İlk kitabı Anlatmak söyleşilerimizin konuğu Vacilando Kitap’tan çıkan “Küçük Kırık Çizgiler” adlı kitabıyla Zerrin Saral.
“Herkes kendi yaratım evrenine ait olanı çeker alır, bir araya toplar, yerleştirir, bozar, kurar. Bu cesaret ve heyecanı içinde barındıran oyunsu bir eylem. Ân’ları göstermek, sonra durmak ya da uzaklaşmak. Üstüme, zihnime bıraktıkları izler. Ama hep anlatma/söyleme isteğinden. Bu izlerin sözcüklere karşılık gelişi.”
Küçük Kırık Çizgiler, adlı öykü kitabı ilk kitabınız. İlk kitaplar çok zordur. Kitabınızı yazarken, içeriğini belirlerken ismini koyarken nelerden etkilendiniz? Kitabınızın yazma sürecinden yayınlama sürecine kadar duygularınızı, düşlerinizi ve düşüncelerinizi bizimle paylaşabilir misiniz?
Evet, ilk kitabın zorluğunu bu süreçte ben de deneyimledim. Kitap çıkarmak normal şartlarda bile zorken, ilk kitabın ülkenin ekonomik anlamda geçtiği sıkıntılı zamanlara denk gelmesi, bu zorluğu ikiye katladı. Yayınevi bulma kısmının kolay olmayacağını başından beri biliyordum. Bu düşünceyi öykü dosyam bitene kadar hep öteledim. Sadece yazdığım öykülere yoğunlaştım. Bitti, dedikten sonraki süreç stresliydi. Etik olarak dosyanızı tek bir yayınevine yollayıp sabırla beklemeniz, olası olumsuz yanıta göre sıradaki yayınevine göndermeniz gerekiyor. Küçük Kırık Çizgiler’le birlikte bu anlayışla bekledik. Bekleme süreci her ne kadar cesaret kırıcı olsa da bir şekilde deneyim kazandırdı. Farklı yapılarla, farklı ilkeleri olan kurum ve insanlarla karşılaştığınızda içinde bulunduğunuz durumun zorluğunu her defasında daha iyi anlıyor, yalnızlığınızın farkında tekrar tekrar varıyorsunuz. Hatta vazgeçip durduğunuz zamanlar, yeniden yola koyulmaya karar verişleriniz… Pek çok yazarın karşılaştığı durumla ilk kez karşılaşıyorsunuz aslında. Elinizde tuttuğunuz bir eşya, bir obje değil. Sözcükleri tek tek bir araya getirdiğiniz anlatılarınız. İnancınızı kaybettiğiniz, yazdığınız metne dönüp dönüp çalıştığınız zamanlar. Vacilando’dan gelen olumlu yanıtın ardından editörüm Mustafa Okumuş, yayınevi ilkelerini, süreci detaylarıyla anlattı bana. Kitabın yayımlanma takvimiyle ilgili o gün ne konuştuysak, o doğrultuda yol aldık.
Küçük Kırık Çizgiler, on iki öyküden oluşuyor. Kitapta yer alan öykülerin her biri öncesinde aklımda dolaşan, dolaşmasına izin verdiğim hikâyeleri barındırıyor. Yaşamda beni etkisi altına alan duygu ve ân’lara farkında olmadan odaklanıyor, onları topluyorum. Çoğunlukla çeşitlilik gösteren roller, kimlikler üzerinden yol aldım. Modernitenin dayattığı roller ama kadın karakterler üzerine biraz daha fazla eğildim. Bir kadın olarak yaşadığımız coğrafyanın önümüze getirip koyduğu meselelerin ağırlığından kaynaklı. Sanırım yaşama gösterdiğimiz duyarlılığa başka bir duyarlılık olarak karşılık geliyor, yazmak. Yoksa içeride kalan o tortu huzursuzluğu koruyor. Yazdıktan sonra her şey düzeliyor mu, elbette düzelmiyor, sonlanmıyor. Belki daha da büyüyor. Ama yazmaya durmak hep sonlandırma isteğinden, ne oluyorsa oluyor ve kendimi yazarken buluyorum. Karakterlerin yaşam karşısında durma biçimlerini, kendi kurgu evrenime usulden taşıma, onlarla bağ kurma, hikâye anlatma arzusu, hepsi bu… Kitabın adı, yazdığım öykülerin meselesini yansıtmalıydı. Öykülerin yazılma aşamasında kitabın adı belliydi. Ama editörüm Mustafa Okumuş’la yayımlanmasına yakın bir zamanda daha da içimize sinen Küçük Kırık Çizgiler’le son halini aldı.
