağı sayesinde tüm sınırların ortadan kalktığı yeryüzünün hali hazırdaki en önemli sorunu olan iklim krizini ‘kültür’le raks ettirerek anlatan böyle bir kitap okumak insanı meseleye daha yakın hale getiriyor.
Kaynak: Büyük Kaos, Amitav Ghosh, çev. İrem Uzunhasanoğlu, Timaş Yayınları, 2022, 207 s.
edebiyathaber.net (6 Haziran 2022)