İlk Kitabı Anlatmak söyleşilerimizin konuğu Vacilando Kitap’tan çıkan “Kuş Grisi” adlı kitabıyla Abdullah Ezik.
“Evet, nesnelerin imgelem gücünü zenginleştirdiğine inanıyorum. Nesnelere/objelere yüklenen anlamlara inanıyorum. Nesnelerin kendi içerisinde kendi sınırlarını aşabilecek bir değere/potansiyele işaret ettiğine inanıyorum. Bu benim ve benim kurgum için açık bir gerçeklik olarak yorumlanabilir. Aynalara, putlara, kitaplara ve kaleme inanıyorum.”
Kuş Grisi, ilk kitabınız… Edebiyatla hemhal olan, ona hem üreterek katkı sunmaya çalışan hem de onca emek veren birisi olarak ilk kitapla ilgili düşüncelerinizi, hissettiklerinizi öğrenebilir miyim?
Aslında bugüne kadar birçok kitabı yayına hazırladım, birçok derleme ve telif kitap çalışmasında yer aldım. Kuş Grisi’ni benim için en özel kılan, bu kez bir kurgu eser ile kendi kurgum ile bir şeyler denemiş olmak ve bundan tek başına sorumlu olmak. Bu his de kendi içerisinde bana hem oldukça heyecan veriyor hem de kişisel beğeni ve arzularımı farklı yönleriyle ortaya koyuyor. Dolayısıyla bu noktada ilk kez kapağında doğrudan ve yalnızca kendi adımı gördüğüm bir kitap yayımlamak benim için özel bir anlam ifade ediyor. Bu konuda heyecanlıyım.
Kuş Grisi, adlı kitabınızın tanıtım bülteninden yola çıkarak soruyorum. Kişisel yaşantınızı şiirinize nasıl dâhil edebildiniz? İnşa ettiğiniz bu farklı formlar nelerdir? Şiiri nasıl oluyor da öznelleştiriyorsunuz? Nesnelerin imgelem gücünü zenginleştirdiğine inanmıyor musunuz?
Şiiri sanırım kişiselliği en yüksek tür olarak tanımlayabiliriz. Bu yazar/şair için de okur için de önemli bir mesele. Roman ve öyküye nazaran şiir ile özdeşlik kurmak daha farklı bir bağlama işaret ediyor ve bu sanırım bir nebze daha derin bir bağ ile gerçekleşebiliyor. Bu yönüyle her şeyden önce bir tür olarak şiire ve şiirin bağ kurulabilitesinin yüksek olmasına dikkat çekmek isterim.
Şiir ile kişisellik arasındaki bir diğer bağlantı olarak yazarın/şairin bu metne etkisinden söz etmek gerekir. Şiirde çoğu zaman roman ve öyküye göre onu kaleme alan ele dair bir beklenti gündeme gelir. Bu, kimi zaman belirli ölçülerde kimi zamanda tamamen gerçek/olası bir yaklaşım olarak ele alınır. Okur en azından bu tür bir beklenti veya arayış içerisindedir. Şiirde anlatılanın şair ile bağını arar, bunu sorgular ve kimi yerde talep eder. Öte taraftan yazar/şair şiirde diğer edebî türlere göre kendi yaşam tecrübesini aktaracak daha zengin bir temel bulabilir. Behçet Necatigil’den İlhan Berk’e, İsmet Özel’den Sezai Karakoç’a kadar bu hat üzerinde birçok isme değinilebilir. Nihayetinde şiir ile şair birçok noktada iç içe geçebilir. Bu noktada da okurun beklentisi ile yazarın/şairin/sanatçının arzusu ve yapısı iç içe geçer. Ben de tam olarak bu noktada kendime bir çıkış aradım, ancak zamanla şiirin sınırlarını genişletirken onu salt kişisel bir değer olmaktan çıkarıp evrenselleştirmeye özen gösterdim. Buradaki temel arzum tek bir form, anlam ve yapı üzerinden değil, bütün çağları/coğrafyaları içerisine alabilecek bir kurgu ve şiir üretmekti. Baştan sona her şeyin benliğimden doğmasını ancak zamanla bir kurguya dönüşmesini istedim ve buna çalıştım. Dolayısıyla kökü gerçek olan her şey bir süre sonra tasarlanan, biçim verilen, benim tayin ettiğim yönde şekillenen bir yapıya bürünsün istedim. Kuş Grisi de bu tasarının bir sonucu olarak biçimlenerek gün yüzüne çıktı. Kendi yaşantım, bir süre sonra kendi kurgusunu beraberinde getirdi. Gerçek, kurguya döndü. Kurgu da kendi gerçekliğini icat etti. Benim için kitabın serüveni biraz budur.
