İlk Kitabı Anlatmak: Şeyda Apaydın | Adnan Gerger

Haziran 16, 2023

İlk Kitabı Anlatmak: Şeyda Apaydın | Adnan Gerger

İlk Kitabı Anlatmak söyleşilerimizin konuğu Arte Yayınları’ndan çıkan “Gece Sütü” adlı kitabıyla Şeyda Apaydın.

“Öyküye başlarken genellikle sonunu ben de bilmiyorum. Sonuna yaklaşırken kendiliğinden beliriveriyor her şey. Ama bazı öykülerde de tersi oluyor, sürpriz sonu başından biliyorum. O zaman da sona ulaşmak için kurguya yoğunlaşıyorum. Sonunu baştan biliyorsam, öyküyü kurmak daha çok yoruyor beni ama yazmanın tadına daha çok varıyorum.”

Gece Sütü, ilk kitabınız. Oysa siz yıllardır yazı dünyasının içindesiniz. Bu kitabı yayınlatmak için neden geciktiniz?

Gazeteciliğin nasıl bir iş olduğunu benden çok daha iyi bilirsiniz. Mesleğimiz, hem zihnen hem bedenen bizi esir alır. Bir haberi yazmakla ya da bir röportajı hazırlayıp teslim etmekle iş bitmez. Uyurken bile haberle uğraşırsınız. Ben de sanırım bu yüzden, yaşamımı kuşatan gazeteciliği bırakıncaya kadar, iç dünyama gereken ilgiyi gösteremedim. Gazetecilikte hepimizin yaşadığı iş kaygısı da buna engeldi belki. Uzun yıllar, işimi yaparken, iki arada bir derede edebî metinler yazmaya çalıştım ama dosya aşamasına getiremedim.   

Gece Sütü’nü yazmaya nasıl karar verdiniz? Bir kitap yazma ve yayınlatma süreci ne zaman başladı, bu yolculuğu anlatır mısınız? Bu kitapla ilgili düşlerinizi, düşüncelerinizi ve duygularınızı öğrenebilir miyim?

Gece Sütü, bu ismi koyup da yazmaya karar verdiğim bir kitap değil. Kitap yazma hayalim, hep vardı aslında. Gazetecilikten emekli olduktan sonra kendi dünyama ilgi göstermeye başladım. Yazdıklarımın bir kısmını eledim, bir kısmını da dosya yapıp yayınevlerine göndermeye başladım. Kitaba adını veren öyküm de yazdıklarım içinde beni en çok etkileyenlerden biriydi.  

Başvurduğum yayınevlerinin bazılarından olumsuz cevap geldi. Bazıları ise cevap bile vermedi. Buna rağmen umutsuzluğa kapılmadım. Kısa bir süre sonra Arte Yayınevi’nden Editör İlknur Kavlak aradı ve öyküleri beğendiklerini, kitap olarak bastırabileceklerini söyledi. Sonra birlikte elemeler yaptık; kapak, mizanpaj için çalıştık ve kitabım basıldı. Gece Sütü, kısa süre sonra internet sitelerinde ve kitapçılarda yerini aldı. 

Kitapla ilgili “düşlerimi” sordunuz ya, doğrusu kitabın kendisi benim için bir “düş”tü. En büyük düşüm, bir gün, yıllarca kitap aldığım kitapçıların raflarında kendi kitabımı görebilmekti. Ada Kitabevi’nde Gece Sütü sadece rafa değil, vitrine de konuldu, çok mutlu oldum. 

Düşüncelerime gelince… Bana göre kariyer; eğitimle, etiketle, parayla, kendinden ödün vererek edinilen konum değildir. Kariyer; hangi alanda olursa olsun, insanın duruşunu bozmadan, emek vererek ulaştığı konumdur. Kimseden bir şey istemeden, sadece çabayla, değerli gördüğüm çok büyük bir alanda, toz zerreciği kadar olmasa da bir yer bulmaya çalışmak, beni mutlu ediyor. “Gece Sütü” bu bağlamda benim için yazın dünyasının kapısını açan bir anahtar gibi…

Gece Sütü ile ilgili duygularım, başlangıçta “sevinç”ti. Ancak kitapla ilgili paylaşımlar gelmeye başlayınca, sevincin yerini “ortaklaşma” aldı. Her bir öykü, her bir okurda farklı duygular uyandırmıştı. O zaman, tanımadığım insanlarla, duygularda, yaşanmışlıklarda ve hayallerde kesişme noktalarımız olduğunu kavradım. Herkes kendi yaşamına göre bazı kahramanlarla özdeşleşti, onları sevdi. Ama bunlar içinde beni en çok mutlu eden, “Her bir kahramanı yaşamış gibi yazmışsın.” sözlerini duymak oldu. 

