Şubat 2024’te Metinlerarası Kitap’tan çıkan Kent Kokusu Gökhan Uykaz’a ait. 105 sayfalık, ilginç ve ele alındığında kendini ilgiyle okutan bir kısa roman. Yazar, 1978 Aydın doğumlu. Dokuz Eylül Üniversitesi İ.İ.B.F. İktisat mezunu, Eskişehir Anadolu Üniversitesi Perakendecilik ve Mağazacılık Bölümünü bitirmiş. İstanbul Üniversitesinde İşletme Yüksek Lisansını tamamlamış. Çeşitli firmalarda yöneticilik yapmış ve hâlen bu görevi İzmir’de sürdürmekte. Dorlion Yayınları’ndan çıkmış ilk romanı: Kaldırım.
Yeni kitabın arka kapak yazısından da anlıyoruz ki ilk kitabının mekânı kasaba, Kent Kokusu’nunki kent, üçüncüsü de köy mekânlı olacak ve insan izlekli romanlar bir üçleme ile sonlanacak. İlkini okumadığım ve görmediğimden hakkında bir yorum yapamam ama ikinci kitabı için sonda diyeceğimi en başta diyeyim: Bir kentin kokusuyla ilgili tek cümleye rastlamadım romanda. Kitabın adı doğru seçilmemiş. Yani ismiyle müsemma değil. Çünkü kitabın adı bana önce Çağdaş Alman yazarı Patrick Süskind’in 1985 tarihli polisiye romanı Koku’yu (Das Parfum) anımsattı sonra da Şehir Kokusu, Elma Kokusu, Kar Kokusu ve Kokular Kitabı gibi (Vedat Ozan) kitaplarını… İlki muhteşem bir roman ve ayrıca filmi de bir o kadar etkili, iyi bir edebiyat uyarlaması yani. Dediğim gibi yazarın anlatımı, kurgusu gerçekten iyi ve benzeri başka çalışmalarının habercisi bana göre. Ama ad konusunda titiz olması gerekirdi.
Her şehrin kendine has kokusu var. Sokaklara girdiğinizde geçmişinin de sesleri kulağınızda yankılanırsa, o şehrin kokusunu alırsınız. Zaman imbiğinden geçmiş izlerini taşıyan her şehir kendi kokusunu yansıtır. Şehirlerin tarihi, medeniyeti, kimliği, ruhu olduğu gibi kendine has kokuları da var. İnsan yaşadığı, sevdiği şehrin kokusunu gönlünde hissetmezse o şehre ait olamaz. İçinde yaşadığımız kentin kokusunu hissedemiyoruz maalesef. Bütün duyularda mevcut olan bir prensip yüzünden: adaptasyon… Bir duyuya belli bir süre aynı uyarı geliyor ve hiçbir güvenlik tehdidi yaşamıyorsak beyin onu değerlendirmeyi bırakıyor. Koku hakkında edindiğim bilgiler gösteriyor ki kokunun etkisi iki basamaklı süreçte ele alınabilir. İlki fizyolojik faz; burundaki stimulus bölgesinin reseptörlerle hissetmesi. Öteki de psikolojik fazdır. Stimuluslar insan beyninin koku almadan sorumlu bölgesi tarafından uyarılır ve çalışması sağlanır. Bu yüzden kokunun objektif ve analitik olarak ölçülmesi imkânsızdır. Koku hissi tamamen kişisel özellikler gösterir. Bunun yanında ise kokuya verilen tepki cinsiyet, yaş, sağlık durumu gibi nedenlere bağlı olarak değişir. İnsanların kendi vücut kokuları gibi alışık oldukları kokular dışarıdan gelen ve alışık olmadıkları diğer kokulara göre daha az algılanırlar.
