Hayatın dağdağalı ritminden kaçıp soluklanmak istediğimizde bazen bir pencere açılır ve içeriye dolan öykü sesi rahatlatır bizi. Bazen yağmurlu bir hüzün eşlik eder bu anlatıcılara, bazen de coşkulu bir bahar seli… Böyle bir zamanda karşıma çıkan İnsan Hatırlar’ın hatırlattığı çok şey oldu.
Nermin Tenekeci’nin öykülerinden kalan: Kimi zaman bir yangının yıllar süren küllenişi, kimi zaman tüten bir bacanın sönüşü… Onun öykülerinde hayata dair sahici ayrıntılar var. Evin içinde yanan bir ocağın ateşi, acıyla sınanmış bir ananın haykırışı, daldan düşmüş bir yavrunun kör bakışı, yıllar sonra yüze çarpılan bir yüzüğün sızısı, eski bir sırrın iyiden iyiye ağırlaşan yükü…
Öykülerdeki anlatıcılar kimi zaman kadın, kimi zaman erkek, kimi zaman yaşlı, kimi zaman gençtir. Mekânlar ise bildik tanıdık: Evler, yollar, okullar, bağlar, bahçeler, köyler, kentler, kasabalar…
Sinematografiktir öyküleri Tenekeci’nin; gözünüzden bir film şeridi gibi akıp geçer kahramanlar, olaylar, mekânlar… İçine alıp sizi ‘öykü’nün bir parçası yapıverir aynı zamanda. Dili, üslubu ve dokunduğu konularıyla –öykü- evreninizi genişletir.
“Her film bir hikâye ile başlar.”
“Ceviz Ağacı”ndan bize seslenen anlatıcı, annesinin ölümüne yetişemeyen bir genç kızdır. Acıyla anlatır: “Artık yoktu. Yokluğun, sözlük anlamı dışında bir manâsı vardı; bir tariften öte bir hâldi; bir kavrayıştı, devasa bir boşluktu. Yazık ki iş işten geçtikten sonra kavranıyordu bu manâ.” Aralarındaki soğukluğun, mesafenin uzunluğundan çok daha başka sebepleri vardır aslında. “Bu defa annem benden ebediyen ayrılmıştı; yazık ki dinmeyen bir gönül küskünlüğüyle.” cümlelerinden anlarız. Sebebini de öykü ilerledikçe öğreniriz. Yüzleşmek zorunda olunan bir ‘geçmiş’le karşı karşıyadır anlatıcı: “Kurtulamıyordum.” der, “Annem orada, on beş senedir hep on sekiz yaşında olan İsmail’in yanında yatıyordu.”
“Giden Gün Ömürdendir”de yazgısını değiştirmeye çalışan bir genç kızın öyküsüdür anlatılan. “Her film bir hikâye ile başlar. İnsan göçüp gittiğinde geriye bir hikâyesi kalır.” Yeri yurdu ayrı olsa da çok yakındır kimi hikâyeler ya, işte öyle. “Rüyada görülen su uzun bir ömre işaretti. Suyun yürümesi küskünlüğün bitmesine, üç buçuk aydır oradan oraya sürüklendikleri bu kaçgöçün sona ermesine delâletti; bir çatıya kavuşmaktı. Kavuşmak Hüseyin’di.” Sonu ‘rüya’ gibi bitmez ne yazık ki.
“İnsan Hatırlar” öyküsü, artık birçoğumuzun hayatında yer edinen Alzheimer hastalığını ele alır. “İnsan hatırlar… Yazık ki babam hatırlamıyor. Yüzleri, sesleri ve kokuları; bir çiçeğin rengini ve bir kitabın adını… Hatırlamadığı için konuşmuyor ve kalbi kelimeler olmaksızın atıyor.” diyen anlatıcının tanıklığı içimizi burkar.
Yalnızca bir unutma hastalığı değildir anlatılan, biriktirme hastalığıdır da aynı zamanda. “Ömrünü, kelimelere, izlere, fotoğraflara ve küçük detaylara; eskiden solunmuş kokulara, eskiden yazılmış mektuplara ve eskiden işitilmiş seslere kurban eden babamın, içinde devasa bir boşlukla o kasvetli odadaki acizliğine ağladım.” Öykünün sonunda anlatıcıyla birlikte, “Bir huzurevinin penceresi önünde”, “dededen toruna ve babadan oğula ölü bir karga gibi aramızda uzayan dilsizliğe ağladım.”