Form, özellikle de şiirde çokça tartışılan bir konu. Bu bağlamda Mayakovski’den Rimbaud’ya, Nâzım’dan Baudelaire’e, Verlaine’den Goethe’ye kadar sayısız isimden söz edilebilir. Kendi öznelliğini, kendi dilini ve kendi kimliğini var eden her şair/yazar/sanatçı bir yerde kendisiyle özdeşleşen bir şiir formu da inşa eder. Ben de bu bağlamda kendi kurgum içerisinde o ân anlatmak istediğim duyguyu/düşünceyi/anlamı en iyi derecede yansıtabilecek formları tercih etmeye çalıştım. Bunu kimi yerde şiir dilini düzyazıya yaklaştırarak, kimi yerde düzyazı dilini parçalara ayırarak, kimi zaman cümleler/kelimeler/seslerle yeni biçimler ve görünümler arayarak yaptım. Kendimce yeni arayışlara girdim. Bunu da yazınsal anlamda kitapta ortaya koymaya çalıştım. Dolayısıyla mevcut formları kendi formlarımı inşa etmeye yönelik bir araç olarak kullanmaya gayret ettim. En azından genel çabamın bu yönde olduğunu söyleyebilirim.
Evet, nesnelerin imgelem gücünü zenginleştirdiğine inanıyorum. Nesnelere/objelere yüklenen anlamlara inanıyorum. Nesnelerin kendi içerisinde kendi sınırlarını aşabilecek bir değere/potansiyele işaret ettiğine inanıyorum. Bu benim ve benim kurgum için açık bir gerçeklik olarak yorumlanabilir. Aynalara, putlara, kitaplara ve kaleme inanıyorum.
Yukarıdaki soruyu bu soruya gönderme için sormuştum. Şiirinizde hem dünün hem de bugünün egemen estetik beğenisine karşı bir itirazın sesini duydum. Uzun süre aranmış, düşünülmüş bulunulmuş zarif ve albenili sözcüklerden oluşan şiir değil, sizin şiiriniz. Bunlardan, lirizmden özce yeni şiirden de bir ayrılış hem de inatla bir ayrılış denemesi. Bu çaba niye?
İçerisinde bulunduğumuz çağın/dönemin/dönemecin kendisine uygun karmaşık ve nereye evrileceği tam olarak kestirilemeyen bir yapısı olduğunu düşünüyorum. Uçsuz bucaksız bir yapı söz konusu. Her şey büyük bir karmaşanın/kaosun bir parçasına dönüştü. Bu kadar belirsizliğin içerisine bir şeylerin belirgin, kendi hattında, kendi yolunda da var olabileceğini düşünüyorum ve Kuş Grisi’ni inşa ederken de buna dikkat ettim. Şiir bugünü içerisine aldığı kadar geçmişi ve geleceği de bünyesine dâhil etmeli, tüm çağları/coğrafyaları kuşatmalı. Bu bir anlamda evrensel normlar ve anlamlarla örtüşme, bir anlamda ise zamanı aşmaya çaba gösterme olarak yorumlanabilir. Dolayısıyla bugün ile anlaşabildiğimiz kadar anlaşamadığımız noktalara da dikkat çekmek gerekir. Ben de bu yolu benimsedim. İtirazımı da onayımı da, isyanımı da kabulümü de bu yapı içerisinde dışa vurdum.
Şiirinizi günümüz şiiriyle kıyaslamalı bir değerlendirmesini yapacak olursanız, nasıl yaparsınız?
