İlk kitabı Anlatmak söyleşilerimizin konuğu Sapiens Yayınları’ndan çıkan “İçimdeki Yangın” adlı kitabıyla Mehmet Bahçeci.
“İlk roman yazma sürecinin kendisi de başlı başına bir eser konusudur bana göre. Zordur, sancılıdır, bilinmezliklere gebedir ama yine de çok zevkli, eğlenceli ve özel bir süreçtir. Kimseye fark ettirmesem de içimde büyük duygu patlamaları yaşıyordum. Çoğunlukla neşe, kimi zaman da ıstırap veriyordu bu duygusal yoğunluk.”
İçimdeki Yangın, yayınlanan ilk romanınız… İlk kitapları yazmak ve yayınlatmak çok zordur. Böyle bir algıyla yola çıkılır? Siz nasıl zorluklar yaşadınız?
İlk kitap yayınlatma zorluklarından payıma düşeni fazlasıyla aldığımı söyleyebilirim. İsabet buyurduğunuz üzere yazmak ve yayınlatmak, ayrı ayrı değerlendirilmesi gereken iki farklı süreçtir. Konuyu geleneksel yayıncılık çerçevesinde ele alacağım zira benim deneyimim bu yönde gelişti. Yani çalışmamı nitelikli ve ciddi yayıncılık yaptığına inandığım yayınevlerine mail yoluyla ilettim ve beklemeye başladım. Önüme kırmızı halılar serilmedi tabii. Çoğunlukla düş kırıklıkları yaşadım. Aynı yollardan geçen, çok geç fark edilen, yaşarken hak ettikleri ilgiyi göremeyen yazarları düşünerek kendimi avuttum. İnancımı hiçbir zaman kaybetmedim… Roman yazma ve yayınlatma sürecini engelli koşu parkuruna benzetiyorum. Engelleri bir bir aşmanız gerekiyor. O halde, öncelikle metnin hakkını vermeliyim diye düşündüm. Böyle düşünmek hem stresimi azalttı hem de yayınevi bulabilecek miyim, kaygılarından kurtardı beni… Tıkandığım, uzun süre yazamadığım, defalarca üstünden geçmeme rağmen bir türlü istediğim etkiyi yaratamadığımı düşündüğüm bölümler nedeniyle karaları bağladığım çok oldu. Fakat gereken sabrı, azmi ve özeni gösterdiğim takdirde tüm zorlukları yeneceğimi de çok iyi biliyordum. Ben de öyle yaptım, tüm özverimi ortaya koydum. Çalışmam bittiğinde, doğruluğuyla ilgili hiçbir tereddütüm bulunmuyordu. Kısacası, yazım aşamasının efendisi bizlerken, yayıncı bulma noktasında müdahil olamadığımız sayısız değişken devreye giriyor. İşin en büyük zorluğu ve sıkıntısı da burada bana kalırsa.
Bir buçuk yıl süren sancılı bekleyişim, Ankara’da kurulu Sapiens Yayınları’nın bir gün beni aramasıyla nihayete erdi. İçimdeki Yangın’ın, sanırım en büyük şanslarından biri de doğru yayınevinden çıkmış olmasıdır. Çünkü kapağından, dizgisine, tanıtım yazısından editöryal çalışmasına kadar tümüyle içime sinen bir çalışmayı hep birlikte vücuda getirdik.
İçimdeki Yangın, kitabınızı yazarken, içeriğini belirlerken ismini koyarken nelerden etkilendiniz? Kitabınızın yazma sürecinden yayınlama sürecine kadar duygularınızı, düşlerinizi ve düşüncelerinizi bizimle paylaşabilir misiniz?
Temel motivasyonum, derli toplu bir eser ortaya koyabileceğime yönelik kuvvetli inancımdı. İçerik belirlerken detaycı davranmadım. Romanın iskeletini oluşturacak temel direkleri belirleyip işe koyuldum. Tek istediğim, edebi yönü güçlü bir romanı; aşk, macera ve gizem unsurlarıyla harmanlayarak okurlara sunabilmekti. Bunu başardığıma inanıyorum.
İlk roman yazma sürecinin kendisi de başlı başına bir eser konusudur bana göre. Zordur, sancılıdır, bilinmezliklere gebedir ama yine de çok zevkli, eğlenceli ve özel bir süreçtir. Kimseye fark ettirmesem de içimde büyük duygu patlamaları yaşıyordum. Çoğunlukla neşe, kimi zaman da ıstırap veriyordu bu duygusal yoğunluk.
