İlk kitabı Anlatmak söyleşilerimizin konuğu Kuzey Işığı Yayınları’ndan çıkan “Bir Pro-Absürtün Tarihi: Kral Marx” adlı kitabıyla Berşan Koca.
“Yaşamak, güç bir süreklilik… Dışına bir tek yazarak çıktığımı fark ettim. Ama bu kendimi avuttuğum ya da uyuşturduğum bir inziva değil. Hiçbir zamanda kaçtığım bir alan olmadı. Aksine kendimle ve toplumla yüzleştiğim; durmadan kendimi rahatsız ettiğim, karanlık bir köşedir edebiyat. Kısacası toplumla ve yaşamla arama koyduğum bir uçurum değil; kendimle aramdaki uçurumdan düşüp düşmeme anıdır.”
Bir Pro-Absürtün Tarihi: Kral Marx, ilk kitabınız… Bu romanı yazmaya nasıl karar verdiniz? Bu romanın bilincinizde oluşmanızdan yayınlanana kadar olan süreci anlatabilir misiniz?
Yazmaya karar verdiğimde defterime aldığım küçük bir not üzerinden yola çıkmıştım. Genelde de yazın sürecim birkaç cümle ve kelimeden başlar. Öykülerimin çoğunu hala bir kelimeden yola çıkarak hayal ederim. Kral Marx ile ilgili aldığım nota gelecek olursak, “krallar yalnız ve yalın ölür” idi. Niçin böyle bir cümleyi not aldığımı tam olarak hatırlayamasam da cümlenin kendi içerisinde yarattığı tezatlıktan kaynaklandığını söyleyebilirim. Ardından yine dil yapısı üzerindeki us dışı olanı arama çabam Marx adlı ütopik bir karakteri getirdi romana. Kendisine bile “anti” olan bir kahraman yaratmalıydım. Ve Kral ile Marx kelimeleri kadar usa sığmayan bir isimden daha tezat başka bir karakter yaratamazdım. Çünkü iki anlatıcının iç içe geçtiği, varoluşsal çatışmanın egemen olduğu bir roman yazmaktı amacım. Her bölümün sonunda intihar edip tekrardan dirilen bir karakterle hiçbir norma sığmayan absürtlüğe sığındım. İki buçuk aylık bir yazma sürecinin sonunda da bitmişti roman. Bitirdikten bir hafta sonra da öncesinde öykü yarışmasına da katılmış olduğum bir yayınevine, Kuzey Işığı Yayınları’na gönderdim. Bir süre sonra dosyamı çok ciddi şekilde okuyan ve inceleyen Yayın Yönetmeni Mustafa Şimşek’ten ve editör İlknur Ergun’dan olumlu bir geri dönüş aldım. Ekim ayında da, ilk imza günü deneyimimle birlikte yayınlandı kitap.
İlk kitabı yayınlamak zordur. Hele sizin gibi genç birisinin romanını… Bir Pro-Absürtün Tarihi: Kral Marx’ı yayınlanma aşamasında neler yaşadınız?
Dediğim gibi yayınevi yayın kurulu dosyamı okumuşlar, tartışmışlar. Değer verdiler. Sonradan da birlikte emeğime emek kattılar. Bir açıdan da ekonomik kaygıları göz ardı edip cesurca diyebileceğim bir hareketle yayınladılar. Çünkü romanın gerek kurgu gerekse de dili açısından güncel edebiyatın dışında olduğunu biliyordum. Buna rağmen hem bana hem de kitaba ilgi göstermeleri çok hoştu.
Romanınızın güncel edebiyatın dışında olmasıyla ilgili soracağım. “Bir Pro-Absürtün Tarihi: Kral Marx” romanınızda neyi nasıl anlatmak istediniz? Romanınız ismiyle içeriği hakkındaki bağlantıyı açıklar mısınız?