Bu soruya cevap vermek beni kitabın müellifi olmaktan alıkoyup masanın diğer tarafına yerleştirir. O yüzden tam olarak ne denilebileceğinden emin değilim. Nihayetinde kendi şiirime kendi eleştirel yaklaşımımla yaklaşmam anlamlı olmayabilir ve bundan da bir nebze de olsa kaçınmayı tercih ederim. Şiirim günümüz şiiri içerisinde tam olarak nereye denk düşecek ve kendisini var edebilecek mi, bunu zaman gösterecek.
Vacilando gibi yayınevleri ve sevgili Ercan y. Yılmaz gibi canla başla didinen editörler de olmasa nitelikli şiirler okuyamayacağız neredeyse. Yayınevlerinin şiire karşı aldığı bu soğuk tavrın tek nedeni, şiir yazanların bolluğundan yaka silkmeleri mi yoksa yayınevlerinin iyi-kötü şiirin ayrımında yaşadığı zorluk mu?
Sanırım öncelikle bir tür olarak şiirin günümüz yayın ekosistemindeki yerinden söz etmek gerekir. Bunu Yayıncılar Birliği’nin her yıl açıkladığı istatiklerden takip etmek mümkün. Birçok türde yayımlanan kitap sayısı her yıl artarken şiirde sürekli bir azalıştan söz edilebilir. Bu, bir tür olarak şiirin ticari anlamda kazanç sağlamaması ve yayınevlerinin de bu riskten kaçınması olarak yorumlanabilir. Öte taraftan şiir sanırım birçok dönemde bu yapısını da korumuştur. Şiir özelinde verilen ödüller de, yayınevlerinin bu tür ayırdığı alan da, kitapçıların şiir kitaplarına tanıdığı raf ömrü/genişliği de tüm bunlarda ayrıca etkili unsurlar… Tam da bu noktada benim için Vacilando’nun ve Ercan y. Yılmaz’ın önemi artıyor. İlk günden beri dosya üzerinde Ercan y. Yılmaz ile çalıştık ve bu oldukça uzun bir sürece yayıldı. Eklemeler, çıkarmalar, dönüştürmeler çokça oldu aylar boyunca. Nihayetinde dosyanın kitaplaşma serüveninde ise Vacilando ile birlikte çalıştık. Başta Mustafa Okumuş olmak üzere Vacilando’dan birçok dost/arkadaş dosyaya inandı ve yayın sürecinde bize destek verdi. Bu emek ve inanç benim için özel bir anlama sahip ve tam olarak bu noktada sorunun başına dönecek olursak bahsettiğiniz soğukluğun böylelikle yavaş yavaş da olsa kırıldığına işaret. Vacilando’nun şiir yayımlaması, bu bağlamda yeni kitaplar araması ve Kuş Grisi’ni yayımlaması bu durumun yavaş yavaş da olsa, belki bazı yayınevleri için geçerli de olsa değiştiğine yönelik, en azından değişebileceğine yönelik bir işaret.
Okuru, Kuş Grisi kitabınızı okuması için nasıl ikna edersiniz?
Bu konuda okur ile nasıl bir diyalog geliştirebilirim, emin değilim. Ben nihayetinde kendi kurgu evrenim içerisinde kendim için anlamlı bir dünya var etmeye çalıştım. Okura vadettiğim tek şey, şiirin kendi estetik dünyası içerisinde tüm zamanlardan ve coğrafyalardan ari olarak geçirebileceği birkaç saatten ibaret. (ve umarım daha derinlere inebilirse, daha uzun bir süreç)
“Editör, nihayetinde metni düzenlemeye, geliştirmeye ve biricikleştirmeye yardımcı olan, bu bağlamda yazar ile beraber hareket eden, fikirlerini sunan kişidir.”
Siz aynı zamanda editörsünüz de… Diğer editör arkadaşlara sordum, size de sorayım. Bu ülkede yayınevlerinde editörlük kavramını nasıl yorumluyorsunuz? Kıdem, liyakat, birikim bir değer ve tercih olarak koşul olarak aranıyor mu? Editörlerin, nitelikli kitapların yayınlanması konusunda rollerinin ve işlevinin yeterli olduğunu düşünüyor musunuz?