Uzunca bir süre kitabıma isim koyma telaşına düşmedim. Metnin içinde birkaç kez vurgulanan “içimdeki yangın” ifadesi, isim koymaya yönelik ilk ciddi teşebbüsümde kendini kolayca hatırlattı. İki kelimeden oluşan, kısa ve akılda kalıcı bir isimdi. En önemlisi de metnin ruhunu yakalaması ve bu ruhu okurlara yansıtacak en ideal isim olmasıydı. Peyami Safa’nın Server Bedi mahlasıyla yayınladığı aynı adlı eseriyle isimdaş bir çalışmaya imza atmış oldum böylece. Benim açımdan ne mutluluk verici! Keza Denise Villeneuve’ün çok sevdiğim İçimdeki Yangın (Incendies) filmiyle de isimdaş bir çalışmaya imza atmış olmayı hoş bir tesadüf olarak niteliyorum.
Kitabınızın içeriğinden bahsedin… İçimdeki Yangın’da okura ne anlatmak istediniz?
Alt metinde, başka türden hayatların mümkün olabileceğini fısıldamak istedim okurlara. Kabul edelim ya da etmeyelim, hayatlarımız belli ezberler üzerinden şekilleniyor. Çoğu kere bu ezberlerin dışında bir yaşamı, bırakın seçmeyi, düşünmeyi dahi kendimize çok görüyoruz. Bunu kırmayı denedim. Yaşamlarımıza yön vermesi gerektiğine inandığım vefa, sevgi, merhamet ve pişmanlık gibi çok değerli bazı hasletlerimizi mesele edindim. Okuru sıkmamak adına bunları göstere göstere değil de bir sis perdesinin ardına gizlemeye çalıştım. Ahir ömrümüzde neye ya da nelere kıymet vermeliyiz? Cevabı önemli bir sorudur bu bana kalırsa. Kelimelerim el verdiğince bu sorunun cevabıyla da didiştim.
Gelelim vitrine koyduğum görünürdeki içeriğe. İçimdeki Yangın romanı, her biri farklı okuma lezzetleri sunan üç ana kısımdan ve otuz iki bölümden oluşur. 439 Sayfalık hacimli bir çalışmadır. Bir aşk romanı olmakla birlikte, hayal gücü, macera, gizem ve serüven ruhuna da göz kırpar.
Çalışmam, otobiyografik romanları da andırır. Doğumundan alıp, orta yaşlarına getirdiğim erkek kahramanımın, adeta kurmaca biyografisiyle karşılaşırız eserde. İçe dönük, zeki, hassas, aşk maceralarında başarısız, oldukça inatçı ve gözü pek bir kahramandır. Doğrusu, öyle tuhaf bir adamın hikâyesini anlatmaya çalıştım ki hem onun gibi olmak isteyeceğimiz hem de onun gibi olmaktan Tanrıya sığınacağımız bir roman kişisidir o. Nevi şahsa münhasır bir kişilik yani. Empati yeteneği ve duyargaları çok güçlü ama bildiğini okumaktan da geri durmuyor. Başına ne geliyorsa, biraz da bu yüzden geliyor.
Siz edebiyatı yaşam biçimine dönüştürmeye çalışanlardan birisisiniz. Buna karşın, İçimdeki Yangın, yayınlandıktan sonra kendinizi nasıl tanımlıyorsunuz şimdi? Beklentileriniz var mı, neler?
Sondan başlamak isterim. Gündelik aktiviteleri arasında kitap okumayı en sona atmış bir toplumda yazarlık üzerine beklentiler geliştirmek, olmayacak duaya âmin demekle eş değerdir. Büyük beklentilerim yok ama mütevazı hayallere kapılmadan da edemiyorum. Edebiyatın yaşam biçimim hâlini alması hususundaki tespitinizde son derece haklısınız. Bundan hoşnudum. Fakat işin romantik tarafı bir yana, benim açımdan edebiyat, hayata ve zorluklara karşı bir tür direnme ve dik durma biçimidir. Uğruna emek harcayacağım daha saygıdeğer bir iş ve yaşam biçimi de düşünemiyorum.
