Türkçe çeviri: Hüseyin Duygu
Inger Christensen Avrupa’nın en büyük şairlerinden biriydi. 1935 yılında Danimarka’nın Vejle kentinde doğdu ve 2009 yılında Kopenhag’da öldü. İsveç Akademisi’nin en büyük eksikliklerinden biri de, ona Nobel Ödülü vermemesidir. 16 Ocak Perşembe günü 90. doğum yılı sergi ve etkinliklerle kutlanacak. Türkiye’de, şiirlerinden oluşan güzel bir seçki Yapı Kredi Yayınları tarafından yayımlandı.
Inger Christensen’in ölümü üzerine The Guardian, onu “20. yüzyılın en önemli Avrupalı şairlerinden biri” olarak nitelendirdi ve “O Danimarkalıydı ve herhangi bir büyük yazarın, sadece Danimarka diliyle sınırlı kalması bir talihsizliktir” diye yazdı.”
Bu elbette doğrudur, ancak Inger Christensen dil engelini, dünyaya ve doğanın zenginliğine dair mutlu bir ilgi ve insan eliyle yaratılan tehditlere dair üzüntü dolu uzun bir şiir olan “Alfabe” ve “Kelebekler Vadisi” ile aştı.”, kısa şiir biçiminde bir ağıttı. – ezici bir güzellik ve varoluşsal derinlik döngüsüydü.
“Yükseliyorlar, gezegenin kelebekleri / Dünyanın sıcak gövdesinden çıkan renkli tozlar gibi…”
Kitap bu sözlerle başlıyor. Ve şöyle bitiyor:
“Kendi gözleriyle kelebek kanadından sana bakan / ölümün ta kendisidir.”
*
Inger Christensen şiirlerini seyirci önünde seslendirip okuduğunda bunu yumuşak, melodik, neredeyse şarkı söyler gibi bir sesle yapıyordu. Seyirciyi hemen yakalayan bir güzellik ve ciddiyet vardı. Birçok besteci sözlerini bestelemiş ve ortaya güzel bir eser çıkmış; ama en güçlüsü ve en güzeli Inger Christensen’in kendi sesinden çıkan kısa şiirleri olmuş; onun sesi de buna bir şeyler katmış; onun için sözler bedensel bir müzik olmuştur.
Çok yıllar önce Inger Christensen’den önemli bir mektup almıştım. O zaman Danimarka’nın en tanınmış Gyldendal Yayınevinin CHANCEN edebiyat Dergisi editörlüğünü Pil Dahlerup ile birlikte yapıyordu. Fırsatı değerlendirip bu editörlere bir şiirimi gönderdim. Inger Christensen, şiirimi derginin gelecek sayısında yayınlamak istediklerini söyledi. Gençtim ve sadece yazıyordum, hiç kitap ya da başka bir şey yayınlamamıştım; Inger Christensen’in bana yanıtı önemli bir işaretti benim için. Demek ki sözcüklerimin bir anlamı vardı.
Inger Christensen’ın bir kitabını yalnızca bir kez aldım, bu, 16 Ocak 1995’te altmışıncı doğum günü vesilesiyle yayınlanan Gyldendal’ın kutlama yayınıydı. Poul Borum, bu kitapta ikisinin tanıştığı ellili yıllardan bahsediyordu. Danimarka’nın Jutland Adası’nın iki farklı kentinden gelen bu iki yazar gene aynı adadaki Aarhus kentinde evlendiler ve daha verimli olmak için başkent Kopenhag’a taşındılar; Her ikisi de sonraki on yıllarda önemli çalışmalara imza attılar. Poul Borum şair, editör, eleştirmen ve Yazarlar Okulu’nun kurucusu olarak bilinir; romanları, denemeleri ve şiirleriyle güçlü bir kalem olduğunu kanıtlamıştır.
Inger Christensen’in her yeni kitabı bir olaydı. 1969 yılında “Det” (O Bu) adlı şiir kitabı yayımlandığında, o gün televizyon haberlerinde yazarın Gyldendal’da, eserini kendisi daktilo ettiği gelişmiş IBM daktilosunun başında otururken bir röportajı vardı.
1979’da “Nisan’da Mektup” şiir kitabı yayımlandı, ardından da “Alfabe” kitabı geldi. – “Inger Christensen yine yapacağını yaptı” diye yazdı Hans Jørgen Nielsen Information Gazetesi’nde. “Yeni kitabı “Alfabe” ile kendini ve okuyucularını 1969 yılındaki gibi aynı baş döndürücü hıza buluşturuyor. Çığır açan bir güce sahip olan kitap, yaşam ve ölümden başka bir şey değildi.”
“1980’lerde Inger Christensen politik ve kültürel tartışmalara daha doğrudan dahil oldu. Gyldendal Yayınevi’nin “Kriz ve Ütopya” serisinin ortak editörüydü ve bu seri, dönemin yansımaları ve yeni yönelimleri için bir prizma olacaktı.”
“Kelebekler Vadisi” 1991’de yayımlandı, on beş şiirden oluşan küçük bir kitaptı, bu şiirlerin bütünlüğü ezici bir güzellik ve varoluşsal derinlikte bir kısa şiir çelengi oluşturuyordu. Avrupa edebiyatının önemli bir eseriydi. Kitap birçok ülke diline çevrildi ve yayınlandı; birçok kişinin yüreğine dokunmaya devam ediyor.
*
Inger Christensen, yazarlığının yanı sıra sevimli bir insandı. İtici ve alaycı olabilirdi ama mizahının çoğu zaman kendine özgü bir tatlılığı vardı. Onunla karşılaştığınızda sizi mutlaka yerinde söylenen bir sözle etkilerdi. Birkaç kez yazarların daha önce yayınlanmamış metinlerden birbirlerine yüksek sesle okudukları sempozyumlara birlikte katıldık. Inger Christensen’in gelmesiyle o akşamlar daha da hareketlenmişti. Başkalarının metinlerindeki kilit noktaları büyük bir kesinlikle tespit edebilen dikkatli bir dinleyiciydi.
Inger Christensen’in hiç yazmadığı kötü kitaplarının sayısı dikkat çekicidir. 1991’deki Kelebekler Vadisi’nden 2 Ocak 2009’daki vefatına kadar geçen sürede aktif oldu ve insani ilişkilere önem verdi, seyahat etti, çeviri yaptı, ülkesinde ve dünyada düzenlenen etkinliklerde eserlerini okudu. Ama bu sürede yeni bir şey yayınlamadı.
Inger Christensen bir röportajında yazma metodu hakkında şunları söyledi: “Aslında çalışmadığım zamanlar çok uzun süreli olabiliyor. Bu süreç ne benim için ne de başkaları için görünür olmuyor. Ben sadece bazı notlar alırım. Bir şiir yazmaya çalışırken o sadece bir satırda kalabiliyor, onu da çekmeceye koyuyorum. Aslında, ben ne olup bittiğini tam olarak anlamadan, birkaç yılım böyle geçebilir. Ben çeviri ya da başka şeyler yaparken de böyle oluyor. Ta ki tıkanıp kalana ve ne yapacağıma karar verene kadar.”
Böyle bir dayanıklılık nadirdir. Yaşamı boyunca altı şiir kitabı yayınlayan Inger Christensen, kitaplar arasındaki bekleme süresini, yani yeniyi beklemeyi iyi başarmıştı. İşte bu yüzden geride bıraktığı bu güzel eserler eşsizdir, sözleri ruha kanat veriyor.
© Niels Hav – türkçesi: Hüseyin Duygu
edebiyathaber.net (15 Ocak 2025)