İlk Kitap söyleşilerimizin bu haftaki konuğu, Bilgi Yayınevi’nden çıkan Siranuş’un Mızıkası isimli romanıyla Ayla Önal.
“İçinize sinmeyen bir şeyi yok etmekten korkmayın”
Kendinizi kısaca tanıtabilir misiniz? Kitaplar hayatınıza nasıl girdi, “okur” olmaktan “yazar” olmaya giden yol nasıl başladı?
Merhaba. 1979 yılında Ankara’da doğdum. Çocukluğum sırasıyla Rize, Eskişehir ve Ankara’da geçti. 2000 yılında Ankara Üniversitesi DTCF’yi bitirdikten sonra öğretmen olarak Mardin’e atandım. Ankara’ya geri dönünce Eğitim ve Kadın Çalışmaları alanlarında yüksek lisans yaptım. 35 yaşından sonra bir hayalimi gerçekleştirdim, Hukuk Fakültesi’ne girdim, 2019’da mezun oldum. Bir kızım var, Ankara’da yaşıyorum.
Yazmak her zaman hayatımın parçasıydı. İyi bir kitap okuduğunuzda karakterlerden biriyle özdeşleşirsiniz, etkileyici filmlerde ise özdeşleştiğiniz kişi genelde başrol oyuncusu olur. Bense yazarın ya da senaristin yerinde olmak isterim, keşke ben yazsaydım derim. Ya da eksikler görmüşsem şunu şöyle yapsaymış keşke der, kendi kurgumu ortaya koyarım. Yazmaya hep meyilli olduğumu düşünüyorum. Resmi bir yol çizmek gerekirse yazarlık serüvenimin edebiyat dergileriyle başladığını söyleyebilirim. Ankara’da bir grup edebiyatsever 2015’te Bağlaç Dergi’yi çıkardık. Öncesinde de bazı edebiyat dergilerinde yazılarım yayımlanmıştır. Ardından Apartman Dergi’de yazdım. Bütün bunlar geliştirici, teşvik edici oldu.
Kitabınızın ortaya çıkış öyküsünü anlatabilir misiniz? Fikir nasıl doğdu, ismine nasıl karar verdiniz, yazma süreci nasıl gelişti, yazarken uyguladığınız belli rutinler veya ritüeller var mı?
Bilgi Yayınevi tarafından okuyucu ile buluşturulan ilk romanım Siranuş’un Mızıkası, 1970’lerde İstanbul’da bir apartmanda yaşayan insanların etrafında geçen olaylara yer veren, onların iç dünyalarına odaklanan film tadında bir roman. İnsana dair tüm duyguları, çeşitli milliyetleri, inanışları barındırıyor içerisinde. Kapağından da anlaşılacağı üzere renkli, heyecanı bol.
Öykü kahramanlarımı bir romanda buluşturmayı düşündüm, fikir buradan doğdu. Romanın adına karar vermem güç olmadı çünkü Siranuş’un Mızıkası’nın temsil ettikleri, yani vazgeçemediklerimiz, bağlılıklarımız, hasret, tutku gibi duygular romanın tamamını kapsıyor.
Yazma sürecim oldukça uzun, kitap beş yılda son halini aldı. Zaman yaratamamakla ilgiliydi biraz. O kadar çok koşuşturuyorum ki yazabildiğim zamanlar kıymetli benim için. Araştırma süreci de var tabi.
Yazabilmenin kendisi bir ritüel benim için. Kahve ya da çay içmeyi severim yazarken. Doğada yazmak en keyiflisi. En çok kampüslerde yazdım, ağaçların altında, kuş sesleri içinde… Klavye kullanıyorum çoğunlukla, yalnızken yazıyorum. Etrafın kalabalık olması sorun değil kalabalıklarla iletişim halinde olmamam gerekiyor sadece.
Dosyayı bitirdikten sonra yayınevlerine ulaşma, başvuru ve dosyanın kabul edilmesi sürecinden bahsedebilir misiniz? Bu süreçte yaşadığınız zorluklar olduysa bunları nasıl aştınız?