Kendimi tanımlamaktan ne anlamalıyım, çok emin değilim. Romanımın yayımlanması ile hayatımda kayda değer hiçbir değişikli olmadı. Bundan sonra da olmayacaktır. Sadece hayalindeki oyuncağa kavuşan çocuğun heyecan ve mutluluğunu yaşıyor gibiyim. Geçmişte de kendimi edebiyatsever olarak niteliyordum, şimdi de. Bu bana fazlasıyla yetiyor. Dost meclisinde içimi böyle döküyorum ama bir de pratik hayatın başka türlü gerçeklikleri var ve onlara uymak mecburiyetindeyiz. Örneğin, yöneticisi olduğum “Novelius Edebiyat” sitesinde, kendimi tanıtırken, Yazar ve Editör etiketini kullanıyorum.
Disiplinini kuramsal olarak bilmeden roman yazılamayacağını düşünüyorum. Siz de aynı düşüncede misiniz?
Görüşünüze katılmamak mümkün değil. Belki, roman kuramını bilmeden de bir şeyler yazılabilir ama bu yazılan ne ölçüde romana benzer, işte bundan hiç emin değilim. Edebiyatın mutfağına yönelik eğitim veren atölyeler, yazma konulu kitaplar ve söyleşiler bu konuda önemli farkındalıklar yaratacaklardır. Fakat bana kalırsa, okumak, türler ve metinler arasında çokça vakit geçirmek, işte bunlar çok daha büyük faydalar sağlayacaktır. Bir de tabii kişiden kişiye değişen durumlar da söz konusu olabilir. Siz, birkaç yıllık bir emekle ciddi mesafeler alırken, bir başkasının yazma ritmini bulması, sizinle aynı noktaya ulaşması, onlarca yılını alabilir.
Okumakla yazmak arasındaki bağa inanıyor musunuz? Bu bağ siz de nasıl çağrışım yapıyor? Okuduklarınızdan etkileniyor musunuz? Bu etkileşim nasıl oluyor?
Okumak ve yazmak, birbirleriyle anlam bulan çok önemli iki olgu. İyi okurların potansiyel birer yazar adayı olduklarına inanmışımdır hep. Kimi bunun farkına varır ve yolunda yuvarlanır, kimileri ise o veya bu sebeple okur olarak hayatına devam eder. Bu noktada Haruki Murakami’nin son derece isabetli bulduğum bir tespitine katıldığımı belirtmek isterim: biraz yetenek, çokça emekle herkesin iyi bir “ilk” roman yazabileceğine yürekten inananlardanım ben de. Müellife ilk çalışmasıyla değil, ikinci, üçüncü ve devam eden çalışmalarına bakılarak bir değer atfedilmeli kanaatindeyim. Okuduklarımdan elbette etkilenirim ve bu etkilenme düzeyi bana kalırsa ortalamanın epeyce üstündedir. İçimdeki Yangın’da bu durumun izleri kolaylıkla görülecektir. Oldukça nitelikli düzeyde; eserler, yazarlar ve metinlerarasılık durumu söz konusudur. Hani, kitaplar başka kitaplara açılan köprülerdir, deriz ya, İçimdeki Yangın bu anlamda önemli bir kavşak noktasıdır.
Ona ulaşmak istediğiniz, keşke ben de böyle olabilseydim ya da olacağım dediğiniz yazarlar var mı kim ve neden?
Joseph Roth, Cengiz Aytmatov, Steinbeck, Reşat Nuri ve Oğuz Atay, anlatım zenginlikleri, kurgu ve üsluptaki başarıları gibi, daha çok metinsel düzlemde kendime örnek aldığım dev yazarlardır. Jack London, Vasconcelos, Sâdık Hidayet gibi yazarlara da, görece düşük profilli işlerde çalışırken, büyük eserler vermeyi başardıkları için hayranlık duyarım. Fakat daha bütüncül düşündüğümde, en çok Lev Tolstoy isminin ağırlığı altında ezildiğimi hissediyorum. Sadece yazarlar için değil, hassasiyet ve vicdan sahibi her insan için iyi bir rol modeldir Tolstoy. O Tolstoy ki, Yasnaya Polyana’daki Kolhoz’unda gönlünce keyif çatabilecekken; eşitlik, adalet, vicdan ve ahlâk gibi çok önemli meselelere kafa yormuş, dahası, Anna Karenina gibi başyapıtlarında tüm bu hayati konuları büyük bir ustalıkla işlemiştir. Önemli bir Rus soylusu ve aydını olan bu büyük yazar, toplumsal analizin, pastoral betimlemelerin de babası konumundadır. İnsanın iç dünyasını çözümlemede en az çağdaşı Dostoyevski kadar yetkin ve başarılı bir kalem erbabıdır. Tuvalinde, tek bir ağacı da bütün bir ormanı da aynı büyük başarıyla resmettiğini görürsünüz. Kahramanları, düşünen, sorgulayan ve sürekli arayış halinde olan karakterlerdir. Tıpkı Tolstoy’un kendisi gibi… Hâsılı, çağlar üstü bir bilgedir Tolstoy… Bu büyük yazarlara öykünmeyi, kendime örnek almayı gerekli ve değerli bulurum ama gerçekçi olacağım, onların ulaştığı mertebeye ulaşamayacağımı çok iyi biliyorum.
