İlk kitap söyleşilerimizin bu haftaki konuğu Edisyon Kitap’tan çıkan “Tatlı Bir Şey Yok mu?” adlı kitabıyla Dilek Karaaslan.
“Her yaştan ve toplumun her katmanından kadınların öykülerini yazmaya çalıştım.”
Kendinizi kısaca tanıtabilir misiniz? Kitaplar hayatınıza nasıl girdi, “okur” olmaktan “yazar” olmaya giden yol nasıl başladı ve ilerledi?
Çocukluğumdan beri hep çok okuyan biri oldum. Okumaya devam ettikçe bir yerden sonra yazma isteği duymaya başladım, dolan bir kabın taşmasına benzetiyorum bunu. Ama çok yoğun bir iş hayatı, bir evin, bir ailenin düzeninin kotarılması, sonrasında kızımın okulu, eğitimi derken yıllar akıp geçti. Ta ki, iş yaşamımda daha önceden o denlisine tanık olmadığım zorlu döneme kadar. O dönemde ayakta kalmak için çaba göstermem, zihnimi meşgul ederek çok mutsuz olduğum iş yaşamı dışında beni mutlu edecek bir şeyler yapmam gerektiğini fark ettim. 2014 yılıydı, edebiyat, sanat, film analizi, felsefe gibi atölyelere yöneldim. Her birinden farklı bir tat ve taze bilgiyle yenilendiğimi hissederek dönmek çok iyi geldi bana. Atölyeler iş yaşamımdaki olumsuzlukları görmezden gelmemi ya da katlanmamı kolaylaştırıyordu. Atölyeler dönemi 2021’in sonuna dek devam etti, son bir yıldır artık uzun dönemli atölyeler mümkün olmasa bile gerilla taktiği uygulayıp çok iyi ve birkaç saatlik farklı yazar ve sanatçıların edebiyat, sanat, film atölyelerine vur- kaç mantığıyla katılıyorum. İşin gerçeği, çok okuyan biri olmama rağmen, nitelikli okumayı, gerçek edebiyatı, filmleri farklı bakış açılarıyla izlemeyi, iyi hikâyeyi ve hikâyecileri ayırt etmeyi oralardan, o hocalardan öğrendim. İş yaşamımda, bahsettiğim o kötü dönem sona erince anladım ki, yaşadığımız her olumsuzluk bizi düşünmeye ve aslında olmamız gereken doğru alana, doğru işe, bazen farklı bir şehre, ihtiyacımız olan her neyse ona yönlendiriyor. Kısaca her şerden bir hayır doğuyor. O dönemde şansıma çok iyi atölyeler, çok iyi hocalarla tanıştım. Gümüşlük Akademisi, Latife Tekin, Haydar Ergülen, Nalan Barbarosoğlu, hakkını hiç ödeyemeyeceğim Semih Gümüş ve Notos Atölye, Murat Gülsoy ve Ethem Baran. Hepsinden iyi şeyler öğrendim.
Kitabınızın ortaya çıkış öyküsünü anlatabilir misiniz? Fikir nasıl doğdu, kitabın ismine nasıl karar verdiniz, yazma süreci nasıl gelişti, yazarken uyguladığınız belli rutinler veya ritüeller var mı?
Yazar adayı olarak elbette yazdıklarımın daha çok okunmasını ve basılmasını istiyordum. Öykülerim katıldığım birkaç yarışmada derece alıp dergilerde yayımlanmaya başlayınca bunu başarabileceğimi düşündüm ve dosyamı hazırladım. Dosyamın basılması çok önemli bir motivasyon kaynağı olacaktı, nihai hedefim buydu. Ama kitap basıldıktan ve o ilk heyecanı atlattıktan sonra beni asıl motive edenin, yola, yürümeye, çalışmaya devam etmek ve yolda olma hali olduğunu anladım. Sabır, ter, çalışma, daha çok çalışma, daha çok okuma. Öğrencilik halinin devam etmesi, güzel olan bunlardı.
Çalışmak için öyle özel bir ritüelim yok ama genelde evde yalnızken çalışıyorum. Eğer evde zihnimi dağıtacak fazlaca iş varsa kaçıp sakin bir kafeye sığınarak yazmayı tercih ediyorum diyebilirim. Tabii bir de bağımlısı olduğum kahve. Ama hiç olmazsa olmazı, yazmadan önce sevdiğim bir yazarın en az bir, bazen birkaç öyküsünü okuyarak başlamak.
Kitabın adına gelince, içindeki öykülerden birinin adı bu. Ama aslında öykülerin her biri “Tatlı Bir Şey Yok mu,” sorusunun ortak paydasında buluşuyor ve bunun cevabını arıyor.
