İlk kitap söyleşilerimizin bu haftaki konuğu NotaBene Yayınları’ndan çıkan “İçimden İnsanlar Düşüyor” adlı kitabıyla Demet Özdemir.
“Göremediklerimizi, belki de yok saydıklarımızı yüzümüze vuran insanların öyküleri var bu kitapta.”
Kendinizi kısaca tanıtabilir misiniz? Kitaplar hayatınıza nasıl girdi, “okur” olmaktan “yazar” olmaya giden yol nasıl başladı ve ilerledi?
İstanbul’da yaşıyorum. Çocukluğum, ilk gençlik yıllarım Fatih’te geçti. Şanslıyım ve şimdilerde özlemle hatırladığım mahalle kültüründen, o saf samimiyetten nasibimi almaktan dolayı çok mutluyum. Okumak hep tutkum oldu ama yazmak çok sonraları geldi. Öykü yazmak, özel sektörde yeterince çalıştığıma karar verip hayallerimi gerçekleştirmek üzere yeni bir yolculuğa çıkmak istediğimde bana gelen bir armağandı. Yazmak, yaptım oldu diyemediğimiz yoğun araştırma, okuma ve çalışma isteyen bir eylem. Ben, atölye çalışmalarıyla başladım. Öyküyle tanıştım. Üzülerek söylüyorum öncesinde edebiyatın bu güzel alanıyla ilişkim yok denecek kadar azdı. Yoğun okumalar, analizler, incelemeler derken yazmaya başladım. Öykülerim; Oggito, Varlık, Edebiyathaber.net, Edebiyat Nöbeti gibi dergilerde yer buldu. “Gemi Öyküleri” ve “Duvarın Ardı” isimli çok değerli iki öykü seçkisinde öykülerimle yer aldım. Tüm bunlar umudumu ve cesaretimi arttırdı sanırım.
“Okur” olmaktan “yazan” olmaya giden yol benim için hayallerimin vücut bulmuş hali. Yol; uzun, meşakkatli ve bitmeyen, bitmesini istemediğim bir yol.
Kitabınızın ortaya çıkış öyküsünü anlatabilir misiniz? Fikir nasıl doğdu, kitabın ismine nasıl karar verdiniz, yazma süreci nasıl gelişti, yazarken uyguladığınız belli rutinler veya ritüeller var mı?
Ne için yazıyoruz? Paylaşmak, okunmak için. Burada farklı sesler yükselse de eninde sonunda yazdıklarımızın okunmasını dileriz. Kendi adıma, heybemde öyküler biriktikçe onları bir araya getirmek ve paylaşmak istedim. Dosyamı oluştururken bir bütünlük sağlama amacım olmadı ama öyküler bir araya geldikçe sanırım o bütünlük kendiliğinden oluştu. Öykü karakterleriyle öyle içli dışlı olduk ki sonunda içimde hep var olduklarını düşünmeye başladım. Nihayet “İçimden İnsanlar Düştü.”
Yazarken belli bir ritüelim yok. Her yerde yazabilirim. Tabi bu taslaklar ve akla gelen fikirleri kaydetmek için geçerli. Yeni bir şey yazmanın peşindeysem aklım sürekli onunla meşgul oluyor ve notlar tutuyorum. Son dokunuşları yaparken sessizlik ve mahremiyet istiyorum.
Dosyanızı tamamladıktan sonra yayınevlerine ulaşma, başvuru ve dosyanın kabul edilmesi sürecinden bahsedebilir misiniz? Bu süreçte yaşadığınız zorluklar olduysa bunları nasıl aştınız?
Yazdık, bitmedi. Dosya hazır, hevesli ve umutluyuz, biraz da endişeli. Yıpratıcı bir dönem başlıyor. Cevap alamadığınız bilinmezlik içerisinde geçen her gün gözünüzde büyüyor. Belki de sürecin en yorucu kısmı bu. Farklı deneyimler vardır elbet ama benim deneyimim tam da böyleydi. Bu süreçte kendimi her türlü sonuca hazırladım ama sonuca takılmayı odak noktası haline getirmedim. Çalışmaya devam ettim.
Yayınevi konusunda özel bir tercihim olmadı. Aynı yollardan geçmiş arkadaşlarımın, dostlarımın tecrübelerinden, tavsiyelerinden faydalandım elbet. Önemsediğimse öykü kitapları yayımlayan bir yayınevim olmasıydı. Öyle de oldu.
Kitabınızdan biraz bahsedebilir misiniz?
“İçimden insanlar Düşüyor” on dört öyküden oluşan bir öykü kitabı. Kısaca on dört farklı karakterin umutları, hayalleri, sıkıntıları, düşleriyle yoğrulmuş kimi zaman düşsel, kimi zaman can acıtan gerçeklerle örülmüş öyküler. Hepsinin bir meselesi var. Farklı coğrafyalarda bambaşka hayatlar yaşıyorken benzer çığlıklar atıyorlar. Mesela kâğıt toplayıcısı Arif’in yolu küçük Hasan’la kesiştiğinde çocuk yaşta çalışmak zorunda kalan tüm çocukların sesi haline geliyorlar. Ya da gecenin bir yarısı hem de sokağa çıkma yasağını delerek, çay almaya çıkan adamın izinde sokakları arşılarken yüz yıllar boyu hiçbir şeyin değişmediğine şahit oluyoruz. Görünenle görünmeyenin iç içe geçtiği, yanı başımızda olsalar dahi göremediklerimizi, belki de yok saydıklarımızı yüzümüze vuran insanların öyküleri var bu kitapta.
“İlk kitap” hem yazar hem yayınevi açısından birlikte yeni bir yola çıkmanın heyecanını ve soru işaretlerini taşır. Siz “ilk kitap” olgusuyla ilgili neler söylemek istersiniz?
Yeni ve heyecan verici bir tecrübe. İçinde bir sürü duyguyu barındırıyor. Düşünsenize bir kitabın kapağında ilk defa adınız yazıyor. Heyecan verici olduğu kadar korkutucu. Tüm bunların yanında “İlk kitap” deneyimi içinde süreci yönetmekle ilgili tecrübesizlikleri de barındırıyor. Kendi adıma akışa bırakmayı tercih ettim. Bence her şey yolunda gitti. “Su yürüdü yolunu buldu.” Tabi burada yayınevimin tecrübeli ve samimi ekibinin rolü yadsınamaz.
Yeni çalışmalarınız var mı? Varsa, kısaca söz edebilir misiniz?
Elbette var. Öykü yazmaya devam ediyorum. Bazen etkilendiğim, özel olduğunu düşündüğüm kitaplar hakkında yazıyorum. İçime sinen bir çalışma olursa dergilere gönderiyorum. Aklımda farklı projeler var. Yapmak istediklerim çok, hayat yeterince uzun değil. Ben burada sadece “Yolun beni götürdüğü yere kadar devam” demek istiyorum.
Henüz bir kitabı yayımlanmamış yazarlara ve yazar olmak isteyenlere tavsiyeleriniz neler olur?
Tavsiye verecek kadar tecrübem olduğunu düşünmüyorum. Bildiğim en iyi yol, çalışmak, yazmak, okumak, yine yazmak, yine okumak, gerisi kendiliğinden geliyor. Bir de belki çok klişe olacak ama her konuda olduğu gibi yazmak için de sevmek gerekiyor. Yolumuza ne çıkarsa çıksın vazgeçmeyecek kadar sevmekten ve bizi dingin tutan heyecanı kaybetmemekten bahsediyorum. İşin önemli bir parçası da bu sanırım.
edebiyathaber.net (3 Ekim 2022)