“Bir halkın diliyle yarattığı her türlü kültürel miras, şarkısı, romanı, ninnisi, şiiri, öyküsü, türküsü dilinde yaşar, diliyle yaşar. İnsanlık hiçbir dilin yok olup gitmesine izin vermemeli. Bütün diller yaşatılmalı. İşte o yüzden AMA ÖNCE TÜRKÇE! dedim bu kitabın adına. Herkes kendi dilinin yoksullaşmasını önlesin, ezilip azalmasına engel olsun ama Türkçeye de bizler, bu dili konuşanlar, bu dille düşünenler, bu dille hissedenler sahip çıksın. Çünkü Türkçeyi koruyacak ve geliştirecek olanlar bizleriz. Çünkü dilimize sahip çıkacak bizden başka kimse yok. Biz sevmezsek başka seveni olmaz. Biz koruyup kollamazsak kollayanı çıkmaz.”
Ne kadar da haklı değil mi, bu satırların yazarı?
Feyza Hepçilingirler söylüyor bunları. Ömrünü Türkçeye adamış, hocaların hocası, kıymetli bir Türkolog. Dilimiz üzerine çok kitap yazdı, yazmaya devam ediyor. Son örnek de Sia Kitap tarafından yayımlanan “Ama Önce TÜRKÇE!”
KİTAP DÖRT BAŞLIKTAN OLUŞUYOR. “Medyanın, Siyasetin ve Toplumun Dili”, “Şarkılar, Şiirler ve Dil”, “Türkçe Günlükleri”, “Halid Ziya Uşaklıgil ve Türkçede Son Durum.”
Kitaba başlarken az çok nelerle karşılaşacağımı tahmin etsem de çok daha fazlasıyla karşılaştığımı itiraf etmeliyim. Adanmış bir ömür ve uzun yılların deneyiminden söz ediyoruz ne de olsa. Günlük akış içerisinde izlediğimiz, dinlediğimiz ve üzerinde hiç düşünmediğimiz konuşmaların içerisinden tek tek cımbızlayarak çekmiş çıkarmış Feyza Hoca. Her bölümde yüzüme bir tebessüm konsa da okuduklarım karşısında, ilk bölümdekiler biraz acı oldu. Yaklaşık 85 milyonluk bir ülkenin yöneticileri, yönetmeye aday olanları dili bu kadar pervasızca kullanmamalı. Sonuçta onların konuştuklarını yine milyonlarca insan dinliyor.
“Şarkılar, Şiirler ve Dil” başlığı altında yazılanları okuyunca daha da çok şaşırdım açıkçası. Yazarı nahif kişiliği ile tanıdığımdan buradaki eleştirilerin sertliği karşısında yutkundum sadece. Haksız mı bu eleştirilerinde? Kesinlikle değil. Yıllardır severek dinlediğimiz şarkıların, coşkuyla okuduğumuz şiirlerin böylesi bir dile sahip olduğunu hiç fark etmemişim. Bu da benim için güzel bir ders oldu. İyi bir öğretmenden alınan dersin kalıcılığını da hepimiz biliriz. Yazarın bu konudaki sözleri de niyetinin ne olduğunu açıkça ortaya koyuyor. “Benim derdim baştan beri şarkı sözlerini eleştirmek değil, onlar aracılığıyla Türkçeye dikkat çekmekti.”
Türkçe Günlükleri’nin lezzetini daha önce kitaplarını okumasalar da dergilerden yazılarını takip edenler biliyor zaten. Bir miktar içini döküyor, dertleşiyor okuruyla yazar. Okuru da onun günlük yaşamına tanıklık ediyor bu sayede. Okudukları, görüştükleri, konuştukları, gezdiği yerler… Temelinde ise hep Türkçe var.
Halid Ziya Uşaklıgil’in dilimiz üzerine saptamalarını aktardığı son bölümün ardından da “Yüzüncü Yılda Türkçede Durum ve Çözüm Önerileri” başlığıyla yapılması gerekenleri aktarmış. Madde madde, hiçbir boşluk bırakmadan. Tabelalar, Markalar, Türkçe sözcüklerin yapısının bozularak İngilizce yazılması, sözcüklerimize yabancı ekler, adresler, yer adları, cep telefonu mesajları (7’den 70’e en yaygın ve zararlı olanı sanırım) ve daha birçok maddede sorunu gözümüzün önüne seriyor. (Başka bir şekilde ifade etmek istemedim.)
“Ama Önce TÜRKÇE!” elden ele dolaşmalı, ortaöğretim ve yükseköğretimde ders kitabı olarak okutulmalı. Eğitim Fakülteleri’nin Türkçe öğretmenliği bölümü öğrencileri bu kitabı ezberleyip okullara girmeli. Ondan sonra izleyelim, bu duyarlılığı kazanarak sahaya giren öğretmenler, nasıl öğrenci yetiştiriyor. Feyza Hepçilingirler adını bilmeyen Türkçe öğretmenlerinin var olduğuna tanıklık ettiğim için yazıyorum bunları da.
Son sözü yine Feyza Hocama bırakıyorum. “Türkçe bize Cumhuriyetin emanetidir. Cumhuriyetimizi korumak ne kadar önemliyse dilimizi korumak da o kadar önemlidir.”
edebiyathaber.net (18 Kasım 2024)