Gece Sütü, yayınlanıp da elinize aldığınızda neler hissettiniz? 

Kitap, eve kargoyla gelecekti. Pencerelerde oradan oraya sabırsızlıkla koşuşturup durdum. Paket gelip de açtığımda, büyük bir heyecan yaşadım. Yıllarca aldığım notlar, yazmak için çektiğim fotoğraflar, geceler boyu yazdıklarım, dinlediğim müzikler oradaydı. Sanki harfler, sözcükler, öykü kahramanları paketin içinden yukarıya uçuşuyordu. Yüzümde büyük bir gülümsemeyle onlara baktım birkaç saniye. Sonra eşim, kitabı elime aldığım ânı küçük bir video çekerek ölümsüzleştirdi. Tabii bu benim için olduğu kadar, kitaba büyük emeği olan çok değerli arkadaşım Edebiyat Öğretmeni Seyhan Can ve ailem içindi. Videoyu hemen gönderdim, sevincimizi paylaştık. 

Gece Sütü’nü çok dikkatle okudum. İçeriğini size sormadan önce sormak istediğim başka şey var. Öyküleriniz bu acımasız dünyayı öykünün o disipliniyle ve niteliğiyle anlattığı gibi özgün bir kurmaca da okura nefes almasına da fırsat vermiyor. Bu anlatımı nasıl yakaladınız?

Doğrusu bu sözleri, sizin gibi bir yazardan ve meslek büyüğümden duymak benim için çok özel. Mutlu oldum. Çok teşekkür ederim. “Dünya acımasız” diyorsunuz ya, gerçekten acımasız ve bunlar, ardında saklı büyük gerçeklere rağmen, çok ama çok basit yaşanıyor gözlerimizin önünde… Ben de o basit akışı olduğu gibi aktarmaya çalışıyorum. Bu sanırım biraz da bakış ile ilgili. Siz bunu daha iyi bilirsiniz. Bir öyküyü, kimi zaman yere düşmüş bir yaprak, kimi zaman bir çocuğun ağlaması, kimi zaman da bir istinat duvarı tetikleyebilir. Duyduğunuz bir ses gibi aldığınız bir koku da, içinizde birikmiş ve yazılmayı bekleyen şeyler varsa, kaleminizi harekete geçirebilir. Kurmaca ya da değil, önemli olan inandırıcılık. Bunu gerçekleştirmeye çalışıyorum.

Gece Sütü’ndeki hikâyelerin temasını size sormak istiyorum. Ne anlatmak istediniz?

Gece Sütü’nün ana teması, “İnsan ve insana özgü tüm hâller” diyebilirim. Ancak, yazarken öyle bir çerçeve belirleyip de yazmış değilim. Öyküler farklı zamanlarda, farklı yerlerde, farklı durumlardan beslenerek ortaya çıktı.  Anlatmak istediğim özel bir şey yok aslında. Görebildiğim yaşamı yansıtmaya çalıştım sadece. 

Okur, Gece Sütü’nü neden okusun? 

 Zor ve beni köşeye sıkıştıran bir soru bu. “Okur Gece Sütü’nü şu sebeple okusun”  gibi bir şeyi benim söylemem sanırım doğru olmaz. Bunu, kitabı okuyanlar söylese daha güzel olur sanki.

Düşünüyorum da Gece Sütü’nde beni etkilemeyen öykünüz hangisi, bulamadım. Peki, size en çok dokunan öykünüz hangisi?

Bu yorumu sizden duymak benim için çok kıymetli… Teşekkür ederim. Kitaptaki her bir öykü ve öykülerdeki her bir kahraman, benim için özel. Yazarken, kimi zaman yaşamının son mevsiminde bir kadın, kimi zaman örselenmiş bir çocuk, kimi zaman yaşama tutunmaya çalışan bir genç kız, kimi zaman da yaralarına rağmen ayakta durmaya çalışan bir baba oldum. Onlarla sabahladım çoğu kez. Onları dinledim, onlarla uzun zaman geçirdim. Onların duygularını gerçekten yaşamış gibi hissettim. Bazen ağladım, bazen de kahkahalarla güldüm. Her öykü o yüzden değerli.  

