İlk kitabı Anlatmak söyleşilerimizin bu haftaki konuğu Edebiyatist Yayınevi’nden çıkan “Kara Gergedan” adlı kitabıyla Turhan Yıldırım.
“Herkesin kullandığı yollar varken bambaşka yollardan gitmeyi seviyorum. Bilinç akışı kullandığım yöntemlerden birisi. Oldukça süratli çalışan zihnimin hızını olduğu gibi aktarabildiğim kendi açımdan harika bir anlatım biçimi. Nispeten normalin dışında olmak beraberinde bazı dezavantajları getirse de öykülerimi bir oyun alanı olarak görüp okuru da buraya davet etmeyi sürdüreceğim.”
İlk Kitabınız Kara Gergedan… Son derece bilinçli ve ustaca düşünülmüş yazılmış öykü kitabı… Böylesine kitabı yazma ve yayınlatma sürecini ta başından itibaren anlatır mısınız?
Yıllardır modernist ve postmodernist yazarların eserlerini, onlar için yazılmış inceleme kitaplarını okuyorum. Özellikle hem Dünya hem de bizim edebiyatımızda 1950 sonrası bu tarz kaleme alınmış yapıtlardaki temel meselenin benimkiyle benzer olduğunu gördüm. Yaşadığım şehir olan İstanbul’un kaosundan besleniyorum. Zihnim, tıpkı bir zamanların postmodernist yazarlarında olduğu gibi adeta karnaval yeri. Bu da içimdeki karmaşayı, adeta bir oyun alanı olarak gördüğüm öykülerime yansıtmama neden oluyor. Temeldeki derdimin yanı sıra nasıl anlatacağım kısmına çokça düşünen, bunun için esasen öykü türünde pek de yararlanılmayan yazınsal araçları bile isteye kullanan biriyim. Dildeki pürüzsüzlük, metnin akışkanlığı ve farklılığı önemsediğim, özellikle üstünde durduğum nitelikler. Kitabımdaki öyküler yaklaşık iki senelik bir çalışmanın ürünü. İlk eserimde fazlasıyla uzayan değerlendirme, yayımlanma sürecine dâhil olmak yerine çalışmalarını yayımlamış oldukları dergiden dolayı bildiğim Edebiyatist Yayınevi’yle ilerledim. Yayınevimle birlikte Kültür ve Turizm Bakanlığı “Edebiyat Eserlerini Destekleme Projesi”ne başvurduk. Yaklaşık altı ay süren bekleyiş sonucunda gelen onay üzerine Kara Gergedan okuruyla buluştu.
Kara Gergedan’da yer alan öyküler, modern bir yöntemle bilinç akışıyla yazılmış öyküler. Sözcüklerin anlam katmanlarıyla beğeniden emin bir şekilde okura dokunmaya da cesaret ediyorsunuz? Bu cesaretiniz nereden geliyor.
James Joyce 1910’lu yıllarda Ulysses’i, Georges Perec 1960’lı yıllarda Kayboluş’u, Oğuz Atay 1970’li yıllarda Tutunamayanlar’ı yazdı. Geride böylesine farklı eserler ortaya koyan yazarlar varken bu cesareti göstermesem kendimi çok eksik hissederdim. Alışılagelen, kabul edilen, çok beğenilip okunan belki de yüz binlerce eser sayabiliriz. Hâlâ da böyle kitaplar yazılmaya devam ediliyor. Herkesin kullandığı yollar varken bambaşka yollardan gitmeyi seviyorum. Bilinç akışı kullandığım yöntemlerden birisi. Oldukça süratli çalışan zihnimin hızını olduğu gibi aktarabildiğim kendi açımdan harika bir anlatım biçimi. Nispeten normalin dışında olmak beraberinde bazı dezavantajları getirse de öykülerimi bir oyun alanı olarak görüp okuru da buraya davet etmeyi sürdüreceğim.
Yukarıdaki soruyu tamamlamak adına soruyorum. Kara Gergedan’daki öyküler absürt, bir çıldırma anına dair… Bu öykülerin anlatımıyla birlikte kurmacası da ilginç. Öyküde beslendiğiniz damar hangi damar?
