Türkçede Aralığın Onu ve Pastoralya adlı kitaplarıyla tanıdığımız 2014 Folio Ödülü sahibi George Saunders’ın İkna Ulusu adlı öykü kitabı Delidolu Yayınları tarafından basıldı. Saunders’ın Aralığın Onu’ndan daha önce, 2006’da yazdığı bu öyküler çok daha sivri ve karanlık. Yazar bu öykülerde ağırlıklı olarak tüketim toplumunun varacağı -şimdilik diyelim- uç noktaları ele alıyor. Kitapta ağır bir sistem eleştirisi var; ama yazar bunu hem farklı teknikler deneyerek hem de mizahi öğeler ve kurduğu görselliği yüksek anlatımıyla dengeliyor.
İkna Ulusu’nda Saunders, tüketim toplumu ve kitle kültüründen cinsiyetçiliğe, göçmenlik olgusundan şiddetin meşrulaştırılmasına, insanın tüm kibri ve bencilliği ile doğa ve hayvan üzerinde kurduğu hâkimiyete kadar tüm bu konuları yalın bir çıplaklıkla ele alıyor. Farklılıkları sürekli törpülemeye çalışan, yapamıyorsa onu yok etmeye çalışan, insanlığı her yönden kuşatan sistemin karanlık yüzüne odaklanıyor.
Bu kitapta da Aralığın Onu’nda olduğu gibi karakterlerin kendi seslerinden kendi hayal kırıklıklarını, fiyaskolarını, incinmişliklerini, kısacası hikâyelerini öğreniyoruz. En güzeli de bunları çok açık biçimde değil de satır aralarında okumamız. Saunders’ın başarısı, toplumu ve insan psikolojisini iyi verebilmesinde ve bunu zihinde hemen görselleşiveren bir anlatımla aktarmasında. Farklılıkların renk olmaktan çıkıp tehdit hâline geldiği, duyarlılık noktalarının ise çok farklı yerlere çekildiği, “şizofren” bir toplum resmediliyor hikâyelerde. Öykülerde sistemin yarattığı “normal” ve “sıradan” kavramlarının özgürlüğün baş düşmanı olarak ne kadar ürkütücü olabileceğini görüyorsunuz.
Kitap dört bölümden ve toplam 12 öyküden oluşuyor. İlk öykü olan “Konuşabiliyorum!” ile okuru sarsmayı başarıyor. Mektup biçiminde yazılmış bu öyküde, aldığı üründen memnun olmayan bir tüketicinin göndermiş olduğu şikâyet mektubuna cevaben bir şirket elemanının yazdığı yanıtı okuyoruz. ÇocukSevgisi adlı şirket, henüz konuşma yaşına gelmemiş bebeklerin yaşlarından büyük ve akıllı görünmesini sağlamak, “konuşabildikleri yanılsaması” yaratmak için üretilmiş lateks bir maske satıyor. Bebeklerin suratlarına takılan maske, üzerine yerleştirilmiş “SimiDudaklar” aracılığıyla bebeğin yaşından büyük görünmesini sağlayacak şekilde sık kullanılan işitsel kalıpları tanıyıp karşılık verebiliyor. Peki 6 aylık bir bebeğin konuştuğu yanılsamasını yaratmaktaki amaç nedir? Kişinin bebekken çok iyi konuşamadığı için ileride psikolojik bir rahatsızlık geçirmemesi ve ailenin çocuğuyla daha fazla gurur duyup bebeğini daha çok sevmesi. Çünkü o artık kendisini ifade edebilen bir bebektir: “Orada oturmuş, başparmağına bulaşmış kakasını inceleyerek agu agu yapan bir bebek olmaktan çıkmış” ve ebeveyn “Ne lezzetli bir şeftali!” dediğinde “Meyve, ana besin gruplarından biridir” gibi “sofistike” yanıtlar verebilecektir. Fakat sorun şu ki 2.500 ayrı bebeğin fotoğrafından oluşturulan ve ortalama bir bebek görüntüsü taşıyan maske, ancak biraz daha para verip bir üst model aldığınızda pek çok kişiselleştirilmiş seçenekle birlikte kendi bebeğinize benzeyebilecektir. “Konuşabiliyorum!”, insanların belki de hareketlerini tahmin etmenin en zor olduğunu düşündüğü varlıklar olarak bebekleri bile kendi kontrolleri altına almaya çalıştıkları, steril ve ürkütücü topluma iyi bir örnek.