Evet, uzun yıllardır birçok yayınevi için editörlük yapıyorum. Bu bağlamda aslında ayırt edilmesi gereken ilk şey editörlükten ne anlaşıldığı, beklentiler ve somut çıktılar. Türkiye’de editörlük, yazarlık, küratörlük gibi birçok iş kolunun, alanın tam olarak ne olduğunun anlaşılamadığını düşünüyorum. Bu da sanırım yine Türkiye’nin içerisinde bulunduğu karmaşa/kaos iklimine paralel bir şekilde düşünülebilir. Editörlük, son okuma, redaktörlük… Tüm bunlar birbirlerinden farklı iş kolları ve her birinin farklı bir sorumluluğu, farklı bir değeri var. Editörlüğü ise bu noktada özgün kılan, metin ile kurduğu bağ, yazar ile metin arasında üstlendiği köprü vazifesidir. Editör, nihayetinde metni düzenlemeye, geliştirmeye ve biricikleştirmeye yardımcı olan, bu bağlamda yazar ile beraber hareket eden, fikirlerini sunan kişidir. Bu da liyakat, iş bilgisi ve çalışma olmadan gerçekleşebilecek bir durum değildir. İyi iş ve iyi çıktı, ancak iyi bir çalışma ile mümkün olabilir. Bu şartlar sağlanmadığı sürece ortaya kimse için tatmin edici bir sonuç çıkacağını sanmıyorum. Editörlerin sahadaki rolleri ve işlevleri son yıllarda bence epey arttı. Eskiye nazaran iyi editöryal çalışmalara atfedilen değer de arttı. Tüm bunların ilerleyen yıllar için umut verici olduğunu düşünüyorum.
Dikkat ettiğim şey, sizin resme karşı özel ilginiz. Hatta birçok yazınızı ressamlara, resimlere ayırmışsınız. Renklerin sizin sanatsal kişiliğinizde ayrı bir önemi var. Neden?
Sanat, kendimi bildim bileli benim için özel bir yerde durur. Resimden heykele, tiyatrodan sinemaya birçok farklı disiplinle ilgilenmeye çalıştığımı, bu alanlarda iş de üretmeye dikkat ettiğimi söyleyebilirim; çünkü kendi yazınımı da düşünsel evrenimi de birçok anlamda sanat üzerinde kurduğumu söyleyebilirim. Bu durum benim metinlerimden konuşmalarıma kadar birçok alanda fark edilebilir. Dolayısıyla özel ilgi alanımı genişletmek kişiliğimi geliştirmek/zenginleştirmek için de önemli bir araç olarak ifade edilebilir. Bu durumun bir neticesi olarak da resim, ressamlar ve renkler benim için kendisine özel bir alan açabilir, tıpkı nesnelerin/objelerin açtığı gibi. Nasıl ki belirli nesneler/objeler belirli anlamlara gelir/belirli anlamları üstlenirse belirli renkler de belirli değerlere denk düşebilir. Bu benim kişisel eğilimim ile de sanata atfettiğim önemle/değerle de örtüşen bir durum.
Yayınlanmak üzere kendinize ait dosyalar var mı? Bunlar şiir mi?
Evet, üzerine çalıştığım yeni dosyalar mevcut. Yeni şiir dosyam üzerinde çalışıyorum. Bu dosyaya paralel olarak üzerinde çalıştığım kurgu dışı kimi eserler de var. Bir kısmı bana ait, bir kısmı editörlük çalışması
Bu soruların ve yanıtların ışığında kendinizi nasıl tanıtırsınız?
Hayatta yapabileceğim en zor şey kendimi tanıtmak. Çoğu zaman da yapamam. Arkadaşlarım beni daha iyi tanıtır sanırım; çünkü nereden başlayacağımı ve nereye varacağımı hiçbir zaman kestiremem. Özellikle de söz konusu kendim olunca nasıl hareket edeceğime, nelerden söz edeceğime bir türlü karar veremem. O yüzden sanırım yine kendimi tanıtmaktan âciz olduğumu söyleyebilirim.
edebiyathaber.net (12 Mayıs 2023)