İlyas Tunç’tan Yirminci Yüzyıl Trajedileri

Ocak 10, 2025

İlyas Tunç’tan Yirminci Yüzyıl Trajedileri

İlyas Tunç’un Yirminci “Ne çok gelecek, Ne az zaman Yüzyıl Trajedileri” adlı kitabı Metis Yayınları tarafından yayımlandı.

Tanıtım bülteninden:

İlyas Tunç, yirminci yüzyılda dünyanın dört bir yanında siyasi, etnik ya da dinsel nedenlerle işlenmiş cinayet, katliam veya kırımlara odaklanıyor. Bir kısmını hiç bilmediğimiz, bir kısmını unuttuğumuz bu olayları dikkatli bir dille anlatan Tunç özellikle devletlerin ya da devlet gibi davranmak isteyen hareketlerin karanlık tarihine ışık tutuyor. Yakın geçmişte de olsa geride kaldığını düşünmeye meylettiğimiz bu tür örgütlü şiddet eylemlerinin yaşadığımız dünyayı şekillendirmekte rolü olduğuna şüphe yok.

Ne çok gelecek, ne az zaman bizi bir kez daha, uygarlığın içinde saklı duran barbarlığı ve ona karşı koyma gücümüzü düşünmeye çağırıyor. Yüzleşmek pişmanlık duymayı, pişmanlık duymak ise söz konusu kötülükleri bir daha yapmamayı sağlayabilir. Kitabın diri tutmak istediği bu umuda, bölgesel savaşların sürdüğü, küresel bir savaş tehdidini hissettiğimiz şu yirmi birinci yüzyılda çok ihtiyacımız var.


Önsöz, Yaralarımızı İyileştirmek, s. 7-8

“Yaşamayı seviyorum!”

Böyle söylüyor Amazon Ormanları’nda şifalı otlar toplayan bir Cinta Larga yerlisi. Amazon Ormanları’ndan Namibya Çölü’ne, Namibya Çölü’nden Amritsar kentine varıncaya kadar herkesin yaşamayı sevdiği bir dünyada ölmek de maalesef bir gerçeklik. Ölümün doğal bir biçimde gerçekleşmesi ya da yaşama sevinci kalmamış bir insanın bu doğal gerçekleşmeyi beklemeksizin kendi canına kendi iradesiyle kıyması karşısında yapılacak bir şey yok. Ancak, insanların birbirlerinin canına kıymasına gelince, orada durup düşünmek zorundayız.

İster bir tek kişiye ister bütün topluma yönelik olsun, hiçbir öldürme eylemi, geçerli hiçbir gerekçeye dayanmaz.

Elinizdeki kitap savunmasız insanlara yapılan katliamlara ilişkindir. Metinler boyunca nasıl bir ruh haline gireceğinizi kestiremiyorum. 20. yüzyılla sınırladığım bu trajedileri yazarken benim nasıl bir ruh haline girdiğimi belki tahmin edersiniz. Yaşamayı seven o Cinta Larga yerlisinin şifalı otlardan birini tam koparacağı anda helikopterden atılan bir dinamit lokumuyla yere yüzükoyun kapaklandığını, ırkçı Hitler faşizmine deneysel bir araç olsun diye Namibya Çölü’ nden Auschwitz’e kafataslarından bir yol döşendiğini, Rowlatt Yasalarını protesto etmek üzere Amritsar kentinde toplanan binlerce insanın İngiliz sömürge ordusu tarafından Müslüman, Hindu, Sih ayrımı gözetilmeksizin yaylım ateşine tutulduğunu ve daha nice kötü şeyleri yazmaya değer miydi, bilmiyorum. Bildiğim bir şey varsa ki bu, din, dil, ulus, ırk, töre gibi kavramlarla insanları kışkırtan iktidar odaklarının katliam olgusuyla, dolaylı ya da dolaysız, bir bağı bulunduğudur. Sosyoekonomik temelli bu kötü şeyleri siyasi bir tartışma ortamı yaratmak amacıyla değil, yüzleşmek amacıyla kaleme aldım. Yüzleşmenin pişmanlık duymaya yol açabileceği, pişmanlık duymanın da aynı kötü şeyleri bir daha yapmaktan bizi alıkoyabileceğini düşünmek, toplumsal düzlemde olmasa da, bireysel düzlemde iyimser ve huzur verici bir duygudur. İntikam alma duygumuzu frenleyebilecek şeyin biraz da bu olduğunu ileri sürenlere katılmak, bana kalırsa, anlamlı bir tercihtir. Anlamlı bir tercihtir; çünkü savunmasızlık, masumiyetin ta kendisidir. Masumiyeti, buradaki anlamıyla bize zararı dokunmayacak bir bedeni, akıl almaz işkencelerle öldürmek, insanlık dışı bir davranıştan başka nedir ki!

“Onlar için yeterli sayıda hapishanemiz yoktu.”

Kent halkının dörtte birinin yok edildiği Sinchon Katliamı’na katılan Güney Koreli Amiral Sang Nam-hui söylüyor bunu. Amiralin onlar dediği insanlar, ötekiler; kendilerinden olmayan Bodo İttifakı üyeleri. Yeterli sayıda hapishaneniz yoksa ötekileri infaz edip cesetlerini denize atabilir misiniz? Yaşamayı sevdiklerini düşünmeksizin… Ortak paydası katliam olgusu olan bu metinlerden yola çıkarak yine paydaları ortak bir katliam tanımı beklentilerimizi bir kenara bırakalım şimdilik; tarihsel bir bakış açısıyla yazılmış akademik bir alan çalışmasından değil, bir deneme kitabından söz ettiğimize göre… Kaldı ki tarihçilere, sosyologlara, psikologlara; hatta sokaktaki sıradan insana sorulsa her birinden farklı bir tanım duyacağımız kesindir. Ama dikkatli okur, metinler arasında organik bir bağ kurduğunda bir katliamın hangi koşullarda, ne zaman ve kimler tarafından nasıl yapıldığının ortak paydalarını yakalayacaktır.

Katliamların 20. yüzyılla sınırlanması, bunların o yüzyıl diliminde daha yoğun yaşandığı anlamına gelmiyor. İnsanlık tarihi boyunca yaptığımız kötülüğün sayısal verilerini ortaya koyan istatistiklerden yoksun oluşumuz, bize, bir güç göstergesi olarak güçsüzlere bahşettiğimiz iyiliği göklere çıkarma cesareti vermemeli. Tamamen başaramasak bile, yaralarımızı iyileştirmeye çalışmak erdemli bir davranıştır. Daha erdemli davranış ise, yara açmamak, şifalı otlar toplayan Cinta Larga yerlisinin savunmasız bedenine dokunmamaktır.

“Yaşamayı seviyoruz!”

İlyas Tunç

20 Mayıs 2024, Ordu

edebiyathaber.net (10 Ocak 2025)

Yorum yapın