Nitelikli edebi eserler basan yayınevlerine ulaşma gerçekten sorun. Kesinlikle güçlü olmak, vazgeçmemek gerekiyor. Yayınevleri yüzlerce başvuru alıyor biliyorsunuz, onların arasından seçilmek mucizevi bir şey. Sonuçta ilk roman, tanınan bir yazar değilsiniz hatta yazar bile değilsiniz. Size şans vermeleri için kaleminizin de kurgunuzun da sağlam olması şart. Bilgi Yayınevi’ne dosyamı ulaştırdıktan sonra heyecanlı bir bekleyiş başladı. Daha önce başka bir yayıneviyle farklı bir dosyada hayal kırıklığı yaşadığım, o dosyayı sildiğim için biraz umutsuzdum açıkçası. Dosya ön elemeden geçti önce, ardından yazar incelemesi ve sonra kabul. Arayıp yayın programına aldıklarını haber verdiklerinde çok mutlu oldum. Editör incelemesi başlayana kadar gerçek olduğuna inanamıyorsunuz. Tüm bu süreç biraz uzun, titiz çalışıyorlar tabii. Sabırlı olmak gerekiyor.
Kitabınızdan biraz bahsedebilir misiniz?
1970’lerin İstanbul’u. Bunalımlı karakter Ali Kemal bizi Hayat Apartmanı’na sürüklüyor, açılış böyle. Bu apartman aslında hayatın kendisi. Tek kapılı dairelerde renkli kişilikler var, her birinin de ayrı öyküsü. Romanı Ali Kemal sürükleyecekmiş gibi düşünüyoruz ama aslında her karakter başlı başına baş karakter. Bir kamera karakterler birbirleriyle karşılaştıklarında ötekinin hikayesine geçiyor. Gündelik yaşamlarla ruh halleri girift durumda. İnsana dair her duygu, hatta entrika bile var romanda. Bol sürprizli ayrıca, son cümlede bile bir düğüm çözülüyor. Hem güldüren hem ağlatan bir kitap. Türünü ifade etmek zor, polisiye değil ama polisiye tadı alınabilir.
Yeni çalışmalarınız var mı? Varsa, kısaca söz edebilir misiniz?
Halihazırda iki romanım daha var. Yazmaya da devam ediyorum. Son romanım 1980’lerin ortasında bir kasabada geçiyor. Yine çok karakterli, renkli bir roman. Bir hedefin peşinden koşan bir grup insanın mücadelesini, tutkuyla bağlı oldukları o hedef uğruna, dayanışmayla zorlukların üstesinden gelme çabalarını anlatıyorum. Seksen darbesinin dağıttığı hayatlar da var içerisinde. Bir başka roman kurgum ise kadın sorunu, suç ve ceza kavramları üzerine olacak. İlginç bir şey deneyeceğim. Bunun için hukuk okumalarıma devam ediyorum.
Yazar adaylarına tavsiyeleriniz neler olur?
Birkaç fikrim var naçizane, tavsiye olarak alınırsa ne mutlu. Yazmak bir iş, meslek değil adanmışlık hali, tutku, varoluş biçimidir. Yazar olmak sonradan öğrenilebilen bir şey değil. Kaleminiz gelişebilir zamanla, aldığınız eğitimlerle… İçten gelen bir şey yazma tutkusu. Yazmaya meyilli insanın gözlem gücü yüksektir, ayrıntıları fark eder, kimsenin düşünmediğini düşünebilir, göremediğini görebilir. Böyle bir güce sahip değilseniz yazmak gelip geçici bir heves olacaktır. Yazarlık bir sonuç değil süreçtir. Yazma eylemi okumayla bütündür, farklı kalemler tanımak bakış açınızı derinleştirir. Süreciniz okuma ve gözlemle iç içe olmalıdır. Bir yazar çok yönlü okuma yapabilmeli, tarihten, coğrafyadan, matematikten, felsefeden uzak olmamalı.
Okuyucu için yazılmaz ama okuyucu ile yazılır, yani okuyucuyu tamamen dışlamak doğru değil. Zaman çok önemli, doğru insanlarla geçirin, bazı hayatlardan çok şey öğrenebilir, o hayatlarla düşünce gücünüzü, düşlerinizi zenginleştirebilirsiniz. Mümkün olduğunca gezin, yeni yerler görün, mekân kurgunun vazgeçilmezlerindendir. Denemekten korkmayın, yenilseniz bile korkmayın. Eleştirileri sevgiyle kucaklayın, acımasız olanları ise dinlemeyin. Gerçekten başaracağınıza inanmalı, inat etmelisiniz. Beğenilmeyen ya da içinize sinmeyen bir şeyi yok etmekten korkmayın. Daha iyisi yeni bir şey var etmektir belki. Kapanan kapılar daha büyük aydınlıklara açılacak yeni kapıların müjdecisi olabilir, bunu unutmayın. Yolunuz açık olsun.
edebiyathaber.net (9 Ağustos 2021)