Günde kaç saat ve ne tür kitaplar okuyorsunuz? Okumaya inancınız nasıl?
Yazmaktan daha çok önemsediğim ve sevdiğim yegâne aktivitem okumaktır. Ve çoğunlukla okuma eylemini mucizevi bir aktivite olarak değerlendiririm. Günlük düzenli okuma alışkanlığına uzun süredir sahibim. Her gün az ya da çok okurum. Birkaç gün kitaplarımdan ayrı kalmışsam, huzursuz olur, kötü hissederim. Yazma hevesine kapılmadan önce, yani bütün ilgisini ve zamanını okumaya ayırabilen o şanslı kullardan biriyken, günde ortalama dört, beş saat okurdum. Şimdilerde bu süre; roman yazımı, çeşitli edebiyat mecraları için içerik üretimi ve editöryal faaliyetlerim nedeniyle yarı yarıya kısalmış durumda. Dünya Klasikleri ve Modern Klasikler, çoğu iyi okur gibi benim de favorilerimdir. Polisiye romanlarla aram çok hoş değildir. Onun dışındaki hemen her tür az çok ilgi alanıma girer. Son yıllarda, okumalarımı, türden ziyade coğrafyaya göre yapmaya çalışıyorum. Bazen Rus yapıtlarına yoğunlaşıyor, kimi zaman da Güney Amerika edebiyatının büyülü gerçekçi atmosferinde alıyorum soluğu. Japon Edebiyatı, Fars Edebiyatı, Amerikan Edebiyatı şeklinde bu liste uzadıkça uzar. Fakat yönelimim, yıllar içerisinde kendi coğrafyamıza, bilhassa da öykü türünde çıkan eserlerimize kaymaya başladı. Günün, güncelin nabzını tutmak adına çağdaşlarımızın, kendi ülkemizden çıkan değerlerimizin nasıl yazdıklarını, nerede durduklarını görmenin önemli olduğuna inanıyorum. Diğer yandan, düşünce kitapları, siyaset kuramı ve psikanaliz üzerine verilen kurgu dışı yapıtlara da büyük önem veririm. Bu anlamda, dönüp dönüp tekrar okuduğum epeyce başucu kitabım vardır.
Yayınlanmak için üzerinde çalıştığınız dosyalar var mı? Dosyalarınızın içeriği nelerdir?
Kadim kültürleri, ilkel yaşamlardaki basitliği ve anlamsallığı seviyorum. Bu yönde kalem oynattığım ama metin olarak çok olgunlaştıramadığım bir roman çalışmam var. Masamın üzerinde duruyor ve zamanını bekliyor. Daha çok ilerleme katettiğim ve beni daha fazla heyecanlandıran bir diğer roman çalışmam ise psikolojik gerilim türünde. Farklı bir kurgusu olduğunu, şaşırtıcı ve katmanlı bir konuya sahip olduğunu söyleyebilirim. Şimdilerde bu romana, daha doğrusu novellaya odaklanmaya çalışıyorum.
Bu soruların ve yanıtların gölgesinde kendinizi tanıtır mısınız?
Bendeniz Mehmet Bahçeci. Bir edebiyatsever ve düşbazım. Kapağını kaldırdığım her kitapla yeniden doğuyor ve her seferinde farklı maceralara yelken açıyorum. Sevgi, saygı, anlayış ve dostluğun hüküm sürdüğü o eşsiz ve masalsı evrende bir gün karşılaşmak ümidiyle.
Onur duyduğum nazik davetiniz için sonsuz teşekkürler…
Ben teşekkür ederim.
edebiyathaber.net (11 Nisan 2023)