İlk kitap söyleşilerimizin bu haftaki konuğu NotaBene Yayınları’ndan çıkan Açıyorum Gözlerimi adlı kitabıyla Özgür Akarsu.
“Sanırım tüm öyküler, yaşam, ölüm, yalnızlık, kaygılar, korkular ve arzular etrafında dolanıyor.”
Kendinizi kısaca tanıtabilir misiniz? Kitaplar hayatınıza nasıl girdi, “okur” olmaktan “yazar” olmaya giden yol nasıl başladı ve ilerledi?
43 yaşındayım. Kurumsal hayatta yapay zeka teknolojileri üzerine çalışıyorum, bir yandan da misafir öğretim görevlisi olarak üniversitelerde ders veriyorum. İlk öykü kitabım “Açıyorum Gözlerimi” 2022 şubat ayında yayımlandı.
Kendimi bildim bileli kitaplar hayatımdaydı. Çocukken elime ne geçerse okurdum. Altın masallar, Jules Verne romanları, Milliyet gazetesinin her cuma dağıttığı Red Kit ve Ten Tenler elimden düşmezdi. Onlar yetmediğinde, ananemin duvarındaki takvimi, cami kütüphanesindeki cengaver kahramanlık öykülerini, bodrumdaki eski gazeteleri yer yutardım.
Yazmaya çoğu insan gibi ortaokulda günlük tutarak başladım. Günlükler yavaş yavaş anlatılara ve öykülere dönüştü. İlk zamanlarda beni yazmaya sevk eden his bugünkünden çok farklı değil; günlük hayatta ağzımdan çıkan her cümlede bir şeyler eksikti sanki, ben de kendimce yazarak tamamlamaya çalıştım yıllar boyunca.
Üniversitede uzun yıllar tiyatroyla uğraştım. Bu yüzden ilk edebi ürünlerimi bu alanda ortaya koydum. Bunlar arasında “Murat Uyurkulak”ın ‘Har’ romanı üzerine bir oyunlaştırma denemesi, 2 yıl sahnelenen “Hayatımın Bilgisi” adlı tek kişilik oyun, tiyatrodan arkadaşlarla yaptığımız kısa film denemeleri yer almakta.
Kendimi hiçbir zaman ‘yazar’ olarak göremedim. Ama yazmadan da duramıyorum. Her cümle kurduğumda yaşadığım telaşı ve amatörlüğü seviyorum. İlla bir şeye benzetmek gerekiyorsa, dakikalarca nefesini tutup, birden canhıraşça nefes almak gibi bir şey yazmak benim için.
Siz aynı zamanda Endüstri Mühendisi olarak çalışıyorsunuz. Mühendislik genelde edebiyata uzak görülen bir alandır. Farklı iki alan sizde nasıl buluştu?
Uğur Mumcu’nun katledildiği gün ‘Ben gazeteci olacağım’ demiştim anneme. Kaygıyla bana bakmış, bu ülkede yazar çizer olmanın zorluklarını anlatmıştı. O gün hiç ikna olmamıştım söylediklerine ama ‘sağ olsun’ doksanlar anneme savlarını güçlendirecek oldukça bol malzeme verdi ve ben de kendimi mühendislik bölümleriyle dolu bir ÖSYM formu doldururken buldum.
Buna rağmen üniversitede tiyatrocu olmak için çok çabaladım, ama beceremedim (iyi ki de becerememişim). Sonrasında akademik ve kurumsal hayat paralel bir şekilde devam ederken, yazmak benim için bir acil çıkış kapısına dönüştü. Koşturmaca içerisinde nefes aldığım, bir kaçış ve kendini yeniden üretme alanı olarak hayatımın gölge merkezi oldu.
Sanat yapar gibi mühendislik yapmak da mümkün, mühendislik yapar gibi sanat yapmak da. İlki kulağa hoş geliyor. Ama ikincisi problemli bir şeyi çağrıştırıyor. Tamamen yaratıcılıkla bağdaştırılan bir özgürlük alanının, metotla, nedensellikle, araçsal akılla ne alakası var diyebiliriz. Bence var. En azından benim yazma biçimimde var. Hayatı farklı kavrayan disiplinlerin her zaman birbirinden öğrenecekleri çok şey olduğunu düşünürüm. Mühendislik ve edebiyatla aynı anda uğraşmaya çalıştığım için benim için bu durum bir tercih değil zorunluluktu. İki alanın bende bıraktığı izlerin peşinden gitmek, onları birbirine çarpıştırmak, bazen uyumlandırmak, bazen birine konsantre olup, diğerini unutmak zorundaydım. Yorgun düştüğümde, bir şey çıkartamadığımda bu durumu bir dezavantaj, bir şeyler ortaya koyabildiğimde ise bir avantaj olarak yorumlarım. Her iki durumda da öğretici ve keyifli diyebilirim.
Kitabınızın ortaya çıkış öyküsünü anlatabilir misiniz? Fikir nasıl doğdu, kitabın ismine nasıl karar verdiniz, yazma süreci nasıl gelişti, yazarken uyguladığınız belli rutinler veya ritüeller var mı?
“Açıyorum Gözlerimi” son on yılda yazdığım öykülerin derlenip toparlanmasıyla şekillendi. Beni bu kitabı oluşturmaya iten temel güdü, genellikle yarım kalan, yakın çevremdeki bir iki insan dışında kimseye okutmadığım yazılarımın, derlenip toparlanması ve başka insanlarla paylaşılmasıydı.
