İlk kitap söyleşilerimizin bu haftaki konuğu Vacilando Kitap’tan çıkan Hammurabi isimli öykü kitabıyla Ahmet Şimşek.
“Öykü kahramanlarının tecrübe ettiği her bir duyguyu ben de yaşadım.”
Kendinizi kısaca tanıtabilir misiniz? Kitaplar hayatınıza nasıl girdi, “okur” olmaktan “yazar” olmaya giden yol nasıl başladı ve ilerledi?
Bu soruyu daha önce birkaç kere hemen hemen aynı cümlelerle yanıtladığım için burada farklı bir şekilde anlatmak istiyorum. Lisedeki edebiyat öğretmenime hayrandım. Yani öyle öğretmenine aşık ergen hayranlığı değildi bu. Bu hocam, bize yetişkin gibi muamele eder, edebiyattan ve romanlardan dönemler ve tarihler olarak değil, gerçek hayatın içinden, hatta gerçek hayatın kendisiymiş gibi bahsederdi. Özetle kendisi bir edebiyat aşığıydı ve bana da sevdirdi. Aramızda birkaç favori öğrencisi vardı tabii ve sanırım ben de onlardan biriydim, herkes böyle söylerdi bununla içten içe övünürüm halen. Bir keresinde sınıfa topluca dönem ödevi vermiş, herkese serbest olarak hangi yazarı ve eserini seçerse inceleyebileceğini söylemişti. Ben hariç. Bana, “Ahmet, senin seçme lüksün yok. Sen, Cevdet Bey ve Oğulları’nı okuyacaksın!” demişti. On beş yaşında mıydım? Ve kütüphane haftasında bana bir öykü kitabı hediye etmişti. Korkuyu Beklerken. Okuduğum ilk öykü kitabı olmuştu. Ve hatırlıyorum, bir keresinde de Ölü Ozanlar Derneği’ni izlesene, demişti. Üniversiteye gidene kadar izlemeyecektim o filmi ama izlediğimde bayağı ağlamaklı oldum. Çünkü beni oradaki sessiz çocuğa benzettiğini anladım. Yani kendisi benim ‘Captain, my captain!’ım olur. Her ne kadar öyle olduğunu düşünmek sevindirici gelse de, lisedeki edebiyat hocam bende bir ışık görmüştü demeye çalışmıyorum. Ama bana edebiyatı sevdirdiği ve bir şekilde bu yola doğru yönlendirdiği kesin.
Kitabınızın ortaya çıkış öyküsünü anlatabilir misiniz? Fikir nasıl doğdu, ismine nasıl karar verdiniz, yazma süreci nasıl gelişti, yazarken uyguladığınız belli rutinler veya ritüeller var mı?
Yazdığım öyküler değişmeye başlamıştı. Dramatik kurgulardan daha çok mizaha kaymaya başladım. Bu büyük ihtimalle büyümemle alakalı, çünkü benim gibi olanların ergenliği yirmilerinin sonunda yaşadığı söylenir. Hammurabi’yi bitirdiğimde 23 yaşındaydım. Hiçbir rutinim yoktu, bir şeyler ne zaman yazmak için beni dürterse o zaman yazıyordum. Kendimi zorlayıp işin eğlencesini kaçırmadım hiç. Ben nasıl o dönem kendimle hesaplaşıyorduysam, öykü kahramanları da kendi yapıp ettikleriyle, oldukları kişilerle hesaplaşıyorlardı. Elbette bu daha çok zihinsel bir yargı süreciydi. Fakat bunu ortaya koyuş şekilleri bana kalırsa acımasızdı. Bu yüzden kitap acımasız kanun koyucu Babil kralı Hammurabi adını aldı. Elbette aklıma gelen tek isim bu değildi ama bir kere Hammurabi deyince, aha! dedim. Budur. Kitapta ise Hammurabi bir japon balığı olarak yer alıyor. Yani kitabın adı belli olmadan önce de o öyküdeki japon balığının adı Hammurabi’ydi. Ve Hammurabi’deki kahramanların çoğu genç ya da çocuk yaşta, çünkü hesaplaşmanın yaşla bir alakası yok bence. Hammurabi de bu küçük hesaplaşmalardan doğdu diyebilirim.
Dosyayı bitirdikten sonra yayınevlerine ulaşma, başvuru ve dosyanın kabul edilmesi sürecinden bahsedebilir misiniz? Bu süreçte yaşadığınız zorluklar olduysa bunları nasıl aştınız?
Hammurabi’yi 2018’de tamamladım ve dosyamı bir buçuk sene boyunca ilk olarak Kıbrıs’taki, daha sonra Türkiye’deki yayınevlerine gönderip durdum. Sonra 2019’un yarısındaydı sanırım, Türkiye’deki bağımsız bir yayınevi bana öyküleri beğendiğini yazdı. Ama dosyada yapmamı istedikleri değişikler hoşuma gitmedi diye olmadı. Açıkçası kitabım, en azından ilk kitabım Kıbrıs’ta yayımlanmalı diye düşünüyordum. Çünkü Kıbrıs’ta çok değişik olmasa da, farklı bir kültür ve edebiyat ortamı var. Kıbrıslı bir yazar kitabını neden Türkiye’de çıkarsın ki diye düşünüyordum. Bayağı romantik düşünüyormuşum. Gerçek hayat çok farklı. Kıbrıs’ta “orada” bu var diye gösterebileceğiniz bir yayın sektörü gelişmemiş henüz, nüfus ve yazan insan sayısını da düşününce Türkiye’yle kıyaslanabilecek belirgin bir edebiyat çevresi oluşmamış. Ya da ben kendimi fazla eve kapatıyorum, bilmiyorum. Burada çoğu yazar kendi parasıyla kitap bastırmak zorunda. Hammurabi için de Kıbrıs’taki yayınevinden önce bir sponsor bulmuştuk hatta ama onlarla da olmadı. Ve Kıbrıs son on senede çok değişti, inanılmaz hızla değişiyor ve eğer Kıbrıs ileride bir edebiyata sahip olacaksa bu noktada göçmenlerin katkısı çok büyük olacak. Benim gibi Türkiye göçmenleri, Filipinli işçiler ve siyahi öğrenciler yazacak. En azından bana öyle geliyor. Soruyu epey bir dağıttım, Hammurabi daha sonra 2020’de Kıbrıs’ta basıldı. Ondan sonra da yolumuz Vacilando Kitap’la kesişti.