Şehirlerin kokusu olduğunu anlatan yazılar ve kitaplar da var. Ama Kent Kokusu öyle bir kitap değil. Yazarın ne anlatacağını bilen anlatıcısı, arkadaşlarıyla doyasıya eğlenen, bitkin düştüğü gecenin ardından evine gelen, aldığı alkolün de etkisiyle adeta kendinden geçen, kaç yaşında olduğunu bilmediğimiz orta yaşa merdiven dayadığını tahmin ettiğimiz bay TT’nin hikâyesini anlatır bize. O hâlde bile baskın koku onu rahatsız eder. Çünkü duyu, dış dünyayla iletişim kurma aracımızdır. Duyularımıza gelen uyarılar üzerinden duygusal tepkiler oluştururuz. TT’de de olan budur. Uyuyamaz, kokunun kaynağını bulmaya çalışır, yatağının kenarındaki terliklerini alelacele ayaklarına geçirerek… 18 bölümden oluşan kitabın 8 bölümünde evin çeşitli bölümlerini gezerek kokunun kaynağını arar. İşe de gitmez bu yüzden. Kokuyu az da olsa hafifletmek için maske takar ve arada da değiştirir maskeyi… Kokunun kaynağı olabilecek kirli bir çamaşır, havlu ya da benzeri bir şey olabilir diye önce banyoyu, yatak odasını, mutfağı, ebeveyn banyosunu, duvarlarında tabloların, giysilerle dolu dolapların olduğu uzun koridoru, sinema odasını, müzik odasını, kış bahçesini, yaşamı boyunca ilgilenmediği hatta nefret ettiği boş sayfalardan ibaret aynı renk kapaklı içinde tek sözcük olmayan kitaplardan mürekkep kütüphaneyi adeta iğneyle kuyu kazarcasına kontrol eder… Kokunun kaynağına ulaşacağı tek yer kalır, o da salon. Burayı da didik didik eder. Sonunda yatağına girmek için üstüne oturur. Önce sağ ayağıyla sol ayağındaki terliği çıkarır, sonra da sol ayağının başparmağıyla da terliğin diğer tekini çıkarır ve mide bulandırıcı koku katbekat artarak yayılır ortalığa, maskesine rağmen beyninin en derinine dek işler… 41 sayfadan sonra anlarız ki koku TT’nin çürüyen sağ ayak başparmağından gelmektedir. Ve sonrasında da bundan kurtulmanın derdine düşer… Kokuyu aramak için dolaştığı bölümlerdeki eşyalarla ilgili düşünceleri ve o eşyaları, bölümleri yaptırma gerekçelerini anlatması TT’nin aynı zamanda obsesif bir kişi olduğunu da gösteriyor. Gerekmediği hâlde evi yeniden boyatmak, sinema koltuklarını yeniletmek istemesi, çare ararken posta kutusunda gördüğü Çürüme Merkezi’nin broşüründen etkilenmesi ve bu merkezi araması, evin yardımcı personelini taksiciye, taksiciyi de bir koltuk satıcısına, bir yardımcısına benzetmesi, kütüphane raflarını özel yaptırdığı ve içinde yazı bulunmayan boş sayfalardan kitaplarla doldurması, uzun bir yolculuktan sonra beyaz bir kulübeye gelmesi, Çürüme Merkezi’ndeki kadının içinde boylarına göre dizilmiş ayak parmakları olan plastik kutudan onun sağ başparmağına uygun bir parmak çıkarıp takması, evine dönerken taksiciye koltukçuya gidip siparişlerine iki koltuk daha ekleyeceğini söylemesi ve parmağın değişiminin adeta bir yedek parça değişimi gibi verilmesi, (TT’nin mekanik bir varlık olma düşüncesini uyandırmak istermiş gibi geldi bana okurda) hayatı bıraktığı yerden sürdürmesini yazar ustalıkla ve sürükleyici biçimde anlatmış… Bu açıdan TT, bir başka Gregor Samsa… Yazdıklarını ilgiyle okuyacağım bir kurgucu bence Gökhan Uykaz.