İlk Kitap söyleşilerimizin bu haftaki konuğu Can Yayınları’ndan çıkan Yankı isimli öykü kitabıyla Müge Koçak.
“Yankı’da gerçekten fantastiğe göz kırpan, kurgu yoğun, yer yer sert hikâyeler var diyebilirim.”
Kendinizi kısaca tanıtabilir misiniz? Kitaplar hayatınıza nasıl girdi, “okur” olmaktan “yazar” olmaya giden yol nasıl başladı ve ilerledi?
Klasik anlamda özgeçmişime bakarsak, İstanbullu bir Adanalıyım ya da Adanalı bir İstanbullu. Hayatımın büyük bir kısmını İstanbul’da geçirdikten sonra iş dolayısıyla Adana’ya taşınma kararı aldım. Halen yaşantımı Adana’da devam ettiriyorum. Kitaplar hayatımda her zaman olduğu için nasıl girdiğini hatırlamıyorum. Kendimi yazarak ifade etmeyi hep sevmiştim. Gençlik yazılarım daha çok mektup, şiir, günlük biçimdeydi. Daha sonra anlatmak istediğim hikâyeler oldu ve öyküye geçiş yaptım sanırım ama tabii tüm bunların birbirinden ayrıldığı kesin tarihsel çizgiler yok aklımda.
“Yankı” kitabının ortaya çıkış öyküsünü anlatabilir misiniz? Fikir nasıl doğdu, ismine nasıl karar verdiniz, yazma süreci nasıl gelişti, yazarken uyguladığınız belli rutinler veya ritüeller var mı?
Uzun zamandır yazdığım öykülerin bir araya gelmesiyle oluştu Yankı. Çeşitli platformlarda yazmaya devam ediyordum. Daha sonra yazdıklarımın okurlar tarafından ilgiyle karşılandığını ve beğenildiğini gördüm. Aldığım bu cesaretle bir kitap dosyası oluşturmaya ve yayınevlerinin kapısını çalmaya karar verdim.
Can Yayınları bana kapıyı açtı ve böylece Yankı okuyucunun karşısına çıktı.
Yazarken uyguladığım bir rutin yok. Ama muhakkak günde en az bir saat ekran başında ya da kalem elimde defter önünde geçiriyorum. Hiçbir şey yazamasam da saçmalama hakkımı kullanıyorum. Bunun bir yazma pratiği olduğunu bilerek. Beni iyileştiriyor.
Dosyayı bitirdikten sonra yayınevlerine ulaşma, başvuru ve dosyanın kabul edilmesi sürecinden bahsedebilir misiniz? Bu süreçte yaşadığınız zorluklar olduysa bunları nasıl aştınız?
Geriye dönüp baktığımda taslak dosyamı yayınevine göndermem üzerinden neredeyse 2 yıl geçmiş. Bir ay sonra Yankı’nın da birinci yılı olacak. Yayınlatma sürecinde sanırım en zoru bir bilinmeyeni beklemek.
Muhatabınız sadece bir e-posta. İlk aldığınız yanıt da çoğu kez otomatik yanıt, “dosyanız bize ulaşmıştır, değerlendirme sonucu size bilgi verilecektir” gibi ve sonrası bir karanlık, boşluk. Yayınevlerinin dönüş süresi değişken, 3-6-9-12 ay ya da hiç olabiliyor. Bu nedenle sabırlı olmak gerekiyor ve red yanıtı alındığında yılmamak.
İlk kitap hem yazar, hem yayınevi açısından soru işaretleriyle dolu, heyecanlı bir başlangıçtır. Siz “ilk kitap” olgusuna nasıl bakıyorsunuz?
O zaman bir yemeğe benzetelim bunu mesela. İlk sardığınız yaprak sarmasının ya da yaptığınız böreğin kusurları misafirin gözüne batmaz belki ama ikinci, üçüncü kez yediklerinde, yapılanlardan daha lezzet ve sizden de daha ustalık beklerler. Ve evet kitaplarla yemekler arasında bence çok yakın bir ilişki var. Tadını tuzunu kıvamını iyi tutturamadığınız bir ikinci kitap kâbusunuz olabilir sanırım.
Kitabınızdan biraz bahsedebilir misiniz?
Yankı, 12 kısa öyküden oluşuyor. Gerçekten fantastiğe göz kırpan, kurgu yoğun, yer yer sert hikâyeler diyebilirim sanırım. Yabancılaşan ve yalnızlaşan karakterlerden acımasız yaşam şartlarında savrulan hayatlar, kah ironik bir üslupla yaklaşan kah uzaktan seyreden, toplumun yaralı bilincine ışık tutan öyküler.
Yeni çalışmalarınız var mı? Varsa, kısaca söz edebilir misiniz?
Çalışmalarım var, hep var. Öyküler yazılmaya devam ediyor. Zaman ne gösterir bilmiyorum.
Yazar adaylarına tavsiyeleriniz neler olur?
“Hep okuduğundan farklı şeyler oku, kurgu dışı oku, doğayı deneyimle, yayınlatmak için yazma, her gün mutlaka yaz, sabırlı ol, red yesen de cesaretin kırılmasın, başkalarının sevdiği şeyleri değil kendi sevdiğin şeyleri yaz, kendine sansür uygulama, risk al, yanına not defteri al…” Bunlar benim kendime tavsiyelerim, notlarım. Yazar adayları da bu yazdıklarımdan kendilerine uygun olanı seçebilirler.
edebiyathaber.net (8 Kasım 2021)