Öhöm öhöm. Öncelikle bir anlam karmaşasını açığa kavuşturalım: İngiliz Dili ve Edebiyatı demek İngiliz dili ve İngiliz dilinin edebiyatı demek değildir, İngiliz dili ve İngiliz edebiyatı demektir. Peki, İngiliz Dili ve Edebiyatı okumak ne demektir?
Henüz birinci sınıfın ilk gününde “Ben ne olacam lan mezun olunca?” sorusunun okunulan seneler boyunca öğrencilerin kafasını meşgül etmesi demektir. Arkadaş ortamlarında konuşmalar sırasında mutlaka bir alay unsuru olunacak demektir. Bknz: “Ne biçim bölüm la o öyle, insanı gerçeklerden 7347834 mil uzaklaştırmak için kurulmuş resmen.” Bazı öğrencilere “Neyse, hiç olmazsa öğretmen olurum yeeaa.” dedirten bölüm demektir. Okudukça anlaşılamayanların anlaşılması demektir.
En yakın arkadaşlarının kitap karakterlerinin olması demektir. Bazen kitapları karşına alıp, beğenmediğin cümlelerle, yazarı karşındaymışcasına tartışmak demektir. Zamanla dertleşeceğin tek insanlar çoktan ölmüş yazarların olması demektir. Okudukça öğrenilir çünkü, bazı kitapların bazı insanlardan daha enteresan oldukları. Tüm kitapların senin için yazıldığının kavranması demektir. Derslerde dağıtılan notlardan hangi cümlelerin en önemli olduklarını bilemediğin için, her cümlenin altını çizmek demektir. Hocaların derste söyledikleri cümlelerin derste kalmaması demektir. Yemek aralarında da sonuca varılmasa da arkadaşlarla onların tartışılması demektir. Fikir uyuşmazlığından doğan saatler süren tartışma demektir. Kitap okumak, okumak, ve de okumak demektir. Sınav dönemlerinde sıkıntıdan her yerde sivilce çıkması demektir. “Kahretsin, neden zamanında çalışmadım.” diyerek son güne bırakılan fakat bir gün içerisinde okunması gereken bin bir sayfa önünde ağıt yakmak demektir. Sabahlamak, sabahlamak ve sabahlamak demektir. Zamanın ne kadar değerli bir şey olduğunu öğrenmek demektir. Bazen de çok sıkılmak ve bir şey yapmak istememek demektir. O an gerçeklerle, gerçek olmayanın aynı anda farkına varmışsındır aniden çünkü. Sonra geçer. Gerçeğin yanındaysan bölümde çok zorlanacaksın demektir.
Bir de tabi, bir erkeğe beşten fazla hatunun düştüğü bölüm demektir. Aynı zamanda da, insanların rahatça ve göğüslerine gere gere cinsel yönelimlerini açıklayabildiği bölüm demektir. Derslerde, tabiri yerindeyse, hayatın anlamını bulmak demektir. Ara verilmeyen derslerde kafaların artık zonklaması, insanın içinde pencerelerden dışarı atlama isteği uyanması demektir. Bir an ayağa kalkıp, “Araaa istiyuruz ulaaaaan. Bu da bi’ beyin.” diye bağırarak koşup sınıfın kapısını açıp temiz hava alma isteği demektir. Sabrın test edildiği bölüm demektir. Mezun olununca da filologsun demektir. Böyle bir ülkede böylesi yakışır çünkü. Sen senelerce Shakespeare oku, Poe oku, Kafka oku, yetmezmiş gibi bir de Antik Yunan’dan kalma eserler oku, onları didik didik et, sonra sana gelsinler filolog etiketi yapıştırsınlar alnına. Böyle durumlarda “Oh God why?” dedirten bölümdür. Bir de başkalarına bir türlü anlatılamayan, açıklanamayan bölüm demektir. Halkın yönelttiği saçma sapan sorulara maruz kalmak demektir en önemlisi. “Ne yapıyosunuz siz o bölümde?” sorusuna istemeyerek “İşte, kitap okuyup inceliyoruz. Makaleler yazıyoruz.” demektir. Bundan çok daha fazlasıdır oysa. Sonracığıma, “E siz şimdi Türk edebiyatını İngilizce olarak mı okuyorsunuz?” gibi sorularla başa çıkmaktır. -Facepalm- Bölümü açıkladıktan sonra da “Bir doktor olamayacaksın ama. Neyse yavrucuğum, üzülme. Öğretmen olursun. Devlete de dayadın mı sırtını. Ohhhh, mis.” gibi cümlelere tahammül etmek demektir.
Bu tür sorulara verdiğin cümlenin bir ismi olur artık, o derece hayatında varolmuştur ve yaklaşık dört sene boyunca hayatının parçası haline gelmiştir. O cümle de çoğu zaman şundan ibarettir: “He he, İngilizce okuyorum ben. Evet evet, öğretmen olucam mezun olunca. Çocuklara İngilizce öğreticem.”
Yazdıktan sonra da anladım ki, okuması zor bir bölüm demektir. Emek demektir. Zaman demektir. En önemlisi de anlam demektir. Farklı bir perspektif ve insanlığın temeli demektir. Rasyonel bir yaşamdan uzaklaşmanın en iyi kaçış yöntemi demektir.
İyi ki var demektir.
Kaynak: cansu-yildirim.blogspot.com