Küçük Kırık Çizgileri okudum. Öykülerinizin tümünde insanın hayatında iz bırakan çizgiler var. Ancak, ben gerçek ile kurgusallığın ortasında kaldım. Metinlerinizin gerçekle kurmaca arasındaki bu salınımda nerede daha çok nerede olduğunun algılanmasını isterdiniz?
Gerçekle kurmaca arasındaki salınımla yazdığım metnin kurgusal algılanmasını isterim. İlk kitap olduğu için bu sorunun sıklıkla sorulma nedenini de bir şekilde anlayabiliyorum. Diğer yandan yazarlara sıkça yöneltilen bir soru olduğunu da. Bizler bu sorunun yanıtını biliriz. Çünkü metni nasıl yazdığımızı biliriz. Yazma sürecinde metnin gerçekle olan bağının ne kadarını değişime-dönüşüme uğrattığımızı hesaplayarak ilerlemek, tatsız olur. Yazmaya sebep olan duyguyu/meseleyi kurgularken gerçek kişiler kadar doğaldır öykü kişileri. Sınırı zorlar ve bu da normaldir. Pek çok yazar bir şekilde buna izin verir. Benim de izin verdiğim kimi öyküler oldu. Diğer yandan bizim gerçeğimiz dışında soluyan öykünün gerçeği, gerçekliği, diye düşünüyorum. Anlattığımız karakterler, bildiğimiz, yakınımızda soluyan yaşamın içinde karşılaştığımız, tanıdığımız insanlardan çok farklı değillerdir.
Hayatımıza iz bırakan çizgiler, yaşamsal gerçeklik kurmacanın gerçekliğiyle neye dönüşür nasıl bir hâl alır? Bana göre tüm bunlar oyuna kuruludur, oyuna durmaktır aslında. Bunu yapmayı seviyorum. Kalemi özgür bırakmayı. Nerede olduğumuz, nereye konduğumuz nerede soluduğumuz, hepsi o yaratma cesaretinden değil mi? Ama bildiğim bir şey var, öykünün/kurgunun sadece duyguyla yazılmadığı, yazılamayacağı.
Öykülerinizde anlatımlarınız okurda kesik kesik bir his yaratıyor ve hemen bir sonrasındaki cümleyi merak ettiriyor. Bu anlatım, ilk kitabınızda sizin için ne anlam ifade ediyor?
Sesler, harfler, sözcükler büyük bir havuzun içinde durur, bizim onları seçmemizi bekler. Herkes kendi yaratım evrenine ait olanı çeker alır, bir araya toplar, yerleştirir, bozar, kurar. Bu cesaret ve heyecanı içinde barındıran oyunsu bir eylem. Ân’ları göstermek, sonra durmak ya da uzaklaşmak. Üstüme, zihnime bıraktıkları izler. Ama hep anlatma/söyleme isteğinden. Bu izlerin sözcüklere karşılık gelişi. Sözcük seçimleri ve en önemlisi tüm bu söz dizinini kurmaca evreninin içine taşımak. Karınca misali ağır ağır ve gücümün yettiği ağırlıkta. Özenle. Öyküde alanın küçüklüğü, darlığı beni heyecanlandırıyor. Neyi, ne kadar yapabileceğimi görmek ya da tam tersi nerede tökezledim bunu fark etmek, tanık olmak. Yolda öğrenmek. Tüm bunların ışığında bir cesaretle artık dosyayı kapatmak, kapatmaya niyet etmek, günahıyla sevabıyla, “Bitti.” demek. Bir yerde durmak. Ve kitaplaşmasına izin vermek. Garip bir duygu…
Takip ettim, ilk kitabınıza edebiyat çevrelerince ilgi var. Bu ilgi, öykülerinizin niteliğinden kaynaklandığını söyleyebilir misiniz?