“Cinnet”, konusuyla ilgi çeker: Kitap yazmak için bir pansiyona çekilen anlatıcı, Yakup diye biri tarafından –yanlışlıkla- vurulmak istenir. İsim benzerliğidir onu hedef kılan. Anlatıcı, “Kimi zaman ölümün kudurgan coşkusunun, kimi zaman da ona yakılan ağıtların beni hazırlıklı kıldığı bu cesaret sınavından başarıyla geçmek hoşuma gitti. Ölmek umurumda değildi.” diyerek yaşadıklarını yazmaya başlar. Bir yandan kan davası yüzünden kesişen yazgıları okuruz, diğer yandan Yakup’un acısını.
Kamyon şoförü Bünyamin ile Firdevs’in hikâyesidir “Buraya Kadar”. Firdevs’in daha yirmi birinde vardığı, işsiz güçsüz Bünyamin’le yaşadıkları… “Karasevda diye bir şey yoktu, kara yazgı vardı olsa olsa.” Firdevs’in, arabada giderlerken “İşten atılmanın acısını benden çıkartıyorsun! Sen anca bana horozlan! Adam mısın lan sen!” demesiyle kavganın dozu iyice artar. Sonu sürprizlidir bu öykünün de.
Uçurumun kıyısından…
Kitaptaki birçok öyküde benzer hüzünlerin izleri sürülür. “Sonsuz Bir Geç Kalış” gibi: Lütfiye, evlatlık olduğunu oldukça geç öğrenmiştir. Hapisten çıkan babası onu ziyarete gelip de sohbet arasında söyleyiverince… “Anne dediği kadının meğer Naile Yengesi, baba bildiği adamın da Abdülaziz Amcası olduğuna nasıl inandırsın kendini?” Gerçek babası ise şöyle tanımlanır: “Hafızadaki boşluğu bir yana, rüyalarda, hayallerde bile izi sürülemeyen bir kayıp; Lütfiye için sonsuz bir geç kalış o artık.”
“Emanet”, ismiyle müsemma bir öykü; uzun yıllar sonra ayrıldığı sözlüsünden gelen ‘emanet’ ile sarsılan anlatıcının öyküsü… “Evle birlikte kendisini de yaktı. Onunla evlenmekten caydığımın dördüncü senesinde; Figen’le evlendiğimin dokuzuncu ayında.” Sonu ise hayli sarsıcıdır: “Tutuşan Süreyya olmuştu. Közü avuçlarımı yakıyordu.”
“Mevsim-i Baran” bir genç kızın adım adım tükenişini anlatır: İçine gömdüğü sevdasını, törelere boyun eğişini ve yavaş yavaş ‘delirişini’… Öykünün asıl kahramanı Zozan’dır, ancak ikizinin ağzından dinleriz öyküyü. “Zozan’ı o gün çarşıdaki bir kafede ince, uzun, sarı bir oğlanla elele gördüğümde bunu bir koz olarak kullanmasaydım, belki de o gün uçurumun kıyısından dönecekti.” der.
Anlatılan, yirmi dokuz yıllık bir ömrün öyküsü gibi dursa da toplumsal normların, baskıların ve ikiyüzlülüklerin soldurup kuruttuğu bir genç kızlık hayalidir aslında. “Zozan son on yıl boyunca hep bir boşluğun içine uyandı. Gözlerini, yerini bir türlü dolduramadığı bir huzursuzluğun içine açtı. Âdeta bir unutma hastalığıydı onunki. Herkesi ve korkarım her şeyi silip atmak ister gibiydi.” Sonu baştan belli bir hikâyedir bu… İkiz doğumun bütün habis ve çürük taraflarını Zozan üzerine almış, neredeyse ömründen ömür bağışlamıştır kardeşine.
Nermin Tenekeci’nin öyküleriyle tanışmam ilk kitabı Yoksa ile olmuştu. İnsan Hatırlar yazarın elime aldığım ikinci kitabı. “Kurşun Yarası”, “Bu Böyledir”, “Orta Refüj”, “2 No’lu Daire”, “Kanat Sesleri”, “Eşik” ve “Nefes Nefese” adlı öyküler ise, kitabın diğer öyküleri… (Yayınevi logosunun altında yazan cümle dikkatimi çekiyor bu arada: “Karanlık hep vardır, çabalayan ışıktır.”) Büyüyenay Yayınları tarafından yayımlanan kitaptaki bu öyküler, okuru çağırıyor: Sanki, ışığa doğru…
Merve Koçak Kurt – edebiyathaber.net (5 Haziran 2015)