Benim için zor bir soru olduğunu söyleyerek başlamak isterim. Öncelikle hem çok küçük yaşlarda hem de yaş aldıkça daha fazla tanıyabildiğim dünyada canımı sıkan birtakım meseleler vardı. Bunların en büyüğü ve en güçlüsü yaşamak adlı problemdi diyebilirim. Üstüne çok düşündüm, tartıştım, okudum… Yolda olsun, sokaklarda, caddelerde, okulda, evde, camilerde, taziye evlerinde, mitinglerde ve insan soyunun kendi ahlakını sergilediği bütün alanlarda… Durmadan aklımı karıştıran hatta düşündükçe başka bir şeyi düşünmeme izin vermeyen bir yaşamak problemiydi bahsettiğim. En temelde insanın varoluşuyla varlığının sonu arasındaki çizgiyi felsefi imgelerle anlatmaktı. Bir de açığa çıkarmak istediğim, çoğu yazarda da olduğunu düşündüğüm yüzleşmek arzusuydu. Bu romanı bu istekler ortaya çıkardı. Tabii ara ara karakterle otobiyografik bir bağ kurmadan da edemiyor yazar! Kişisel anlamda tiksindiğim ve meydan okumak istediğim bir arenaya çevirmişliğim de vardır muhakkak. Özellikle insandaki yavan duyguları güçlü karakterlerin ağzından lakayt bir biçimde cümlelere dökmemin temel nedeni entelektüel samimiyetsizlikten duyduğum nefrettir diyebilirim. Bütün bunlar büyük bir dertti benim için. Bir şeylerin başka türlü olduğunu ve keskinliğin insan ruhuna ait olmadığını kendimce açıklayabilmek için kullandım Marx’ı. Alman düşünür Karl Marx pek değerli ve kıymetli büyüğümdür ama onu kral yapmak benim için bir harfi öne almak kadar çocuk oyuncağıdır. Çünkü her türlü probleme olduğu kadar politik yalnızlığa da böyle başkaldırmayı tercih ediyorum. Yazar, yaratarak yazar.
Ben romanınızı gelecekteki edebiyatın bir habercisi gibi görüyorum. Metinlerinizin Postyapısalcılıktan beslenen Queer’den de susuzluğunu gideren bir tavrı var. Özce edebiyatta normatif yaklaşımı çok bilinçli bir şekilde aşmaya çalışan bir çabanızı gözlemledim ve buna cesaret ettiğiniz de belli. Bu cesaretiniz nereden geliyor?
Düşünceleriniz için teşekkür ederim Adnan Ağabey fakat esasen bilinçli bir çabam yok bunun için. Elbette ki yaşadığımız toplumun aykırıları, ezilmişleri ve onların kendi duyarlılıklarına seslenen edebiyatları ilgimi çekiyor. Ancak sadece bir okur olarak bir ilişkimin olduğunu söylemek isterim. Daha çok her şeyi yazabilme yetkisinin ben tarafından bana sağlanması kuralları yıkmama neden oluyor. Bu yüzden Queer örneklemesi yapmış olduğunuzu düşünüyorum. Cesarete gelecek olursak; başka bir şansım yok diyebilirim. Çünkü kalıplar dâhilinde bir yere kadar gidiyor yaşamak. Oradan sonra bütün her şey kurgulamak. Cesaretimi de sonsuz bir kurgu olanağından alıyorum.
Ben sizi Orta Doğu Teknik Üniversitesi öğrencilerinin oluşturduğu edebiyat topluluğunun çıkardığı Minerva Dergisi’nden tanıdım. Çok ilgimi çekmiştiniz… Sonra romanınızı okudum, öykülerinizi takip ettim. Gerek bu romanınızda ( Bu arada edebiyatseverlere bu kitabınızı okumasını içtenlikle öneriyorum) gerek dergilerde yayınlanan öykülerinizde kendinize ait bir özgün dil kurmuş, anlatımı, kurmacası çok değişik, üst düzey ve edebi niteliği tartışılmaz bir edebiyat oluşturmuşsunuz. Böylesine metinleri yazmayı nasıl başarıyorsunuz?
