İlk Kitabı Anlatmak: Nihat Kopuz | Adnan Gerger

Mayıs 26, 2023

İlk Kitabı Anlatmak: Nihat Kopuz | Adnan Gerger

İlk kitabı Anlatmak söyleşilerimizin konuğu  h2o Kitap’tan çıkan “O Yazar Muhtemelen Benim” adlı kitabıyla Nihat Kopuz.

“Yani bir yazarın anlatmak istediklerine ulaşması mümkün değil demek istiyorum. Nasıl olabilir bu? Bir öyküyü, şiiri veya romanı sonsuza kadar değiştirebiliriz ve sonunda ulaşacağımız şey daha mükemmel hale gelse bile bu kusursuzu ifade edemez.”

O Yazar Muhtemelen Benim adlı ilk öykü kitabınız yayınlandı. İlk kitaplar çok zordur. Kitabınızı yazarken,  içeriğini belirlerken ismini koyarken nelerden etkilendiniz? 

Ben kendimi bildim bileli okumaktan, yazma işinden daha çok keyif almışımdır. Nerede olsa okurum. Bu kalabalık bir otobüs olabilir, martı çığlıkları arasında bir vapurun koltuğu olabilir, seslerin ve sigara dumanlarının birbirine karıştığı bir kahve köşesi de olabilir. Tüm bu yerlerde sürekli okurum. Bu okumalar zamanla -her yazarın başına geldiği gibi- yazmaya dönüştü. Zamanla, yukarıda saydığım bütün bu mekanlarda yazmaya da başladım. Bunlar bazen bir öykünün girişi, bazen küçük bir not, bazen de yazarlar üzerine konuşma yazıları idi. Sorunuzu okumalarımın anlatımı ile açtım çünkü planlı bir şekilde şunları yazayım demedim hiç. Şimdi, kitapta yer alan öykülere baktığımda bir bütünlük taşıdıklarını görüyorum. Genelde iki şeye odaklanmış öykülerim. 1. Entelektüel diyebileceğimiz bireyin yalnızlığı ve anlaşılamaması. 2. Çocuklar. Fakat bunları bilinçli şekilde öyküleştirmedim. Saf bir şekilde oluştular ve bunları okumalarımın meyvesi olarak görmem sanırım yanlış olmaz. 

Kitaba koyduğum isim de, içerisinde yer alan öykülere uygun düşüyor. Çünkü hemen hemen bütün öykülerde entelektüel -çoğu zaman da yazarlık yapan- bir kimlik var. İşte oradaki yazar muhtemelen benim. 

O Yazar Muhtemelen Benim kitabınızda yer alan öykülerden bahseder misiniz? Öykülerinizde neyi nasıl anlatmak istediniz? Anlatmak istediğinize ulaştığınızı düşünüyor musunuz? 

Hayır. Bu mümkün değil. Yani bir yazarın anlatmak istediklerine ulaşması mümkün değil demek istiyorum. Nasıl olabilir bu? Bir öyküyü, şiiri veya romanı sonsuza kadar değiştirebiliriz ve sonunda ulaşacağımız şey daha mükemmel hale gelse bile bu kusursuzu ifade edemez. Zannederim Cortazar’a ait bir sözdür, şöyle: “Bir öyküyü otuz farklı şekilde yazın ve her birini önünüze dizip içinden en iyisinin bu olduğuna inandığınızı seçin. Bu seçtiğiniz yine de en iyisi olmayabilir.” Gerçekten de öyledir. Hangi öykünün daha iyi olduğu veya bir öykünün hangi şekilde daha iyi olduğu bence muğlak bir konudur.  

İlk kitabınızdan beklentileriniz nelerdi? 

Ben okumalarıma roman türü ile başladım. Yıllarca roman okudum. Yazmak istediğim şey de romandı aslında. Ama aldığım notlar bir süre sonra öyküye dönüşmeye başladı. Takipçilerim de öykülerime olumlu dönüşler yaptı. Bir süre öyküde ilerledim. Zannederim yirmiden fazla öyküm çeşitli dergilerde yayımlandı. Öykü yazmak bir süre sonra bir tutkuya dönüştü. Elimde hiçbir yerde yayımlamadığım öyküler var. Bunları da bir kitapta görmek istiyorum. Yani zannederim ikinci kitabım da öykü türünde olacak. Ardından bir roman kaleme almak istiyorum. Aslında kafamda yıllardır dolanıp duran bir konu var. Çok katmanlı, büyülü gerçekçilik barındıran bir roman konusu. Hakkında tuttuğum onlarca sayfa not da var. Mümkün olursa onu yazmak istiyorum. Edebiyattan gelecekte beklentilerim şimdilik bunlar. Yani kafamın içinde bunlar var. Ben Japon yazar Murakami’yi çok severim. Etkilendim ondan. Hem kurgusundan hem de edebiyata bakışından etkilendim. Sorunuzu Murakami’den bir alıntı ile bitireyim. Kitaplarının birinde şöyle der Murakami: “Herkes bir ilk kitap yazar, ama önemli olan ilk kitabı yazabilmek değil, edebiyatta hayatta kalabilmektir.” Zannederim benim istediğim de burada hayatta kalabilmek.  