Ben de edebi değerini yitirmeden ve öykünün içine dâhil olan karmaşık ve şaşırtıcı sonuçlarla biten öyküleri beğeniyorum. Öykülerin finallerini böyle yazmanın da kurmacaya verilen önemden kaynaklandığına inanıyorum. Siz kurmacayı öne çıkartmanıza rağmen metnin önüne de geçmiyorsunuz ve birbiriyle çatışık hale de getirmiyorsunuz. Bunu nasıl sağlıyorsunuz?

Bu özel olarak çaba gösterdiğim bir teknik değil. Ama başardıysam ne mutlu bana. Yazarken, akışa odaklanıyorum daha çok. Akışı yakaladıysam, gerisi geliyor. Bir de en önemlisi, daha önce de söylediğim gibi, inandırıcı olmak. Buna dikkat etmeye çalışıyorum. 

Sürpriz sonlara gelince… Öyküye başlarken genellikle sonunu ben de bilmiyorum. Sonuna yaklaşırken kendiliğinden beliriveriyor her şey. Ama bazı öykülerde de tersi oluyor, sürpriz sonu başından biliyorum. O zaman da sona ulaşmak için kurguya yoğunlaşıyorum. Sonunu baştan biliyorsam, öyküyü kurmak daha çok yoruyor beni ama yazmanın tadına daha çok varıyorum. 

Size göre, okumakla yazmak arasındaki o bağ ne için kurulup da geliştirilmeli?

Okumak, yazmanın pusulasıdır bence. İyi yazarların her şeyden önce iyi birer okur olduklarına inanıyorum. Okuma ile yazma arasındaki bağ, anneyle çocuğu arasındaki göbek bağına benzetilebilir. Beslenmek, gelişmek, büyümek ve sonrasında yürüyebilmek, yaşama katılabilmek tamamen o bağla ilgili.

 Kitap okumayan insanla okuyan arasındaki fark, o insanların bakışlarında, sesinde, yaşamdaki duruşunda nasıl belliyse, yazılarında da kendini gösteriyor. İyi yazmak, anlamak, bakmak değil görmek için okumaya ihtiyacımız var. O yüzden, yazmak isteyen birinin okumayı yaşamının vazgeçilmez bir parçası hâline getirmesi gerektiğine inanıyorum.

Bana göre, bu kitabı başka kitaplar takip etmeli. Yeni dosyalarınız var mı?

Evet, ben de istiyorum bunu. Yeni dosyalarım yok ama taslaklarım ve birikmiş yazılarım var. Dosyaya dönüştürmek için çalışıyorum. 

Bu soruların ve yanıtların ışığında kendinizi nasıl tanıtırsınız?

Şimdilerde kendini tanıma ve anlama mevsimindeyim. Algılayabildiğim kadarıyla, yaşamımı duygularım yönetiyor.  Küçük şeylerden zevk aldığım gibi, küçük şeylere üzülmekte de ustayım. Örneğin bir demet frezya, kesik uçlu bir kalem, güzel bir defter, en büyük mutluluğum olabilir. Yolda gördüğüm eski bir ayakkabı tekine, yere düşmüş uçurtmaya, asfaltta savrulan sonbahar yapraklarına günlerce üzülebilirim. Bir çocuğun gözlerindeki durgunluk, içimi parçalar. Hastanelerin sönmeyen ışıkları, yüreğimi yaralar. Dalı kırılmış bir ağacın her şeye rağmen yaşamaya devam etmesi, güneşin her gün yaşamı bize hatırlatması, sabahları kuşların cıvıltıları, kışın usul usul yağan kar, rüzgârın uğultusu… Kısacası yaşama dair iyi ve kötü her şey, kaydoluyor kalbime. Bunlar yoruyor elbette… Bu yüzden, zaman içinde minicik zamanları büyüterek yaşamaya çalışıyorum. Müzik dinlemek, kitap okumak, günlük yazmak, bulutlara bakarak hayaller kurmak, gün batımlarını izlemek… Hepsi benim için zamanı büyüterek yaşamak. Sevdiğim şeyleri tekrarlamaya, sevmediğim her şeyden uzak durmaya gayret ediyorum. Sade yaşamaya çalışan sıradan biriyim.

edebiyathaber.net (16 Haziran 2023)

Yorum yapın