Öncelikle çok teşekkür ediyorum; kıymet veren, okuyan herkese. Kitaba giren öykülerin niteliği konusunda benim söyleyeceklerim ne derece önemli ya da anlamlı bilemiyorum. Bildiğim okunduğunu, hakkında yazıldığını gördüğümde hissettiğim o heyecan.
Bu kitap ilk kitabınız ancak siz üretken ve edebiyat için çaba harcayan bir yazarsınız? Edebiyat hayatınızın neresinde? Bu çabanızın karşılığını alıyor musunuz?
Ne edebiyatı hayatımdan uzak tutabiliyorum ne de hayatı edebiyattan. İkisinin de birbiriyle anlaşması için çaba sarf ediyorum. Ama kendime ait olan hayatı alıp başka bir yerde tutmaya, korumaya, sahip çıkmaya özen gösteriyorum. Bu hayatın içinden doğdu çıktı çünkü edebiyat. Yaşamın yazmak için bana izin vermesine çok çaba sarf ettiğim, fedakârlıklarda bulunduğum bir alan. Gösterdiğim çabanın karşılık bulma arzusu, daha çok kendimle giriştiğim kaotik ruh halinden kaynaklı. Gücümü kaybetmeye meyilli halimin, vazgeçmeye yatkınlığı ile çok da uzağa gidemiyor, yazmaya yeniden oturuyorum. Daha akıllanmış, daha büyümüş. Kalemimi okumaktan keyif aldığım metinlere nasıl dönüştürebilirim(-e) yoğunlaşıyorum. Karşılığını almak, almamak önemini yitiriyor. Her yazdığım metnin bir öncekine fark yaratması, bu farkı yaratmak için giriştiğim çaba. Eksiklerim. Daha çok bunun etrafında yol alıyorum. Tüm bunları yaparken benim de gücendiğim oluyor, aşırı derecede parlatılan kimi kitaplara, kimi isimlere. Bunları sorgulamanın bir önemi olmadığını zamanla ve yine yolda öğreniyorsunuz.
Okumakla yazmak arasındaki bağa inanıyor musunuz? Bu bağ siz de nasıl çağrışım yapıyor?
Okumakla yazmak arasındaki bağa sıkı sıkıya inanıyorum. Okur olmak en güçlü, en heyecanlı duygum. Yazma eylemini geliştirmenin en önemli yollarından biri yaptığımız okumaları olabildiğince derinleştirmek. Analitik düşüncenin yazdığımız metne katkısını önemsiyorum. Yazma eylemini daha işlevsel kılışını da öyle. İçinde çok şey barındırıyor. Yazarken tıkanıyorsam metinden uzaklaşırım. Uzaklaşmanın karşılığı farklı okumalara yönelmektir. Yazdığım metinden bağımsız. Bu haftalarca sürebilir. Hatta yazmakta olduğum metni unutana kadar.
Etkilendiğiniz yazarlar var mı? Bu yazarların sizde bıraktığı etkiye neden olan yapıtlar hangileri? Bu yapıtlardan birkaç örnekleme yaparak bu etkiyi açıklayabilir misiniz?