Sizi dergilerde öykülerinizle ve kitaplarla ilgili yazılarınızla görüyorum. Emek veren bir kişi olarak edebiyattan ne umuyorsunuz?

Ben hayat hakkında yakınmayı sevmem. Günlük hayatta en sıkıldığım şey budur. Herkes yakınıyor. Bütün arkadaşlarım yakınıyor. Hayattan, mesleklerinden ve ülkeden. Sürekli yakınıyorlar. Bu durum beni hep rahatsız etmiştir. 

Edebiyatta karşılık almak neyle olur bilmiyorum. Bir kitabı okumak, orada yaratılan âlemden tat almak; yazdıklarınızın az çok birileri tarafından okunduğunu bilmek, birilerinin size dönüt verip yazdıklarınıza ilgi göstermesi eğer ki bir karşılıksa az çok bu karşılığı alıyorum. Ama hepimiz biliyoruz ki ülkede her iş zor, özellikle maddi anlamda hiç kimsenin de memnun olduğunu düşünmüyorum. Bu doktor için de, öğretmen için de, bir mağazadaki kasiyer için de geçerli. Eğer bana “Mutlu musunuz?” diye sorsaydınız, “Evet öyleyim,” derdim. Ama yaptığımın karşılığını alıyor muyum, bundan emin değilim. Hayatta ekmek aslanın ağzında, edebiyatta ise zannederim karnında.  

Okumakla yazmak arasındaki bağa inanıyor musunuz? Bu bağ siz de nasıl çağrışım yapıyor? 

Okumalar yapmadan herkesin okumak isteyeceği bir yazıyı yazabilmenin mümkün olmadığını düşünüyorum. Herkes yazı yazar. Mesela “Ali ata bak” bir cümledir ve sonuçta bir yazıdır. Ama bunu niçin satın alıp okuyalım ki!? İşte bu Ali ata bak ifadesinden herkesin okuyacağı bir metni devşirmek, oraya evrilmek ancak sıkı ve kaliteli okumalarla mümkün olabilir. 

Etkilendiğiniz yazarlar var mı? Bu yazarların sizde bıraktığı etkiye neden olan yapıtlar hangileri? Bu yapıtlardan birkaç örnekleme yaparak bu etkiyi açıklayabilir misiniz?

Başta Dostoyevski. Onun yapıtlarındaki ani patlamaları, karakterlerinin hop oturup hop kalkmalarını çok severim. Elinizde tuttuğunuz şey Dostoyevski karakterleri ise hangi köşe başında ne yapacakları belirsizdir. Dostoyevski okurken bir şeyi fark ederiz: Onun odaları Tolstoy’un aksine bomboştur. Çünkü Dostoyevski eşyalarla değil salt insan beyniyle, orada dönüp duran karmaşayla ilgilenir. Otuz dakikalık bir okuma boyunca odadaki eşyaları anlatıp duran Tolstoy’dan daha çok, özel bir cinneti ifade ettiğini düşündüğüm Dostoyevski’yi severim. Buna rağmen en sevdiğim ikinci yazar da soylu Tolstoy’un kendisidir. Bir eleştiri yazımda şöyle demiştim: Tolstoy en büyük sanatçıdır, ama Tolstoy en büyük sanatçı ise en büyük peygamber de Dostoyevski’dir. (Peygamber bahsi mecazi elbette) 

Burada etkilendiğim yazarları tek tek konuşursak bu bir kitaba dahi dönüşür. En sevdiğim yazarlardan birkaç isim vereyim: Shakespeare, Stendhal, Zola, Balzac, James Joyce, Proust, Thomas Mann, Nabokov, Baudelaire, Haşim, Nazım Hikmet, Tanpınar, Oğuz Atay, Orhan Pamuk, Borges, İtalo Calvino, Cortazar, Çehov, Raymond Carver… 

Günde kaç saat ve ne tür kitaplar okuyorsunuz? Okumaya inancınız nasıl?

Fırsat buldukça okurum. Her yerde. Özellikle edebiyat. Ama bunun yanında tarih alanında en beğendiğim Türk yazar Reşad Ekrem Koçu’dur. Halil İnalcık da keyifle okuduğum tarihçilerdendir. Felsefe ve edebiyat kuramı okumayı da çok severim. Yalnız, bir inceleme yazımda şöyle bir şey dediğimi hatırlıyorum: “Don Kişot hakkında yazılan her şeyi okurum, ama en sonunda yine Don Kişot’un kendisine inanırım.”  

Yayınlanmak üzere hazırladığınız dosyalar var mı?

Var. Bir öykü dosyam daha var. Ayrıca bugüne dek çeşitli edebiyat ortamlarında yayımlanan inceleme yazılarımı da bir kitapta görmek istiyorum. 

Soru ve yanıtların ışığında kendinizi tanıtır mısınız?

Bence zengin bir yaşam sizi mutlu eden ne varsa onlarla ilgilenebilmektir. Edebiyat benim için her gün bir parça ilgilenmem gereken bir şey. Özellikle iyi edebiyat. Buna, mutlu olmak için ve hayatta kalmam adına ihtiyacım var. Bunu yapabiliyorum. Öyleyse zengin bir yaşamım var. 

edebiyathaber.net (26 Mayıs 2023)

Yorum yapın