Kitabın bel kemiğini oluşturan uzun öykü “Gündüz Düşleri” ‘Kapıyorum gözlerimi…” diye bitiyor. Ben de ondan esinlenerek “Açıyorum Gözlerimi” dedim adına.
Yazma faaliyeti benim için çoğu zaman farklı zamanlarda ve bağlamlarda birbirinden kopuk olarak yazılmış bir takım metinlerin, yeniden yorumlanması ve birleştirilmesi. İlk yazma süreci, daha öznel duygulara bağlı bir yaratıcı faaliyet olarak, ikinci yazma-toparlama sürecini ise bir mühendislik ve tasarım işi olarak tanımlayabilirim. İkincil yazma sürecinde, elime aldığım bazıları yılar önce yazılmış metinlere kısmi de olsa dışarıdan bakabiliyorum. Çoğu orijinal fikir değişiyor, dönüşüyor, özel bağlamından kopup daha genelle bütünleşiyor. ‘Film iki defa çekilir, birincisi set de, ikincisi kurgu masasında’ derler. Benim için yazma süreci de buna benziyor.
Dosyanızı tamamladıktan sonra yayınevlerine ulaşma, başvuru ve dosyanın kabul edilmesi sürecinden bahsedebilir misiniz? Bu süreçte yaşadığınız zorluklar olduysa bunları nasıl aştınız?
Dosyayı tamamladıktan sonra ilk yaptığım şey fikirlerine güvendiğim birkaç arkadaşıma okutmak oldu. Eğer fikirlerine güvendiğiniz ve yazdıklarınıza yeterli zamanı ayıracak arkadaşlarınız varsa şiddetle tavsiye ederim. Bu açıdan ben çok şanslıydım. Bir arkadaşımla beraber metinler üzerine dört-beş tur uzun uzun konuştuk. Kitap bu süreçte olgunlaştı. Daha da önemlisi, ilk okurumla metinlerden yola çıkarak hayata, insana ve sanata dair müthiş keyifli sohbetler yaptık. Bu açıdan öyküleri kitaplaştırma amacım henüz kitap basılmadan kısmi olarak gerçekleşmiş oldu.
İkinci büyük şansım da, birkaç başvuru denemesinden sonra Notabane Yayıneviyle karşılaşmak oldu. Sağ olsunlar, bana önemli bir fırsat verdiler. Editörüm Sibel Öz’le birlikte kitabı son haline kavuşturduk. Aslında kitabın adı da, öykülerin sırası da bu editöryel çalışma esnasında şekillendi.
Kitabınızdan biraz bahsedebilir misiniz?
“Açıyorum Gözlerimi” 8 tane öyküden oluşuyor. Kitabı aslında ikiye ayırabiliriz. Birinci bölüm “Gündüz Düşleri” adında uzunca bir öykü. Kendi içinde çok sayıda ufak öyküyü barındırıyor. Kitabın kalan kısmındaki 7 öykünün birbiriyle organik bir bağı yok. Temalarda benzerlikler var ama olay örgüleri tamamen bağımsız.
İnsanın kendi kitabını tanımlaması kolay değil. Bir okur, yer altı edebiyatı, bir diğeri “tuhaf öyküler” olarak tanımladı. İkisi de doğru olabilir.
Sanırım tüm öyküler, yaşam, ölüm, yalnızlık, kaygılar, korkular ve arzular etrafında dolanıyor. Karakterlerin çoğu iyi tanıdığım şehirli orta sınıf insanlar. Evlerine, kendilerine, geçmişlerine ve olası geleceklerine dair yabancılıkları, hırsları ve kırgınlıkları dökülmüş sayfalara.
İlk kitap” hem yazar hem yayınevi açısından birlikte yeni bir yola çıkmanın heyecanını ve soru işaretlerini taşır. Siz “ilk kitap” olgusuyla ilgili neler söylemek istersiniz?
İlk kitapta sanırım eteğimdeki taşları döktüm. Ne yapmaya çalıştığımı bazen benden daha iyi anlayan bir ilk okura ve editöre sahip olduğum için şanslıydım. Temalar benzer olsa da, farklı tarzlar denedim her bir öyküde. Bu yüzden sonraki kitapta ne yapmam gerektiğini kestirebiliyorum. En fazla bir ya da iki biçim kullanarak, daha bütüncül bir eser ortaya koymak istiyorum. Benim için yazmak hiç bitmeyen bir öğrenme ve arayış süreci.
Yeni çalışmalarınız var mı? Varsa, kısaca söz edebilir misiniz?
Yapay zeka alanıyla ilgili bir arkadaşımla birlikte popüler bilim sınıfına girebilecek bir kitap yazıyoruz. Bu aralar vaktimin çoğunu bu çalışma alıyor. Edebi alanda şu an biriktirme halindeyim.
Henüz bir kitabı yayımlanmamış yazarlara ve yazar olmak isteyenlere tavsiyeleriniz neler olur?
Herhalde sabır ve çalışmak olur. Neden yazdığınızı, derdinizin ne olduğunu sürekli olarak kendinize hatırlatmak gerekiyor. Bu ülkede herhangi bir konuya konsantre olup derinleşmek kolay değil. Ama yazmak için bunun elzem olduğunu düşünüyorum. Biçimi ve süresi kişiden kişiye değişebilir ama mutlaka bir plan ve metot çerçevesinde hareket etmek gerekiyor. Aksi takdirde ne kadar kendinizi korumaya çalışırsanız çalışın, bir şeyler anında dolduruyor boşlukları.
edebiyathaber.net (22 Ağustos 2022)