Güçlü bağlar kurduğum pek çok yazar var. Bilge Karasu’nun çok katmanlı metinleri okuru dinamik tutarken bir yandan belleği zorlar, yeni zamanlar yaratır, ne anlattığından çok nasıl anlattığına dikkat kesilirim. Eserlerinde ontolojik bir tartışma hep vardır. Görsel, işitsel yönü ağır metinlerdir. Kısmet Büfesi, Uzun Sürmüş Bir Günün Akşamı öyledir. Resimle, müzikle metni birleştirir, sentezler. Ve birbiri üzerinden metni hep yeniden üretir. Hulki Aktunç Bir Yer Göstericinin Hikâyesi’nde çoklu okumaya, şiire, görsele açar kapılarını. Yusuf Atılgan’ın Evdeki öyküsü ilk cümleden itibaren olay örgüsünden, zaman, mekân, karakterler ve betimlemelerle öykünün tüm unsurlarını gözler önüne serer. Berna Durmaz’ın Tepedeki Kadın öyküleri geniş metaforların, ölüm, yaşam, varoluş, kadın(-lık), erkek(-lik) ekseninde pek çok kavramı karşıtlıklar/ benzerlikler üzerinden ele alır. Yaşama dair tartışmaların ötesinde, varlığın kendisini, varlığın temel özelliklerini, somutluktan ziyade soyut varlığa yöneltmeyi tercih etmiş/sağlamış öykülerdir. Durmaz’ın sadece öykü yazmadığını, metinlerinin bir öyküden fazlasını düşündürüyor olmasından etkilenirim. Yeni kitabı çıksa da okusam diye beklediğim yazarlardan Uğur Nazlıcan. Bir Dükkânı Beklemek adlı kitabını ders çalışır gibi okuduğumu söyleyebilirim. Öykülerindeki zaman geçişleri, mekânı karaktere büründürmedeki ustalığı, öyle ki bazen öykünün öznesi kimdi, diye düşündürür. Hayalle gerçek iç içe geçer, hangisi hayal hangisi gerçek sorgulatır. Yukio Mişima’nın dilde kurduğu detaylar zamanı, mekânı duraklatır. Aceleciliğim gelir aklıma. Ve Sait Faik, duyumsamayı en ince ayrıntılarına kadar işler içimize. Bir balık olsam hangisi olurdum düşünürüm, Sinağrit Baba’da. Eduardo Galeano eksiltmenin büyük anlamlara nasıl yol açtığını gözler önüne serer, tıpkı Ferit Edgü gibi. Olıvıer Rolın’ın öyküde kurduğu atmosfer ve bilinç akışı tekniği beni Virginia Woolf’a götürür.
Bu soruyu herkese soruyorum ve samimi bir yanıt istiyorum. Günde kaç saat ve ne tür kitaplar okuyorsunuz? Okumaya inancınız nasıl?
İstediğim oranda okuma yapamadığımda mutsuz olurum. Okumak istediğim metinlerin dışına çıkmak zorunda kalmak da yine beni huzursuz eden bir başka konu. Okuma saatlerim maalesef günü gününü tutmuyor. Çok kitap okumak değil, okumak istediğim yazarlar önem kazanıyor artık. Kimi zaman tek bir öykü, tek bir kitap günlerimi alabilir. Bende yarattığı doygunluğa odaklanırım. Kurmaca dışında son iki yıldır felsefe ve sinema üzerine okumaların arttığını söyleyebilirim.
Edebiyattaki geleceğiniz ile ilgili projeleriniz var mı?
Aklımdan geçen, gerçekleşmesini istediğim çalışmalar var. Yaşam ve zaman ne kadarına izin verecek ben de merak ediyorum.
Son sorum. Zerrin Saral kimdir?
Begüm’ün annesiyim. Burslu öğrenci olarak girdiğim Anadolu Üniversitesi’nde İşletme eğitimi alarak, Uzaktan Eğitim alanında uzun yıllar çalıştım. Hâlen Eskişehir’de özel bir şirkette çalışmaya devam ediyorum. Pek çok dergi ve dijital platformlara öykü ve farklı edebi türlerde ürünler verdim. “Öykü Zamanlığı” başlığı altında Aksisanat Portal için öykücülerle söyleşiler gerçekleştirdim. Toplumsal konuları tema alan ortak kitaplarda öykülerim yer aldı. Kahve ve mürekkep kullanarak resim yapmayı seviyorum. 2018’den bu yana Patika ve Çağdaş Türk Dili dergilerine desen çalışıyorum. Yayımlanmamış bir roman ve kadın yazar /sanatçıları konu alan bir araştırma dosyam mevcut.
edebiyathaber.net (31 Mart 2023)