Başka kitaplar alırken birden araya karıştı. Aldım ama kapak piyasa işi görünüyordu. Bunların çoğu sabun köpüğünden çıkan baloncuklar gibi olur. Kütüphanenin en üst rafına bıraktım. Oraya konanlar epey bekler.
Leyla (kızım), romanın dizisini izlemiş. “Anne sen seversin böyle hikâyeleri,” dedi. Aldım elime, şöyle bir karıştırdım. Üç raf aşağıya, gözümün önüne bıraktım. Elimdeki kitap bitince de başladım.
Romanlara başlamadan önce tanıtım bültenlerine göz atma alışkanlığım var. İşte bir paragraf:
“Hem öğrenip hem de eğlenmek nasıl olurdu?… Roman, feminizm ve istismar gibi konulara değinip farkındalık yaratırken aynı zamanda da mizahi yanı ile eğlenceli ve kolay bir okuma sunuyor.”
Kolay okunduğunu kabul ediyorum ama eğlenceli bulmadım. Sonuçta sistematik istismarların ve cinsiyet sömürüsünün anlatıldığı bir metin. Eğlence neresinde olacaktı? 1960’lı yıllarda bilim dünyasında kadınların çaresizlikleri üzerine kurulmuş bir hikâye.
Bilim dünyasında da mı dedirten sahneler az değil. Ara ara durup, acaba abartılı olabilir mi diye düşündüm. Sanmam. Hatta daha fazlası bile olmuştur. Bence bilim dünyası dahil kadın sömürüsü her zaman, her yerde mevcut. Günümüzde kadın erkek eşitliği yasalarla sağlanmaya çalışılıyor ama o eşitsizlik giderilemiyor.
Erkeklerde kadınlardan farklı bir tür kötülük genleri mi var acaba dedirten bir durum. Yok tabii. Sorun bedenlerimizde değil, sorun bu berbat sistemde. Kadınları üreme aracı olarak gören düzen, erkekleri de köleleştirmek için mesela aile kurumunu şekillendiriyor.
Neyse. Konumuz edebiyat. Romana dönüyorum.
Ana karakter Elizabeth Zott bir kimyager. Bilim insanı olarak doğmuş gibi. Ancak çevresindeki çoğu erkek -bilim adamları dahil- aynı özellikleri taşımıyor. Mesela, bir kadına tecavüz edecek kadar aşağılık bir profesör var.
Elizabeth duygularından çok mantığı ile yaşayan, manipüle edilemeyecek naif bir karakter. Haliyle sorunlar bitmiyor. Ama o asla boğuşmaktan vaz geçmiyor. Kan bağının çok da önemli olmadığını biliyor. Annesiyle babasıyla sıfır ilişki içinde. Fakat yörüngesine giren insanlardan güvendikleriyle ve köpeğiyle birlikte kendi ailesini kuruyor. O yıllarda bekar ve yoksul bir anne olmak korkunç.
Fakat şu da var. Elizabeth gibiler kalabalıklar arasında kızıl bir elmas gibi parlar. Bir kadını cesaretinden ve açık yürekliliğinden daha çok ne cazip yapabilir ki? 90-60-90 kimsenin umurunda değil hatta artık bööö dedirtiyor.
Televizyondaki yemek programlarında bugün yapılması gerekenleri 65 yıl önce Elizabeth yapmış. “Bütün tavsiyeleri çöpe atın ve bilimi yanınıza alın,” tarzında yemek tarifleri sunuyor. Her programda, “Ayağa kalkın ve yemekten önce hayallerinizi kovalayın,” cümlesini tekrar etmekten bıkmıyor.
65 yıl öncesinin Elizabeth’i günümüzde de devrimci sayılabilir.
Böyle bir hikâyenin içinde elbette aşk olmadan olmaz. Mesela romanı okuyan birinin ilk cümlesi şu da olabilirdi: “Birbirlerinin zekâsına aşık olan bir çiftin dramatik hayatları.”
Romanı bitirince aklıma yıllar önce bir öykümde kullandığım cümlem geldi.
Dünyanın kurtulması için inancımız bilime, ibadetimiz doğaya olmalı.
Elizabeth Zott da şöyle söylüyor:
“Kendi geleceğinizi tasarlayın. Bugün eve gittiğinizde ben neyi değiştireceğim diye sorun kendinize. Sonra da işe koyulun.”
Çok haklı. Değişim ve dönüşüm iyiye giden yolu bulmamız için gerekli.
Yazar Bonnie Garmus kimdir?
Bonnie Garmus 1957 yılında California’da doğdu. Yazar; Amerika, İsviçre ve Kolombiya’da metin yazarı ve yaratıcı yönetmen olarak çalıştı. İlk romanı Lesson in Chemistry geçtiğimiz yıl yayınlandı. Romanı birçok dile çevrilmesinin yanı sıra televizyon uyarlaması da yapıldı.
edebiyathaber.net (11 Ocak 2024)