İlk Kitabı Anlatmak: Mehmet Fazlı Gök | Adnan Gerger

Mart 28, 2023

İlk Kitabı Anlatmak: Mehmet Fazlı Gök | Adnan Gerger

İlk kitabı Anlatmak söyleşilerimizin konuğu Varlık Yayınları’ndan çıkan “Çirkin Sevgilim” adlı kitabıyla Mehmet Fazlı Gök. 

İyi dosya bir şekilde kaybolmaz diye umuyorum. Ama okurun edilgenliği nasıl kırılacak? Ödül peşinde olmanın bu yüzden anlaşılır bir tarafı var bence. Ödül yerine okur güvenini kazanmış bir yayınevinde de ısrarcı olunabilir.”

Çirkin Sevgilim, ilk öykü kitabınız… Bu kitabınız 2022 Yaşar Nabi Nayır Gençlik Öykü ödülünü alan dosyanızdan oluştu.  Çevremde yazmak için emek harcayan genç arkadaşlarımın çoğu, dosyalarının hep ödül almasının peşinde olduğunu görüyorum. Bu isteğin altında ilk kitabı bastırmanın zorluğu mu yoksa edebiyat ortamına sıkı adım atma kaygısı mı yatıyor? Size göre hangisi?

Ben kendi adıma, edebiyat ortamına sıkı adım atma arzusu derdim. İlk kitabı bastırmanın “zorluğunu” romantikliğime ve gençliğime verin, biraz hor görüyorum. Edebiyat dünyasından kimseyi tanımıyorken, evde öylece kendi halimde okuyup yazarken de hor görüyordum, editörlük yaparken, yayınevinde her gün yeni birilerini tanırken de değişmedi bu fikrim. İyi dosya bir şekilde kaybolmaz diye umuyorum. Ama okurun edilgenliği nasıl kırılacak? Ödül peşinde olmanın bu yüzden anlaşılır bir tarafı var bence. Ödül yerine okur güvenini kazanmış bir yayınevinde de ısrarcı olunabilir. Her ikisinin de işaret ettiği anlam ortaktır; onay, okur beğenisinin daha yukarılarında aranıyordur. Okur da böyle yönlendirilecektir.

Editör olarak onca kitabın yayınlanmasına karar veriyorsunuz? Buna karşın, Çirkin Sevgilim’i, o ilk kitabınızı elinize aldığınızda ne hissettiniz? Ödül almak mı yoksa dosyanızın basılması mı sizi daha çok heyecanlandırdı?

2022 Haziran’ında bir sabah telefonum çaldı ve uyandım. 08:50 olmalı. Açmadım başta, bilinmeyen numaraydı. Birazcık daha uyanıp ben aradım. Telefonun ucundaki adam, “Fazlı Bey, merhaba. Ben hiç beklemediğiniz bir yerden arıyorum,” dedi. “Nereden?” dedim. “Biz bu sene Yaşar Nabi Nayır Öykü Ödülü’nü size verdik.” dedi. Oy birliğiyle vermişler. 8-9 dakika konuştuk. Sevinçten bolca saçmaladım. Nasıl oldu bilmiyorum, konuşmanın 4-5. dakikasından itibaren ortak boyun ağrılarımızdan konuşmaya başladık. Mehmet Erte bana yatarken ensemin altına havlu katlayıp koymamın iyi geleceğini söyledi. Sonra dışarı çıkıp yürüdüm. Gittim poğaça yedim, çay içtim. Eve dönüp duşa girdim. Filmlerdeki gibi oldu ama duşta epey kahkaha attım. Sevindim tabii. Ama kitabı elime aldığım ana gelince, soğuktum artık. Yine de güzelce kutladık Epona’nın ofisinde. Yaşıtım diyebileceğim, çok sevdiğim şair, öykücü arkadaşlar geldiler. Çok güzeldi

Okuru, Çirkin Sevgilim’i okuması için nasıl ikna edersiniz? 

Çirkin Sevgilim’deki beş öyküden en azından birini son dönemde okudukları en iyi öykülerden biri olarak anacaklarını garanti edebilirim.

Çirkin Sevgilim, ödül almasaydı bu dosya Epona’dan yayınlanır mıydı? Sizin yayınevi olarak öyküde, şiirde aradığınız kriterlere uygun muydu? Bu uygunluk neler?

Bence yayınlanırdı, evet. Editörü olmasaydım, beni hiç tanımasalar da yayınlanabilirdi. Epona iyi yazılmış elli kuşağı benzeri metinler de basıyor, gelecekte geçen feminist bir ütopya anlatısına da yer veriyor. Bunlar arasında bir yer bulurdu herhalde kendine. 

Çirkin Sevgilim’de bilinçsiz bir eklektisizme karşı kaleminizi yontarken dilde ve kurmacada nasıl bir yol ve yöntem izlediniz?