Kitaptaki başka bir çarpıcı öykü de “Benim Frapan Torunum”. Eşcinsel olduğunu düşündüğü torununu doğum gününde Broadway’a götüren dede ile Teddy’nin hikâyesini ele alıyor. Sistemin yarattığı bir nevi kitle ve tüketim kültürü imparatorluğunda sokakta attığınız her adım, görsel ve işitsel silsileler hâlinde size reklam olarak geri dönüyor. Binalara göz hizasında takılmış mini ekranlar, aylık tercih formlarına işaretlediğiniz kişisel tercihlere göre bir tek sizin görebileceğiniz, sürekli yandan ve alttan yüzünüzün hemen önüne fırlayan ekranlar sayesinde sürekli reklam ve imajlar kuşatması altındasınız. Ayakkabılarınıza yerleştirilen bir alet sayesinde bir ay boyunca kaç kere Burger King’e gittiğiniz ölçülüyor. Örneğin yürürken birden önünüze fırlayan bir hologram, “Geçen mali yıl sekiz kez Burger King’i tercih ettiniz, ama bu mali yılda şimdiye dek yalnızca iki kez geldiniz, lütfen bizden vazgeçmeyiniz.” diyebiliyor. Ama her şey “demokratik” çünkü önceden doldurduğunuz formlara göre reklamlar da kişiselleştirilmiş. Tüm yaşadığı zorluklara karşın dedenin torununa inancı ise tam. Torunu kimseye benzemese de, cinsel yönelimleri toplumun bakışına göre “farklı” olsa da onun bir gün harika şeyler yapacağına içtenlikle inanıyor. “Benim Frapan Torunum”da dede aracılığıyla cinsiyet konusunda hoşgörü hâkimken, “Benim Değişimim” öyküsünde kendi bastırılmış korkularımızın yarattığı tahammülsüzlüğün ironik bir anlatımla vardığı uç noktayı görüyoruz. Bu sefer yerel bir gazeteye bir okur tarafından yazılmış bir mektubu okuyoruz. Okurun dikkat çekmek istediği nokta, hemcinsler arası evliliğin yasaklanması için anayasanın değiştirilmesi konusunun bir adım öteye taşınması ve “aynımsı cinsler arası evlilik” olarak nitelendirdiği birlikteliklerin de yasaklanması. Buna göre erkeklerin tamamen maskülen, kadınların da feminen kodlara uyması gerekecektir.
“Adams” ve “Kırmızı Kurdele” öyküleri ise şiddetin meşrulaştırılması konusunu temel alıyor. “Kırmızı Kurdele”de, kuduz bir köpeğin ısırması sonucu kızlarını kaybeden bir ailenin kasabadaki topluluğu örgütleyip önce bütün köpekleri, sonra bütün hayvanları yok etmek için giriştikleri histerik girişim anlatılıyor. Öyküde şiddetin nasıl doğallaştırıp meşrulaştırıldığını gördükçe tüyleriniz diken diken oluyor. Bir deney raporu olarak yazılmış “93990”da ise hayvanlara karşı kibirli ve saygısız tutumun başka bir formda ama daha da dehşetli bir tonda anlatılışına tanık oluyoruz.
Kitaptaki en kuvvetli ve değişik öyküler, “John”, “Amerikalı Brad Carrigan” ve kitaba adını veren “İkna Ulusu”. Saunders’ın kitle kültürünün en büyük kozları olan, hızlı tüketime dayalı fast-food, TV ve reality showlar üzerinden kurguladığı öyküler, absürde kaçan tonuyla okuması hem keyifli hem de bu kitle kültürü ürünlerin doğasında olduğu gibi peş peşe göz önüne getirdiği imajlarla okuru afallatıcı bir etkiye sahip.
Genel olarak Saunders’ın öykülerinde ister kitle kültürünün insanı getirdiği hâl ister cinsiyet rollerine yüklenen ve bunlar üzerinden inşa edilen bir “normal” anlayışının yol açacağı sonuçların mizahla harmanlanmış anlatımı olsun aslında temelde sınırları belirlenmiş, farklı seslerin çıkmasına izin vermeyen, steril, korunaklı, kendisinden fazlasıyla memnun ama özünde ahlaki açıdan çürümüş, empati ve duyarlılık gibi hislerini yitirmiş, bencilliği kendini korumayla karıştıran, kimi zaman paranoyak ama çoğu zaman ikiyüzlü bir toplumun eleştirisinin verildiğini söyleyebiliriz.
Açık söylemek gerekirse bunlar rahatsız edici ve tüketimi kolay olmayan öyküler. Ama bir o kadar da insanın içine işleyen, edebî anlamda büyük bir haz alacağınız ve sizde daha fazla okuma arzusu uyandıran öyküler. David Foster Wallace, Zadie Smith, Junot Díaz gibi yazarların hayran olduğu Saunders, bu nefis çağdaş edebiyat örneği İkna Ulusu ile insanın zihninde kesinlikle yer edecek sarsıcı bir görsel imgeler silsilesi vadediyor. Yeri gelmişken yazarın The New Yorker tarafından “En İyi Yazarlar” arasında gösterildiğini ve Times dergisi tarafından “Dünyadaki En Etkili 100 Kişi” listesine seçildiğini de ekleyelim.
Saunders’ın öykülerini okumamış olmak, çok büyük bir yazınsal zevkten mahrum kalmak; çünkü öykü yine sayıyla değil, nakavtla kazanıyor.
Ayşegül Utku Günaydın – edebiyathaber.net (3 Mart 2015)