Temelde iki ayrı damardan söz edebilirim. Birincisi, kitapta yer alan ilk öykü “Adsız Ölü(m)”de olduğu gibi bu topraklarda yaşanan geçmişin acı olaylarını yeniden kaleme alıyorum. İnsan acıları çabuk unutan bir varlık belki ama edebiyat tam da bu noktada kabuk tutan yaraları tekrar açandır. İkinci damarsa sizin de belirttiğiniz gibi şehrin karmaşasından beslendiğim deliliğin sınırındaki karakterleri anlattığım öyküler. Bu damarı ikiye ayırıyorum. Biri tıpkı “Kızılca Karanlık” ve “Büyülü Gözler” öykülerinde olduğu gibi daha duygusal bir dile sahip olanlar, diğeriyse “Gerçeğin Yansıması” ve “Yazar Uyanması”ndaki gibi anlatımın çok daha çılgınca olduğu metinler. Ama neyi yazarsam yazayım geçmişten başlayarak sistemin ta kendisiyle bir meselemin var olduğunu ve karakterleri eninde sonunda arıza çıkaran, normalin dışında kalan kişiler olarak kurguladığımı söyleyebilirim.
Şiir yazar gibi nicelik olarak çok öykü yazılmaya başlandığı tespitine katılıyor musunuz? Bu durumu günümüz öykücülüğünün kazanımı olarak sayabilir misiniz? Öykü nerede, nerede ve nasıl olmalı?
Edebiyat camiasında bir süredir tartışılıyor bu konu. Öykülerin tekdüze olduğu, belirli bir sayfa sayısıyla sınırlanıp aynı konular ve anlatıcılar etrafında döndüğü eleştirisi, işin erbapları tarafından yapılıyor. Atölyelerin ve özellikle de dijital dergilerin sayısının hızla artmasıyla bir öykücü enflasyonunun yaşandığı aşikâr. Günceli takip eden bir okur olmama rağmen çıkan öykü kitaplarını takip etmekte zorlanıyorum. Bunun hem pozitif hem de negatif yanları söz konusu. Belki de yayıncılar artık şiire yeterli alanı açmadığından şairlerin de öykü türüne geçişi hızlanmış olabilir. Öykü, kitap olarak okunma ve satış anlamında nispeten şiire göre daha avantajlı bir tür olsa da -günümüzün gerçekliği- romanın okurdaki karşılığının ikisinin de üzerinde olduğu. Bundandır ki her öykücünün tipik karşılaştığı sorular, roman yazacak mısın, bir sonraki eserin yine öykü mü olacak, şeklindedir. Öykücü sayısındaki artış önümüzdeki dönemde de belki devam edebilir ama gerçekten bu türe yeterince çaba gösterenlerin eserlerini geleceğe taşıyacaklarını düşünüyorum.
Bu soruyu okumaya dair inancınızı sorgulamak için sorduğumu sanmayın, lütfen. Özellikle yazan arkadaşlara neden okunması gerektiğine, okur arkadaşlara da nasıl okuma yapılacağına dair eleştirel bir örnek olmanız açısından soruyorum. Günde kaç saat ve ne tür kitaplar okuyorsunuz? Yazanlar ve yazmayı düşünenler neden okumalı?
