İlk Kitabı Anlatmak söyleşilerimizin bu haftaki konuğu Sumru Yayınları’ndan çıkan “Kemik Kokusu” adlı öykü kitabıyla Murat Ercan.
“Dümdüz bir anlatımı tercih etmek yerine, insanı ve yaşadıklarını anlayan bir yol tutmak istedim. ”
Murat Ercan Kimdir?
Sanırım soruların en zorundan başlıyoruz. Başkasını tanıtmak, işin hem rahat hem eğlenceli yanı fakat oklar kendine dönünce insan ister istemez benliğine yabancılaşabiliyor. Bu yabancılaşmayı ortalama 33 yıldır yaşıyorum. Okuma yazmayı kendimce söktüğümden –okula gitmeden- bu yana elime geçeni okumakla meşgulüm. Yazma hususunda beylik laflar edemem ama iyi bir okur olarak niteleyebilirim kendimi. Doğduğum şehirde büyümeye devam ediyorum. Kısa süreli okul ve şehir değişiklikleri dışında, Malatya’da öğretmenlik yapmayı sürdürüyorum. Kurgu edebiyattan farklı olarak eğitim bilimleri alanında da çalışmalar yapmaya ve bu anlamda da kendimi geliştirmeye çalışıyorum diyebilirim.
Kemik Kokusu, ilk kitabınız ve fırından yeni çıkmış bir somun gibi, kokuyor. Çok okunsun. Evet, ilk kitaplar çok zordur. Kitabınızı yazarken, içeriğini belirlerken ismini koyarken nelerden etkilendiniz? Kitabınızın yazma sürecinden yayınlama sürecine kadar duygularınızı, düşlerinizi ve düşüncelerinizi bizimle paylaşabilir misiniz?
Kemik Kokusu’nu yazmaya pandemi sürecinde başladım. Epeydir zihnimi kurcalayan kimi meselelere bir aktarım yolu bulmalıydım ve bunu öyküler aracılığıyla sağlamaya karar verdim. Birçok yazarın yaptığı gibi benim de çevremden ve deneyimlerimden esinlenerek kurguladığım öykülerim var. Bunu kendi yaşantımla sınırlamam doğru olmaz elbette, tanıdığım veya tanımadığım bir sürü kahramanın yaşam telaşını da anlatmaya çalıştım. Yazmanın zorluğundan keyif aldığımı söyleyebilirim. Sancıların dünyaya bıraktığı her iz, kalıcılık sağlıyor. Bunun tecrübeyle sabit bir tarafı var. Yazmanın keyifli sancısının yanında, yayınlama sürecindeki sancının tatsızlığı soğuk duş etkisi yaratıyor doğrusu. Ben daha pembe bulutlarda gezinmeyi hayal etmiştim fakat isim yapmamış bir yazarın ilk kitapta yaşayabileceği tüm zorluklarla ben de karşılaştım. Sunulan teklifler, kitabımın basılması karşılığında vermem gerekecek tavizler, dudak uçuklatan maliyetler derken yazmaktan ve yayımlatmaktan soğuduğum bir dönem de oldu. Kimi platformların başında yer alan insanlar, kendi kitaplarını alıp sosyal medya aracılığıyla paylaşmam karşılığında öykülerimi yayımlayabilecekleri şartını bile sunmuşlardı. Tüm bunlar yazar adaylarının edebiyata olan inancını ve umudunu yitirmelerine sebebiyet veriyor ne yazık ki. Bu kıyımın uzağında bulunan ve gerçek anlamda edebiyat dostu editörüm Serbun Behçet’le karşılaşınca işlerin çok da bahsedildiği gibi olmadığını anladım. Bu anlamda kendimi çok şanslı ve mutlu addediyorum.
Öykülerinizi okudum. Ötekiyi, nahif ama gülümseten bir dille anlatıyorsunuz. Siz kitabınızı nasıl anlatırsınız?
Eğlenceli kahramanların bile hüzün barındırdığı metinler toplamı diyebilirim. Sosyal sınıf ayrımlarından, öteki olmanın verdiği duygu durumlarından, yalnızlardan, yaşamın kıyıcı tarafından, kucaklanmayı hak eden fakat sarmalanma imkânı yaratılmamış kimselerden bahsetmeyi tercih ettim. Çıkış noktam hep ‘diğerleri’ oldu. Eğitimci kimliğimle görevimi yerine getirirken de ön sıralardaki başarılı çocukların hikâyelerinden ziyade arka sıraları mesken tutmuş eğlenceli ve bir o kadar hüzünlü çocukların hikâyesi cezbetti beni. Hayata başlama skorları yüksek çocukların sağlam halatları var zaten, biz pamuk ipliğine bağlı olanların sicimini sağlamlaştırmalıyız. Orta sınıfın meseleleri yüzyıllardır türlü şekillerde anlatıldı fakat ben de dilimin döndüğünce, ulaşabildiğim miktarda belki biraz cılız ama bir o kadar kararlı bir biçimde sesimi duyurmak istedim. Temelde, insan ve değerleri oldu yani.
Ben öykülerinizdeki hem modern bir öykünün yazılış disiplinine uymanızı ve hem de geleneksel biçimde okura duygusal sarılışınızı beğendim. Dil ve anlatım sizin için bu ilk kitabınızda ne anlam ifade ediyor?
