Christian Kracht’ın yazdığı Imperium, August Moritz Engelhardt’ın hayat hikâyesinden esinlenip sömürgeciliğin geç döneminin sefaletini anlatıyor. Ayrıntı Yayınları’nca yayımlanan romanı Levent Bakaç Türkçeye kazandırdı.
Christian Kracht Imperium: Bir Küçük İmparatorluk romanında sömürgeciliğin geç döneminin sefaletini anlatıyor. Kendinden önceki seyahat, serüven ama nihayetinde sömürgecilik edebiyatının (Robenson Crusoe, Karanlığın Yüreği gibi) başyapıtlarına göndermeler yapan hikâyesinde yarı meczup bir maceraperestin hüzünlü hikâyesini izliyoruz.
Kraft Imperium‘u gerçekten yaşamış bir adamın -August Moritz Engelhardt’ın- hayat hikâyesinden esinlenerek kurgulamış. 1875 doğumlu Engelhardt 20. yüzyılın başlarında Almanya’nın baskıcı ortamından bunalarak daha iyi bir dünya bulmak umuduyla bir gemiye biner ve Alman Güney Denizi sömürgelerine doğru uzun bir yola çıkar.
Bir dolu sevimsiz olayı atlatıp yanında getirdiği bin iki yüz kitabıyla karaya ayak basan bu saf genç adam kurnaz sömürgecilerin eline düşecek, bütün parasını değersiz bir adaya yatıracak, hatta birkaç yıllık üretimini de ipotek etmek zorunda kalacaktır. Ne var ki halinden hiç şikâyetçi olmaz. Çünkü şu anda 20. yüzyılı saran moderniteden ve medeniyet denilen olgudan kaçıp kurtulmak üzeredir. Engelhardt’ın satın aldığı adanın üzerinde öne doğru attığı kararlı adım, aslında geriye, en harika barbarlığa doğru atılmış bir adımdır.
Kısa sürede ada halkıyla tanışır. Bir yandan kendisini adanın efendisi olarak gören ve ada sakinlerinin davranışından sorumlu sayan ama öbür yandan da yerlilerin gelenek ve göreneklerine anlayış göstermek isteyen Engelhardt bir dizi “genelge” yayımlar. Makeli isimli genç bir yerliyi himayesine alır, ona Almanca öğretmeye ve her akşam kitap okumaya başlar.
“Engelhardt korkularını tek tek yenmişti; belirsizlik, yeterince paraya veya gıdaya sahip olamamak, insanların onun hakkında düşündükleri, gülünç görünmek, yalnızlık, sevilmemek veya yanlış şeyler yapmak korkularından, çoktan beridir onu yoran köhnemiş bir dünyanın sembolleri olarak algıladığı ve artık giymediği veya giyemediği pantolon ve gömleklerinden kurtulduğu gibi kurtulmuştu (kalçalarının etrafına sardığı bez parçasını da artık kumsalda yaptığı gezintilerde çıkartıyordu, ilk önce çekinerek ama zamanla daha büyük bir doğallıkla).”
Artık başkalarına çağrıda bulunmanın zamanı gelmiştir. Almanya’ya gönderdiği mektuplarla doğaya dönmek isteyenleri, vejeteryan ve nüdistleri adasına davet edecek, bir süre sonra mektuplar karşılığını bulacaktır. Engelhardt’ın güneş tarikatında medeniyetin tüm hastalıklarından arınıldığı için herkesin en kısa zamanda adaya beklendiği şeklindeki açıklamaları bazı çevrelere büyülü bir tarzda çekici gelmiş, ada yeni misafirlere kapılarını açmıştır. Ne var ki ilk günahın işlenmesi de gecikmeyecektir. Şifa arayışıyla Alman Yeni Gine’sine gelen gariban, yarı çıplak insan yığını ise tatlı Avrupalı kanının kokusuyla kudurmuşçasına uçuşan sivrisinek sürülerinin saldırısına uğramaktan kurtulamaz. Sıtma bir kâbus gibi çöker üzerlerine.
Bu büyük bozgun Engelhardt’ı maddi ve manevi açıdan çöküşe sürükler. Üstelik kaptığı lepra mikrobu da bedenini ve zihnini kemirmektedir. Bütün bunların sorumluluğunu -çağdaşları ve mensup olduğu ırkın tüm üyeleri gibi- bütün kötülüklerin nedenini Yahudilerin varlığında görmeye başlar Engelhardt. Cennet kapanmıştır. I. Dünya Savaşı’nın başlamasıyla adada siyasi durum değişecek, II. Dünya Savaşı’nın sonuna dek Engelhardt’tan haber alınamayacaktır.
16 Eylül 2013