Dosyayı tamamladıktan sonra yayınevlerine ulaşma, başvuru ve dosyanın kabul edilmesi sürecinden bahsedebilir misiniz? Bu süreçte yaşadığınız zorluklar olduysa bunları nasıl aştınız?
Sanırım bu en zor kısmıydı. Neredeyse bir buçuk yıl hatta belki biraz daha fazla sürdü. İlk red cevabından sonra dosyadaki öyküleri yeniden yazdım diyebilirim. Sonrasında aynı süreç tekrar işledi. Basım maliyetlerinin aşırı yükselmesi, ellerinde çok sayıda dosya birikmesi gibi zorluklar, bir de üstüne pandemi şartları nedeniyle yayınevlerinin dönüş süreleri çok uzun sürüyordu. Hatta bazı yayınevlerinin hiç dönmemesi, dosyamın bırakın okunmasını, herhangi birinin eline geçtiğinden bile emin olamamam gibi çoğu yazar adayının yaşadığı sorunları yaşadım. Bazen de titizlikle okuyup beğendiklerini ama yayınevi çizgilerinin farklı olduğunu, dosyayı neden beğenip ama neden basamayacaklarını detaylı açıklayacak kadar zarif olanlarla da karşılaştım.
Kitabınızdan biraz bahsedebilir misiniz?
Her yaştan ve toplumun her katmanından kadınların öykülerini yazmaya çalıştım. Farklı kadınlık hallerini, kayıpları, göçü, tacizi, korkuyu, direnen, direnmeyi beceremeyen ama yine de var olmaya çalışan kadınları, yaşlılığı, yaşlılığın getirdiği kimsesizleşmeyi, aile kavramını sorgulayan on dört farklı yalnızlık öyküsü olarak özetleyebilirim.
“İlk kitap” hem yazar hem yayınevi açısından birlikte yeni bir yola çıkmanın heyecanını ve soru işaretlerini taşır. Siz “ilk kitap” olgusuyla ilgili neler söylemek istersiniz?
Öncelikle yayınevimin (Edisyon Kitap) gerçek anlamda beni desteklediğini, deyim yerindeyse aileye girdiğimi hissettiğimi söyleyebilirim. Tabii bunda hem genç bir yayınevi olmasının hem kadronun idealist ve amatör ruhlu profesyonel yazarlardan oluşmasının payı var. İletişim konusu önemli, iki tarafın da erişilebilir olması ve esere katkıda bulunmaya istekli olması gerekir. Tabii her şeyin ötesinde yayınevi yazara hem de risk alarak yeni bir yazara yatırım yapıyor. Her kurum gibi yayınevinin de ayakta kalabilmesi için seçici olması ve yatırım yaptığı yazarların da onları yeni ve iyi projelerle beslemesi, sürekliliği sağlaması gerekir diye düşünüyorum. Benim onlarla ilgili soru işaretim hiç olmadı. Yayınevinin soru işaretlerini elbette onlardan dinlemek gerekir ama benim ne istediğimi, bu işe macera ya da bir heves olarak kalkışmadığımı, bundan sonraki yaşamımı yazı üzerine kurduğumu biliyorlardı. Kısaca onlar bana güvendi, ben de onlara.
Yeni çalışmalarınız var mı? Varsa, kısaca söz edebilir misiniz?
Elbette. İkinci öykü dosyam üzerinde çalışıyorum. Yarıyı geçtim diyebilirim. Tabi ki, ince işçiliği de sayarsak daha epeyce bir yolu var. Kendi adıma iyi bir öykü için üzerinde tekrar tekrar çalışmayla birlikte en az iki, belki üç ay gerekir diye düşünüyorum. Aradığım bütünüyle bir kusursuzluk değil elbette, o denli kusursuz bir eserin tadının yavan olacağı fikrindeyim. Yalnızca kimseyle hatta kendimle bile yarışmadan yapabileceğimin en iyisini yapma duygusunu yaşamak istiyorum. Bir de henüz kâğıda dökmediğim bir kısa roman tasarısı var aklımda. Aralıklarla da olsa kitap incelemeleri yazmaya devam ediyorum bir yandan.
Yazar/şair adaylarına tavsiyeleriniz neler olur?
Sanırım en zor soru bu. Neden derseniz, ben kendimi böyle bir tavsiyede bulunmaya değil, tavsiye alma fikrine daha yakın görüyorum. Yine de tek bir şey söyleyecek olsam, yazmak istedikleri tarzda yazılmış iyi kitapların tekrar tekrar okunması diyebilirim.
edebiyathaber.net (1 Ağustos 2022)