İlk kitap hem yazar hem yayınevi açısından birlikte yeni bir yola çıkmanın heyecanını taşır. Bazı yazarların en önemli eserleri ilk kitapları olmuştur. Siz “ilk kitap” olgusuna nasıl bakıyorsunuz?
Aralık, 2019’da Lefkoşa’da bir sokağa tezgâh kurup öyküleri Demiryolu Hikayecileri gibi satmaya çalışmak benim şansımı gerçekten zorladığım zamanlardı. Biraz da talihle işler umduğumdan bile iyi gelişti. Hammurabi sayesinde bazı okurların ve yayınevimin devamı için güvenini kazandığıma inanıyorum. Hammurabi’ye bir ilk kitap olarak bakacaksam bundan daha fazlasını ummuyordum. Bu sorunun yayınevi tarafını Vacilando Kitap’tan Mustafa Bey’e bırakıyorum. Çok çok ileride birileri bu çocuk ne yazmış diye dönüp bakacak olursa da en önemli eseri Hammurabi der mi bilmiyorum. Hammurabi’den daha iyi değil ama daha farklı öyküler yazmaya çalıştığım kesin.
Kitabınızdan biraz bahsedebilir misiniz?
On üç kısa öykü var Hammurabi’de. Genel olarak utanıp sıkılan, öteki olan, yalnız kalan insanların geçmişlerindeki travmatik olaylarla nasıl hesaplaşmaya çalıştıklarını anlatıyor. Öykülerden ikisinde ben de varım. Merdivenler öyküsünde askerlikten yerleşen bir kabusumu anlattım ve Hurmalar Yüzünden Bir Ağıt öyküsünde de zihnime kazınan çocukluk travmalarımdan birini. Bunun dışında Karnı Delik, Yola Fırlayan Kurbağa ve Kasetçi Ahmatov gibi fantastik/distopik birkaç öykü var. İnsanlar başka öykülerde de arada yazar olarak sesimi duyduklarını söylüyorlar. Ben bunu bir hata olarak görmüyorum. Söylemek isteğim bir şey varsa, çekinmeden yazıyorum. Bu öykü kahramanlarının tecrübe ettiği her bir duyguyu ben de yaşadım. Bu yüzden öykülerle bir duygudaşlığımız var. Belki de okurlar Hammurabi’yi kurgudan ve teknikten öte bu samimiyeti buldukları için sevip sahipleniyorlar. Bunlar dışında öykülerle ilgili şunları söyleyebilirim; mekânın önemli olduğu öykülerde bu mekân çoğu zaman Kıbrıs çevresi olarak görülüyor, dolayısıyla Kıbrıs ağzı ve bölgenin konuşma dili kullanılıyor.
Yeni çalışmalarınız var mı? Varsa, kısaca söz edebilir misiniz?
Yeni bir öykü kitabı geliyor. İkinci kitap sahiden daha zormuş ama. Açıkçası Hammurabi’nin bu kadar okunacağını düşünmüyordum ve yeni öyküleri bekleyen birkaç kişi olduğu düşüncesi bile üzerimde bir baskı hissetmeme yetiyor. Ama bu baskı tam tersi beni iyi şeyler yazabilme konusunda kamçıladı. Yine de kendimde Hammurabi’deki deli cesaretini bulamıyordum. Öyküleri en önce okuttuğum altı-yedi kişilik bir ‘ilk okur’ grubum var. Ancak onların geri dönüşleriyle biraz rahatlayabildim ve dosyayı Vacilando Kitap ile çalışmaya başladık. Sevgili Gamze Güller de editörlüğünü yapmayı kabul etti. Hatta kapak tasarımı için Hammurabi turuncusunu tasarlayan Arzu Bimici’yle çalışmaya başladık bile. Daha cesur olduğunu düşündüğüm, tamamen Kıbrıslı, bazılarını rahatsız edebilecek mizah ağırlıklı öyküler geliyor bu kez.
Yazar adaylarına tavsiyeleriniz neler olur?
Kendimi yazar adaylarına tavsiye verecek kadar pişmiş görmüyorum. Ben de hâlâ öğreniyorum. Bu ara sürekli okuyorum. Yazmadığım gün çoktur ama bir şeyler okumadığım gün yoktur. Klasik de okuyorum, çok satan da. Fransızca ve İngilizce de okuyorum. Çok fazla manga da okuyorum ki en çok ilham bulduğum tür manga olabilir. One Piece’i herkese tavsiye ederim.
edebiyathaber.net (21 Şubat 2022)