Doğallığı ve gerçekçi replikleriyle dönemin aşk filmleri arasından kolaylıkla sıyrılan Vesikalı Yârim, Sait Faik’in “Menekşeli Vadi” öyküsünden uyarlanarak beyaz perdeye aktarılmıştır. 1968 yılında çekilen filmin başrollerinde muhteşem güzelliğiyle Türkan Şoray (Sabiha) oynarken yakışıklılığıyla Sabiha’yı kendine âşık eden İzzet Günay (Halil) filmin öteki ana karakteridir. Filmin arka planını oluşturan İstanbul’un siyah beyaz görüntüleri izleyiciyi hayran bırakır. Vesikalı Yârim, 1960’lı yılların şaşalı partileri, karmaşık aşk ilişkileri, dikkat çeken saç modelleri, pullarla süslü abartılı gece kıyafetleri, yapmacık repliklerle birbirine benzeyen birçok Türk filminden farklı bir yerde durur. Bir konsomatris olan Sabiha ile manav Halil’in yollarının kesişmesiyle başlayan aşkları, Sabiha’nın yaşadığı vicdan azabıyla çıkmaza girse de Halil sonuna kadar mücadele eder. Halil çok sever çünkü aşkın en önemli kuralı “yeterince sevilmek hiç sevilmemektir.”(Alper Canıgüz) İnsanın hayatı boyunca yaşadığı birçok duygunun tatmini tam olarak olmasa da birey için bir yoksunluk oluşturmazken aşk için bunu söylemek güçtür çünkü aşk, sonsuz sevmeyi ve sevilmeyi dayatır.
Kendi halinde biri olan Halil, babasına ait manavı çalıştırmaktadır. Halil’in tekdüze olarak nitelendirilebilecek bir aile hayatı vardır. Filmin olay örgüsü, karakterlerin yaşam tarzları ve replikleriyle gerçekçidir. Vesikalı Yârim’i ilk günkü heyecanla izlettiren ve Türk sinemasının kült filmi yapan ana unsur filmin gerçekçiliği ve hayatın içinden bir hikâye olmasıdır. Film, 1960’lı yılların zengin erkek fakir kız melodramlarından çok farklıdır. Fabrika sahibinin kızına âşık olan işçinin dramatik aşk hikâyesi ya da hiç tanımadığı akrabasından kalan mirasla sınıf atlayan, lüks bir berbere köylü kızı olarak giren sonrasında bir Fransız mankeni gibi çıkarak Nişantaşı butiklerinden alışveriş yapan, inandırılıcılıktan uzak karakterlerin olduğu melodramlardan değildir. Filmde gerek Sabiha’nın gerekse Halil’in replikleri anlaşılır, yalın ve abartıdan uzaktır.
Vesikalı Yârim denilince akla ilk gelen replik kuşkusuz hafızalara yer etmiş olan “Çok eskiden rastlaşacaktık,” olur. Filmin gösterildiği 1968 yılından bu yana birbirine geç kalmış iki sevgili, ne zaman gerçeklerle yüzleşse birbirlerine bunu söyler. Oysa aşk söz konusu olduğunda mutlu hikâyeler için hiç de geç değildir. Sabiha ve Halil için de aynı durum söz konusudur. Aşkın yeri de zamanı da yoktur. Bunu ispatlarcasına birbirine akar Sabiha ve Halil. Mutsuz olmasa da mutlu denilemeyecek kadar tekdüze bir evlilik sürdüren Halil ve yaşadığı evi Halil’le birlikte yaşayıncaya kadar yuva olarak görmeyen Sabiha için dünya artık ikisinin aşkından ibarettir.
Halil’in geride bıraktığı ailesi ve çocukları olduğu öğrenen Sabiha zamanla vicdan azabına sürüklenir. Sabiha’nın Halil’in ailesine ait olan manavı uzaktan seyrettiği sahne, gerçeklerle yüzleştiği andır. Sabiha, zamanla aşk yerine vicdanının sesini dinleyecektir. Onu seyircinin gözünde konsomatris Sabiha olmaktan çok, vicdanlı bir kadın yapan da bu işte bu kırılma anıdır. Filmin geneline hâkim olan geç kalmışlık duygusu, bazen Sabiha’nın hüzünlü bakışlarında bazen de Halil’in sabırla çektiği tesbihinde kendini görünür kılar. Filmin pek çok sahnesi bu geç kalmışlık duygusu üzerinden ilerler. Karakterlerin gerçekçiliği, yaşadıkları ve filmin geneline yayılan imkânsız aşkın çekiciliği izleyicinin karakterlerle empati kurmasını sağlar.
Filmde yer alan şarkılar da izleyicinin yıllarca dilinden düşürmeyeceği şarkılardır. Filmin girişinde yer alan şarkı oldukça neşelidir. İlk sahnede Halil, at arabasına manavda satacağı malı yüklemiştir, fonda Berkant‘ın 1966 yılında seslendirdiği “Arabamın Atları” şarksının enstrümental hali yer alır. Sözlerini hemen hatırlayıverir insan:
“…Arabamın atları deh deh aman da,
boyalı kanatları dehdeh aman da.”
Film ilerledikçe neşeli müzikler yerini hüzünlü şarkılara bırakır. O yılların en sevilen şarkılarından biri daha karşımıza çıkar. Şükran Ay, biri öbüründen daha az seven bütün sevgililer için söylemektedir:
“Sana olan aşkımı imkân yok bilemezsin.
Seni sevdiğim kadar ah beni sen sevemezsin.
Bir gönül hatırı için dertlere giremezsin.”
Hâlâ çok sevilen Kalbimi Kıra Kıra şarkısını da filmin bağlamından ayrı tutmamak gerek. Şarkılardan da anlaşılacağı gibi Halil artık filmin ilk sahnesindeki Halil değildir. Aşktan önceki ve sonraki Halil artık farklı bir kişiliktir. İnsanı değiştirmeyen duygu aşk değildir. Aşk, ne kadar imkânsızsa o kadar tutkulu yaşanmaktadır. Vesikalı Yârim’de de yer alan bu durum, filmin kitlelerce beğenilmesindeki en büyük etmendir.
Filmin sonlarında Halil eve döner. Karısı onu hiçbir şey yaşanmamış gibi karşılar. Çocukları şaşkındır, babalarının gelmeyişine o kadar alışmışlardır ki oğlu, başını okşayan Halil’in arkasından “Babam başımı okşadı, kalacak mı?” diye sorar. Hayat kaldığı yerden devam etmektedir ama ne Sabiha eski Sabiha’dır ne de Halil eski Halil. Ne Sabiha’yı Halil kadar seven biri olacaktır artık ne de Halil’i Sabiha kadar seven biri.
edebiyathaber.net (14 Nisan 2022)