Belki dil de kurmaca da bir parça çirkin olmalı diye düşündüm. İyi yazma iddiasında olan biri için dupduru bir Türkçe ile yazmak ya da akıl alan bir kurgu örmek filan gibi sıkıcı olmak da, tekdüze olmak da, bıktırıcı olmak da yeri geldiğinde anlamlı ve işler bir şekilde kullanılmak üzere orada durmaktadır. Okur, “Eh be yeter anladık” diyebilir; ama Tristram Shandy’yi ya da Béla Tarr’ı düşünelim. Mesela Çirkin Sevgilim 6-7 sayfalık bir öyküdür aslında, ben 20 sayfa yazmam gerektiğini hissettim. Okur on dakikada değil otuz dakikada okumalıydı bu öyküyü. Raymond Carver’ın yaptığı türden mükemmel bir sadeleştirme, her zaman için en ideali değildir belki. Size güleceğiniz bir şey söyleyeyim: Ben öyküyü de kendimi de çok ciddiye alıyorum; öykü bir sanat, ben de bir sanatçıyım. Sanatçılar kararlarını sezgileriyle de alırlar.  

Bu ülkede yayınevlerinde editörlük kavramı nasıl yorumlanıyor?  Kıdemin, liyakatın, birikimin bir değer ve tercih olarak koşul olması gerekiyor mu? Siz, editörlüğü nasıl yorumluyorsunuz? 

Bence olumlu yorumlanıyor. Ama kim yorumluyor? Bu mesleğin bir birikim gerektirdiği açık. Bunu bilenler için iyi bir mesleğiniz var demektir. Fakat bir keresinde Sedat Demir banka işlemlerinde editörlük diye bir meslek seçeneğinin olmadığından bahsetmişti. O halde kimileri için böyle bir meslek yok. Hakikaten yok. Bazen ek açıklamalara ihtiyaç duyarsınız yaptığınız işi anlatmak için, yine de havada kalır. 

Bana gelince, ben editörlüğü sevdiğimi söylerim ilk olarak. Kötü dosya okumak da iyidir. Hatta berbat değilse, kötü çeviriyle cebelleşmek de iyi. Ama herhalde bundan ötesini söyleyemem. Kapsayıcı bir yorum getirebilmek için belki Epona’nın zıttı yayınevlerini de görmem gerekir.

“Epona” ismi doğurganlığı simgelediği için mi yoksa dinsel bir kavram olarak tek toynaklı eşek gibi atgillerin koruyucusu olduğu için mi ilginizi çekti? Dikkatimi çeken başka şey de neden Epona’yı çağrıştıran bir logo tercih etmediniz? 

Bunu Sedat Demir’e sormak lazım. Ama logoda sadeliği, seçilebilirliği önemsemiştir diye bir tahminde bulunabilirim. 

Bu ülkede editörlük bireysel bir iş… Editör ne derse o. Böyle olunca da yayınlanacak kitaplarda niteliğinden daha çok feodal ilişkiler devreye giriyor? Oysa batıdaki yayınevlerinde editörlük, sistemli bir işleyiş temelinde bir kurul üzerinden yürütülüyor. Bu durum nitelikli ürünlerin önünde bir açmaz mı? 

Feodal ilişkilerin devrede olduğu doğru. Ama bu nitelikli ürünlerin önünde bir açmaz mı, emin değilim. Gürültüsüyle, yarattığı kabalıkla bir açmaz belki. İyi diye değerlendirdiğiniz ve ayrı bir yere koyduğunuz bir yayınevinin, yazdığı her şeyin çöpe atılması gereken birinin kitabını basmasını elbette ilişkilerle ve sosyal medya gücüyle kolayca açıklayabilirsiniz. Fakat bu sırada bence yine de nitelikli ürün kendini var ediyor; yolculuğu biraz netameli oluyor, zaman alıyor ama mecrasını buluyor, diye ümit ediyorum.  

Yayınlanmak üzere hazırladığınız dosya var mı?

Var. Othello’dan da bahsetmem gerekir. Epona’nın yanında dünyadan çağdaş edebiyat metinleri bastığımız diğer marka. Onlarla ilgileniyorum. Geçen aylarda Tarih Adam’ı bastık, tavsiye edeyim. Victor Pelevin’den P Kuşağı, Valeria Tentoni’den Furia Diamante geliyor. Othello’nun Dublinesk serisi bir MUBİ seçkisi gibi bence, takip edilmeli. 

Bu soruların ve yanıtların gölgesinde kendinizi nasıl tanıtırsınız?

Daha her şey çok belirsiz sanırım. Editörüm, genç editörüm. Yazarım, genç yazarım. Her şeyi batırabilirim de. Kendinden emin olmamak değil bu, tamam hissetmemek. Böyle olunca kendime dair tanımlamalar yapmaktan korkuyorum. Kitaplarla epey haşır neşir bir hayat bu evet; ama kimi zaman editörlüğü, okurluğu ve yazmak düşüncesini bırakıp bebeğin niçin ağladığını da dert etmek istiyorum mesela. Veya yurtdışında canım ülkemi özlemek istiyorum. Kendimi kitapların durallığından alıp deneyimlere vermek ve ancak iki ayda bir güzel bir romana denk gelmekle yetinmeyi özlüyorum. Fakat şimdilik habitatım burası. 

edebiyathaber.net (28 Mart 2023)

Yorum yapın