İlk kitap söyleşilerimizin bu haftaki konuğu Nota Bene Yayınları’ndan çıkan “İyi, Kötü ve Arkadaşları” isimli kitabıyla Defne Sarıöz.
“Çok dahiyane bir şey olmadıkça okuru/izleyiciyi şaşırtma çabasını amatörce buluyorum.”
Kendinizi kısaca tanıtabilir misiniz? Kitaplar hayatınıza nasıl girdi, “okur” olmaktan “yazar” olmaya giden yol nasıl başladı ve ilerledi?
Merhaba. Video işleriyle uğraşıyorum, yani bir şekilde para kazandığım alan o, ama yazmayı da seviyorum. Söyleşi, mini-araştırmalar ya da çeviri düzeyinde oluyor bu. Yazmaya 10’lu yaşlarımın başında rüyalarımı yazarak başlamıştım. Bunları biraz da değiştirerek yazarken eğleniyordum. Üniversitede fanzinde yayınlanması ümidiyle ilk defa bir öykü yazmıştım, fanzin çıkmadı, ama yazdığım bir şeyin basılması hayali beni kurmaca bir şeyler yazmaya teşvik etti. Onların çoğu çöp oldu ama süreç benim için olumluydu sanırım. Yani o küçük öykü denemelerinin kurgusal bir şeyler yazabilmemde faydası olmuştur.
Kitap hep okudum, genelde ne okuyorsam onun etkisine giriyorum, üslubum az çok değişiyor. Sonradan dönüp bakınca biraz özentice geliyor bu ama o an farkında olmuyorum. Sanırım hala biraz böyle ilerliyor olmalı. Yani hala bir şeyler yazdığımda o an okuduğum yazarın üslubunun etkisinde kalıyorum ister istemez. Bu tamamen aşılması gereken bir şey mi çok da emin değilim.
“İyi, Kötü ve Arkadaşları”nın ortaya çıkış öyküsünü anlatabilir misiniz? Fikir nasıl doğdu, ismine nasıl karar verdiniz, yazma süreci nasıl gelişti, yazarken uyguladığınız belli rutinler veya ritüeller var mı?
Yazarken sigara içiyorum. (Normalde çok az içerim) Bunun dışında bir ritüelim yok, buna da ritüel denir mi bilmiyorum ama sigara içmediğimde kötü yazıyormuşum gibi geliyor. Psikolojik bir şey tabii. Toplu taşıma araçlarında ve yürürken de genelde aklıma güzel fikirler gelir, not alırım. Eve gelip bilgisayarın başına oturduğumda o kadar güzel görünmez genelde, ama bazen de bir şeye dönüştüğü olur.
İyi, Kötü ve Arkadaşları, öykülerden birinin adıydı. Çok da sevdiğim bir öykü değildi ama diğer öykü isimleri kitap için daha uygunsuzdu. Tüm öyküleri içine alan bir tema olmadığı için düşündüğüm çeşitli isimler de çok içime sinmedi. Ortaya çıkışı beş yazıp dört silme gibi oldu sanırım. 5 yıl boyunca çok kötü şeyler yazdım, 2017 ortasında ilk defa bir yere gönderdim. Sonra o kötü kötü öyküler çeşitli yayınevlerine gitti. NotaBene’ye gittiğinde dosya nisbeten iyiydi ama 1 yıl kadar uğraştık üzerinde. O bir yıldaki çabalarım önceki yıllardakine nazaran çok daha verimli ve yoğundu ama. İlk defa editörlerin elinden geçti. Düzeltmelerim daha anlamlı oldu. Bir de “iş ciddiye bindi” diye düşünüp yeni şeyler yazdım.
Dosyayı bitirdikten sonra yayınevlerine ulaşma, başvuru ve dosyanın kabul edilmesi sürecinden bahsedebilir misiniz? Bu süreçte yaşadığınız zorluklar olduysa bunları nasıl aştınız?