Öncelikle tipik bir cevap vermek istiyorum, okumadan yazar olunmaz. Okumaktan kastım da bilinçli, nitelikli bir okumadır. Yazarlığımdan da önce kendimi okurluğumla tanımlarım. Hafta içi geçimimi sağlamak adına edebiyatın çok dışında bir iş yapıyorum. İstanbul’un malum trafiği esnasında geçen zamanın tümünü okuyarak harcıyorum. Şöyle ki eğer okuduğum bir bölümü ya da öyküyü bitiremediysem metrodan indikten sonra dahi ona devam ederim. Bu okuma durumu ta ki tünel çıkışına kadar devam eder. Okumak benim için hayatımın en önemli eylemlerinden biri. Edebiyatı yaklaşık yirmi yıldır bir çatı olarak görüyorum. Bundandır ki neredeyse tüm okumalarım edebiyatın içinde. Çoğunlukla kurgusal metinler okusam da kurgu dışında edebiyat teorisi, inceleme, eleştiri gibi alanlarda yazarlığımı besleyici okumalar da yapıyorum. Süre açısından tam bir bilgi veremem belki ama günlük ortalama 50-120 sayfa arasında kitap okuyorum. Okumak, yazarlığım için en önemli nokta olsa da sadece bunu da yeterli görmüyorum. Yazdıklarım ve yazacağım metinler üzerine düşünmek, edebiyat hakkında yazar arkadaşlarımla sohbet etmek, kitap okuma gruplarına dahil olmak, yazar arkadaşlarımın söyleşilerine katılmak ve bazen moderasyonu üstlenmek, edebiyatın çeşitli alanları üzerine incelemeler yazmak, Youtube kanalımda videolar çekmek, 1000kitap.com web sitesinde moderasyonda olmak gibi eylemlerle hayatımın önemli bir kısmını edebiyata ayırmış durumdayım.
Siz tam anlamıyla edebiyat işçiliği yapan bir arkadaşsınız. Okuyor, düşünüyor, yazıyor ve her şeyden önemlisi bireysel ve özverili çabalarınızla edebiyata dair düşüncelerinizi insanlarla sosyal medya dâhil her ortamda paylaşmaya çabalıyorsunuz. Kara Gergedan’ı elinize aldığınızda bu didinmenizin emeğinizin karşılığını aldım diye düşündünüz mü?
Bu soruya gönül rahatlığıyla kesinlikle aldım diye cevap verebilirim. Sonrasında okurlardan gelen olumlu geri dönüşler de beklediğimin üzerinde oldu. Kaleme aldığım öykülerin nispeten farklılığı nedeniyle kafamda hep bir “ama” sorusu vardı fakat kitabımın yayımlanması sonrasında yaşadıklarım, daha da nitelikli, farklı olanları yazmam konusunda bana gerekli motivasyonu sağladı.
Okurken, okuduğunuz kitapları paylaşmaya, onları edebiyatseverlere anlatmayı ve edebiyatı onlarla tartışıyorsunuz. Üstelik tek başınasınız. Bunu neden yapıyorsunuz? Siz kendinizi bir Kara Gergedan’la mı özleştiriyorsunuz yoksa?
Akışın tersine gitmeyi, normalin, olağanın dışında olmayı seviyorum. Youtube kanalımda çektiğim videoların bir benzerinin pek fazla olmadığını, kaleme aldığım öykülerin farklılığını biliyorum. Belki de insanlara bildiklerinin dışında bir yolun da var olduğunu göstermeye çalışıyorum. Okuduğum kitaplar, kurgusal karakterler, kurmaca mekânlar, yazarlar adeta kafamda cirit atıyor. Bunları başkalarıyla paylaşmak sanırım hem bana hem de karşımdakilere iyi geliyor.
Yayınlatmak için hazırladığınız dosyalar var mı? İçerikleri neler?
Şu an bir yayınevinde kitaplaşmayı bekleyen öykü dosyam mevcut. Tamamlanmasına az kalan bir öykü dosyam daha var. Bunların haricinde çalışma sürecine devam ettiğim bir şiir, bir de roman dosyam mevcut. Kısacası oradan oraya koşuşturan zihnim gibiyim, aynı anda birden çok türde kalem oynatıyorum.
Bu soruların ve yanıtların ışığında Turhan Yıldırım kim, kendinizi tanıtabilir misiniz?
Yaşamının büyük bir kısmını edebiyata ayırmış biri olarak tanımlıyorum. Tür ayrımı yapmaksızın edebiyata dair her şeye aşığım. Her insanın kendine göre bir dinlenme şekli olur. Bense edebiyatla dinleniyorum. Bu tempoyu devam ettirmek pek kolay değil belki ama başka türlüsünü de açıkçası düşünmek istemiyorum. Durmaksızın konuşan aklıma iyi gelen tek şeyin bütünüyle edebiyatın kendisi olduğunu söyleyebilirim. Okumak, yazmak ve edebiyat üstüne sohbet etmek benim için ekmek gibi su gibi gerekli.
edebiyathaber.net (25 Nisan 2023)