Üniversite’de topluluğa öyküler yazdığım dönemde yeni yeni tarzımı oluşturmuştum. Amacım ilk başta bütünüyle klasik ve geleneksellikten koparak tamamen deneysel metinler oluşturmaktı. Daha sonra bunun kurguya zarar vereceğini düşünerek “bilinç akışı” dediğimiz tekniği yontmakta karar kıldım. Ortaya da dil yapısı açısından yeni bir düzlem çıkıverdi. “Çok farklı bir şey anlattım” dan ziyade “çok farklı anlattım” daha fazla uyuyor bana. Cümle ve kelime yapısındaki bozma durumu, eğer yazmak eylemini oyun diye nitelersek, oyunun kurallarını da yazdığım bir anlama çıkıyor. Güvende hissettiriyor. Bunları başarırken ya da yazarken de yazmak eyleminin tanıdığı özgürlükten dolayı olduğunu düşünürüm. Yaşarken kopan özgünlüğümü yazarken kazandım. Özgünlük ve özgürlük ile ilişkili yani. Bunun dışında sizin de ilginizi çekmek beni hayli mutlu ediyor ve seviniyorum, teşekkürler…
“Edebiyat Tüketilmemelidir, Tüketmelidir.”
Edebiyatı yaşamınıza katma isteğiniz çok güçlü. Hatta “Yazmak, yaşadığını unutmaktı benim için. Sonra ikisi de birbirine karıştı. Yaşamı yazmaktan ibaret sayacak kadar hırçınlaştım.” diyorsunuz. Yanılmıyorsam Pessoa’nın Huzursuzluğun Kitabı’nda da aynı anlama çıkan sözleri var. Edebiyatın sizin için anlamı sadece bu mu?
Edebiyatın yaşamımda önemli bir yerde olduğu muhakkak. Salt yazar olmak açısından değil okur olarak da çok kuvvetli bir alan. Ancak yazar olarak bendeki yeri kesinlikle yaşadığımı unutturmasıdır. Yaşamak, güç bir süreklilik… Dışına bir tek yazarak çıktığımı fark ettim. Ama bu kendimi avuttuğum ya da uyuşturduğum bir inziva değil. Hiçbir zamanda kaçtığım bir alan olmadı. Aksine kendimle ve toplumla yüzleştiğim; durmadan kendimi rahatsız ettiğim, karanlık bir köşedir edebiyat. Kısacası toplumla ve yaşamla arama koyduğum bir uçurum değil; kendimle aramdaki uçurumdan düşüp düşmeme anıdır.
Günümüz edebiyatını, romanını nasıl yorumluyorsunuz? Kendinizi bu edebiyatın neresinde görüyorsunuz?
Güncel Edebiyat okur olarak ilgilendiğim ama yazar olarak dışında durmakta ısrarcı olduğum bir yerde. Demek istediğim elbette kendimce eleştirdiğim birçok kısmı vardır günümüz edebiyatının. Sayıp dert yanmak da çok tarzım değil. Okurun talebine göre şekillenen bir edebiyattan nasıl memnum olabilirim ki! Sistemleştirilmeye ve bir gıda haline getirtilmeye çalışılıyor edebiyat. Ben buna karşıyım. Edebiyat rahatsız etmelidir. Tüketilmemeli, tüketmelidir.
Edebiyat, yazarlığınıza dair size ne anlatıyor? Edebiyatta kalıcı olmak istiyorsanız bunu nasıl başarmayı düşünüyorsunuz? Yayınlatmak için hazırladığınız dosyalar var mı?
Yazarlığıma dair besleyici bir zemin. Özellikle yirminci yüzyılın Fransız varoluşçularının romanlarıyla on dokuzuncu yüzyılın Rus edebiyatı yazarlığımda etkileyicidir. “Kalıcı olmak ve bunu nasıl başarırım” konusuna gelecek olursak da, bunun biraz değişik ve garip olduğunu düşünüyorum. Kalıcı olmanın bir formülü yoktur zannımca. Zaten benim de iki yüz yıl sonra okunmak gibi bir niyetim yok. Okunmamak gibi de bir niyetim yok. Açıkçası bir niyetim yok. Bu soru biraz da okurlara yöneltilmeli. Okumak gibi bir niyetleri var mı mesela? Son soruya gelecek olursak iki bitmiş dosyam daha var, birini bu yıl yayınlatmayı düşünüyorum.