Modern Türk öykücülüğünü ve öykücülerin kullandığı biçemi oldum olası seviyorum. Çağdaşlarımı okumaktan her daim keyif aldım. Etkilendiğim birçok tarafları var. Bu yanları yazım dilimi biçimlendirmeye katkı sağladı elbette. Dümdüz bir anlatımı tercih etmek yerine, insanı ve yaşadıklarını anlayan bir yol tutmak istedim. Empati seviyesi ne denli üst seviyede olursa, okur o denli sarıp sarmalıyor. Bunu kendi okuyuculuk deneyimime dayanarak söylüyorum. Dilin duru olması kadar farklı anlamlarıyla da bezenerek sunulması, damakta kalıcı tatlar bırakıyor. Anlatım şekli ve dil kullanımındaki mahirliğiyle hayranlık duyduğum yazarları okumak, kendi yazma serüvenime de ışık tuttu. Kendi kitabımda da buna ağırlık vermek istedim. Anlatmaya çalıştığım durumları, kullanımından haz aldığım sözcüklerle bezeyerek okuyucunun dimağında yer etmesi adına aktarmaya çalıştım.
İlk kitabınız yayımlandı… Kendinizi nasıl tanımlarsınız şimdi?
Yayımlanmadan önce daha rahattım sanırım. Şimdi işin daha ciddi boyutta ilerlediğini fark ediyorum. Bunun ürküten ama aynı zamanda mutlu kılan bir yanı var. Henüz bir sınıflandırma yapamıyorum kendi adıma. Yazarak anlatmaya gönül vermiş biri olarak, yıllardır kendi içimde yaptığım şeyi şimdi daha geniş bir kitleye sunmaya çalışıyorum. Sanırım kitabı okuyup dönüt sağlayan okuyucuların yorumlarıyla şekillenecek bu süreç. Ben şu an için kendime ‘yazan’ diyebilirim ancak.
İlk kitabınızdan beklentileriniz var mı, neler?
Kitabın çıkış noktası, sesti. Bu sesi ne kadar uzağa ve büyük bir kalabalığa duyurabilirsem, attığım adım amacına hizmet etmiş olacak. Şimdilerde okuyup paylaşan insanları gördükçe beklentimin karşılanacağını hissediyorum. Ortak duygularda buluşup kucaklaşmak eski bir söylem gibi gelse de kulağa, hazzı çok büyük.
Okumakla yazmak arasındaki bağa inanıyor musunuz? Bu bağ sizde nasıl çağrışım yapıyor?
Okumak, yazmanın atası diyebilirim. Okudukça yazma hissinin uyandığını sıkça duymuşuzdur. Ben de aynı kanaatteyim. Taşkınların sebebi, birikmedir günün sonunda. Okumanın yarattığı birikimle zihinde uyuyan ne kadar hormon varsa harekete geçiyor. Kendini yazdıran düşüncelerin peşinde dolaşırken buluyorsunuz kendinizi. Tabii bu durum zamanla ihtiyaca dönüşüp kartopunun çığa dönüşmesi gibi afet hâlini alıyor. Son tahlilde okumak ve yazmak eylemleri, aynı geni taşıyan aile mensuplarıdır diyebiliriz.
Etkilendiğiniz yazarlar var mı? Bu yazarların sizde bıraktığı etkiye neden olan yapıtlar hangileri? Bu yapıtlardan birkaç örnekleme yaparak bu etkiyi açıklayabilir misiniz?
Bilinçli okumalar yaptığımdan beri okuduğum her iyi yazarın bir yanından muhakkak etkilendim, kaçınılmazdı bu. Dünya edebiyatından Dostoyevski’nin Yeraltından Notlar’ı, Camus’un Yabancı’sı, Gogol’un Palto’su, Virgina Woolf’un Kendine Ait Bir Oda’sı, Jose Saramago’nun birden fazla kitabı, Daniel Keyes’in Algernon’a Çiçekler eseri, yine dünya edebiyatından çeşitli tiyatro metinleri çokça etkilemiştir. Yerli edebiyattan etkilendiğim çok daha fazla isim var. Sait Faik, Yaşar Kemal, Barış Bıçakçı, Sevim Burak, Ferit Edgü, Füruzan, Aslı Erdoğan, Sema Kaygusuz, Sevgi Soysal, Bilge Karasu ve daha nicelerinin yazdıklarımda etkisi olmuştur. Bu isimlerin en çok hüzne bakan karanlık tarafları beni kendilerine çekmiştir. Toplumsal ve bireysel meseleleri ele alış biçimleri derinden sarsmıştır. Bu anlamda her birinin tek bir eserini dile getirmem, diğer eserlerine haksızlık olurmuş gibi geliyor.
Ona ulaşmak istediğiniz, keşke ben de böyle olabilseydim ya da olacağım yazarlar var mı kim ve neden?
Bir önceki soruda bahsi geçen tüm isimlerin en az bir özelliklerini barındırmak isterdim doğrusu. Bilhassa Sait Faik’le aynı edebi dönemde yaşayıp kendisiyle tanışmayı ve fikirlerini almayı çok isterdim. Bugün modern öykü yazan her yazarın ona çok şey borçlu olduğu kanısındayım.
Bu soruyu herkese soruyorum ve samimi bir yanıt istiyorum. Günde kaç saat ve ne tür kitaplar okuyorsunuz? Okumaya inancınız nasıl?
Esasen bu soruyu yakın çevreme sormanız gerekirdi. Her an her yerde okuyabiliyorum. Otobüste, kafede, okulda nöbet tutarken ya da teneffüslerde öğretmenler odasında muhakkak elimde kitap bulundururum. Öğrencilerime de bu alışkanlığı kazandırmak adına, sınıfa her ders elimde bir kitapla girerim. Tam olarak bir saat veremem belki ama günde yaklaşık olarak üç dört saat kitap okurum. Tür olarak da öykü, şiir, deneme, roman, anlatı ve biyografi okumayı sıkça tercih ediyorum.
edebiyathaber.net (10 Şubat 2023)