Herhangi bir kanalda haberlere göz atın ya da gazetenin sayfalarını hızlıca çevirin, orada bir kadın cinayetiyle karşılaşacaksınız: Uzun zamandır böyledir bu. Ama bu tabloya rağmen birileri ısrarla bir şeylerin iyiye gittiğini söyler: Bazı yerlerde kadınlar sokaklarda biraz daha fazla vakit geçirebiliyor, erkeklerin egemenliğindeki iş alanlarında -sayılarının artmaması şartıyla- namuslu başarı hikayeleri yazabiliyor. Eh, zaten kadınlar düzgün giyinir, iyi bir aile kurar, hayattaki arzularını eşi ve pırıl pırıl yetiştirdiği çocuklarına endekslerse de öldürülmüyor; ne yani, basbaya ütopya değil mi bu!?
Tabii ki değil ama biz bunu böylece kestirip atmayalım şimdi. Onun yerine ütopya ve distopyaların mizacını anlamaya çalışalım ki bu anlama gayreti, yıllar yılı sanatı büyük ölçüde meşgul eden bu düzen tasarımlarını beyin jimnastiği haline getiren soruyu doğursun: “Kime göre, neye göre?” Çok basit gibi görünen bu sorunun karşısında bu yapılar, bugüne ve geleceğe dair ipuçları vererek çözülmeye başlar. Gelgelelim, yoğunluğu kişiye göre şekillenen iddialı söylemlerine rağmen son derece dominanttır ütopya ve distopyalar, çoğu zaman okuru rahatsız edecek kadar.
Alfa Yayınları’ndan çıkan Kırık Şehir, ütopya ile distopya arasında gidip gelen, incelikli bir anlatı kurarken, bu iki tasarımın baskıcı mizacından ustaca sıyrılmayı başarıyor. Raşel Meseri, alışılmış bir kadın cinayetinin ardından bir metropolün pislik ve öfke kusan kriz halini, “sıkışmışlık” üzerinden kurguluyor.
Meseri bu hali, ne ürkütücü derecede sorunsuz ne de içinden çıkılamaz derecede sorunlu bir atmosfere yediriyor. Aksine, yalnızca günlük hayata dair küçük olmasına alıştığımız aksaklıkları heybetli hale getiriyor; beceriksiz kadın sürücülerin tıkamadığı trafikten, olması gereken mevsimde olması gerektiği gibi davranmayan tabiat anadan yardım alıyor. Ve bu sıkışmışlık haline okuru, doğrudan dahil ediyor. Zira Meseri’nin anlatısında uzaktan bakmak mümkün değil!
Kırık Şehir tam da bu rahatsız ortamda, “arzulanan” ve “desteklenen” kadın anlatılarının omuzlarına yüklenmiş bir yükü atıveriyor üstünden: Kusursuz kadın karakterlerin peşinden gitmiyor. Evet, kadınlar birilerinin ısrarla planladığı gibi olmak zorunda değil; ancak bunun savaşını verirken herkesi kurtarmak dışında derdi olmayan, kusursuz kadına evrilmek zorunda da değil. Nitekim Kırık Şehir’in eksenindeki kadınlar kendini, rutin hayatının küçük parçalarını, ilişkilerini irdeleyen kadınlar; ana akımın hikayesini anlatmamak için itinayla, köşe bucak kaçtığı kusurlu kadınlar.
Lakin belirtmek gerek, tekinsiz de bir atmosfer bu. Mora çalan karanlığıyla, karanlık olmaması gereken bir zamanda çıldıran gökyüzü, eril gücünü ve karizmasını kaybetmiş ihtişamlı köşeler, giderek artan ve doğruluğu sağlanamayan erkek cinayeti haberleri, yerden fışkıran sıçanlar, gökten yağan martılar… Yine de okur huzursuz bir şekilde kıpırdanarak sormadan edemiyor: Yahu, tamam da neden tekinsiz burası? Başka bir sebep var!
Roman, böylece çözülecek asıl düğümü veriyor okura: Bir sabah büyük şehir sıradan bir kadın cinayetiyle güne uyandıktan sonra, bu sefer güne böyle devam etmemeyi tercih ediyor. Şehir ve tabiat tüm bereketli, kapsayıcı rollerini alaşağı ederken, adalet sağlayanlar bir köşeye kısılıyor ve bugünün adalet tarafından korunan, pohpohlanan kesimi haberleri dinlerken endişeyle fısıldıyor: Tüm bunlar sistemleştirilmiş olabilir mi?
Lakin okurun “okur” olarak yaşadığı asılgerçeklikte, tüm bunlar ne fısıltıyla yayılıyor, ne de tesadüfler zinciri şeklinde gelişiyor. Tam bu noktada Meseri, son derece zekice bir yönelimde bulunuyor: Birilerinin kadına şiddetin sistemleştirilmediğini ısrarla iddia ettiği sıradan, güneşli, hızlıca akıp giden bir günün karşısına, tam tezatını yerleştiriyor. Ve tekrar soruyor: Neden şimdi tekinsiz?
Bütün bunların ışığında Alfa Yayınları’ndan çıkan Kırık Şehir,son derece sürükleyici, incelikli bir okuma deneyimi bahşediyor okura. Roman klişelerden ve vazifelerden bir bir sıyrılırken, o umut dolu sloganın en heyecanlı, tüyler ürperten arzu ve hedefini de edebi olarak gerçekleştiriyor: Dünyayı yerinden oynatıyor!
Büşra Uyar – edebiyathaber.net (2 Ekim 2020)