Yaşınızın genç olmasından dolayı edebiyat çevrelerinin size bakış açısından hoşnut musunuz? Sizin yaşınıza bakıp burun kıvıranlarla karşılaştınız mı? Böyle durumlarda neler hissediyorsunuz?
Edebiyat çevresinde yaşımdan dolayı tebrik de edildiğim oldu biraz hor görüldüğüm de. Ama çoğunlukla bu çevredeki kimselerin övgülerini ve alakalarını işittiğimi söylemek isterim. Alışkın olduğum bir şey değil. Biraz da kabul etmek isterim ki gururum okşanıyor. Fakat bütün bunlar geçici… Günün herhangi bir vaktinde tek başıma kaldığımda beynimin bana “iyi bir yazar değilsin hatta yazar bile değilsin” dediği çok oldu. O yüzden bu çatışmayı ve rahatsızlığı daha çok kendimle yaşıyorum. Bir de şöyle bir ekleme yapmak isterim, genç bir yazar için burun kıvırmalar genellikle edebiyat çevresinde değil de aile hayatında meydana geliyor. Buradan aileme ince bir sitem yollamak istiyorum. Çünkü edebiyat bir uğraşı olarak görülmüyor kendilerince…
ODTÜ’de öğrencisiniz, ayrı zamanda da bir işte çalışıyorsunuz. Edebiyata ayırdığınız zamanlar, sizce yeterli mi? Günde kaç saat ve ne tür kitaplar okuyorsunuz? Edebiyat için kendinize bir olanak yaratırsanız bu nasıl bir olanak olur?
Ben eğitim ve maddi olanaksızlıktan dolayı edebiyata ayırdığım sürenin yetersiz olduğunu düşünüyorum. Hiçbir zaman da yeterli olmayacağına inanıyorum. Her gün düzenli olarak kitap okumak gibi bir rutinim yok. Ancak okumaya başladığımda saatlerce okuyup bir günde bitirdiğim kitaplar da olmuştur. Bu yüzden bir düzenim yok. Daha çok tür yerine yazar odaklı kitap okuyan birisiyimdir. Dostoyevski, Kafka, Nietzsche ve bambaşka bir parantez açmak istediğim Ece Ayhan bunlardan birkaçı. Ece’ye ayrı bir parantez ayırmak istedim çünkü Türk şiirinin en büyük şairi olduğuna inanıyorum. İlk okuduğum günden bugüne birçok şeyi kendisine ve yarattığı evrene borçluyum. İmgeleri, kendine has dili ve tabiri caizse kendine ait sözlüğüyle okumaktan yorgun düştüğüm bir Etikçi. Edebiyata daha da yoğunlaşmak için yaratacağım olanağa gelecek olursak da şüphesiz ekonomik kaygılarımı silmek olurdu. Ancak bu mümkün olmadığı için günü otuz beş saate çıkarmak istiyorum. Saatleri Ayarlama Enstitüsü’ne ya da yetkili kişilere danışabiliriz.
Verdiğiniz yanıtlarla kendinizi nasıl tanıtırsınız?
Sözlü iletişim konusunda becerilerimi her zaman sorgulamışımdır. Ya utangaç ya heyecanlı ya da bir türlü o etkileşimi yaratamayan biri olmuşumdur. Ancak yazarken büyük bir destan yazabilirim gibi tuhaf bir hale bürünüyorum. O yüzden sorulara verdiğim cevaplar da bu eksende gelişti. En kaba haliyle, “kurgunun ve yaratabilme yetisinin çok güçlü ve müthiş bir şey olduğunu düşünen, bu anlamda da özgürlüğü özgünlüğe bağlayan genç bir kimseyim” diyebilirim.
edebiyathaber.net (4 Nisan 2023)