Aşamadım. Bence kitabını bastırmak isteyen insanların işi çok zor. Mesela uğraşıp didinip 100 sayfalık bir şey yazıyorsunuz, iyi olduğuna inanıp yayınevlerine gönderiyorsunuz ve olumsuz dönüş için aylarca beklemeniz gerekiyor. Etikten bahsediliyor ama iş başvurularında mesela aynı anda 20 yere başvurulmasında böyle bir etikten söz edilmiyor. Üstelik iş tanımına uyuyorsanız başvurduğunuz işlerden çağrılma ihtimaliniz öykülerinizin basılmaya uygun bulunmasından çok daha yüksek bir ihtimal. İlk dosyamı yayınevine gönderdiğimde “berbat” olduğunu düşünmüyordum elbette, ama aynı anda on farklı yere gönderecek olsam birden fazla olumlu dönüş almayacağımdan da neredeyse emindim. Yine de cesaret edemedim buna. Bu yüzden 3 ay, 6 ay bekledim hep. Tamam editörler açısından olması gereken bu ama yazar adayı için yorucu ve kafa karıştırıcı. Çünkü birçok yayınevinin “basmadık çünkü Türkçeniz kötü / basmadık çünkü 2 hikayeniz berbat / basmadık çünkü genel olarak kötü / 1 öykünüz umut vaadediyor, diğerlerini de ona benzetin” diyecek dahi vakti yok. Karanlıkta yürümek gibi yani. Neyi yanlış yaptığını anlamaya çalışıyorsun.
İlk kitap hem yazar, hem yayınevi açısından soru işaretleriyle dolu, heyecanlı bir başlangıçtır. Siz “ilk kitap” olgusuna nasıl bakıyorsunuz?
İlk kitaplar bence ilginç, eğer yazarı zaten tanıyorsanız ve seviyorsanız. Haruki Murakami’yi severim mesela. İlk kitabı Rüzgarın Şarkısını Dinle’yi okuduğumda bu beni heyecanlandırmıştı. Büyük bir yazarın ilk kitabı çünkü. Bir arkadaşımın ilk kitabı çıksa yine heyecanlanırım. Onun dışında, yazdıklarımın basılmasını kafaya takana kadar ilk kitaplarla hiç ilgilenmedim. Okumadığım ve okumak istediğim çok fazla kitap var çünkü. Sanırım belli bir yere gelene kadar yazan kişi ve yakın çevresi için heyecanlı bir şey ilk kitap. Ben kendi adıma çok sevindim tabii.
Kitabınızdan biraz bahsedebilir misiniz?
İkisi hariç fantastik öykülerden oluşuyor. Çok dahiyane bir şey olmadıkça okuru/izleyiciyi şaşırtma çabasını amatörce buluyorum. Ama sürprizli sonları da seviyorum. Bu yüzden öykülerin çoğunda sonu baştan verip okuru şaşırtma çabasına girmeden geriye dönerek anlatmaya çalıştım. İstedim ki hem akıcı olsun, “bu noktaya nasıl gelindi” dedirtsin hem de bitince okura “bu muydu yani” dedirtmesin. Ama niyetim biraz fazla belli oluyor. Bunu zarifleştirmek isterim ilerde.
Yeni çalışmalarınız var mı? Varsa, kısaca söz edebilir misiniz?
Arada küçük küçük öyküler yazıyorum. Belli bir sayfa sayısına ulaşırsa yine basılması için çabalayabilirim. Bunun dışında bir uzun öykü yazmaya çalışıyorum.
Yazar adaylarına tavsiyeleriniz neler olur?
Bence dosyalarını önce iş yükü az olan, sempati duydukları yayınevlerine göndermeyi düşünebilirler. Büyük yayınevlerinin revizyona vakti olmuyor. Sadece red gelmesi üzebilir. Ama biraz da şans işi sanırım. Ben çok kişiden tavsiye aldım ve hiçbirinin faydasını görmedim. O yüzden çok da bir şey söyleyemiyorum.
edebiyathaber.net (29 Kasım 2021)