Schopenhauer, hayvanların ȃnın mutluluğunu yaşayabildikleri için insandan daha az acı çektiğinden bahseder, hayvan düşünemeyen bir varlıktır ve geçmişe dair anı biriktirmez ve geleceğe dair umut beslemez. Benzer şekilde Nietzsche, insanın unutamayan bir varlık olmasından dolayı hep geçmişiyle yaşayacağını ve bu nedenle hayvanı hep kıskanacağını düşünür. İki düşünürde haklıdır çünkü insan geçmişin tozlu raflarını, bir toz beziyle silip geçiştiremez. Zamanın bugünkü herhangi bir ȃnında, geçmiş karşısına çıkıverir. Bazen bir türkü belleği çığırır, bazen bir koku, bazen de bir tat sizi geçmişin anlarında yolculuğa çıkarır. Tıpkı Proust’un madlen kurabiyesi gibi, kendinizi bir andan diğerine geçmiş hissediverirsiniz. Ve bellek bir hayaletmişçesine sizi takip etmeyi bırakmaz çünkü “insan hatırlar.”
Murathan Mungan’ın; “Kibrit Çöpleri” kitabında toplanan öyküler tam da yukarıda bahsettiğimiz insan anları ile ilgili olarak karşımıza çıkıyor. Unuttuğumuzu sandığımız ama aslında belleğin çekmecesinde gün yüzüne çıkmayı bekleyenler “o anlar” yani bizi var eden, bu günü belirleyen geçmiş. “En kısa hikȃye parçasına an denir. Bütün yaşamımız dediğimiz o ȃna bakar aslında…” diyor Mungan, gerçekten de öyle değil midir? Yaşamımızı belirleyen geçip gitmiş sandığımız ama onunla var olduğumuz anlar yok mudur? Bir anlık hevesle başladığımız bir kitap belki yaşamımızı değiştirmiştir. Kısa bir an gördüğümüz birisi aşkından deli divane olduğumuz insana dönüşmüştür. O an öyle olması gerekmiştir de hani sonrasında öyle olmasa mıydı? Diye günlerce düşünmüşüzdür. Mungan’ın öyküleri işte farkında bile olmadığımız ama yaşamımızı belirlemiş kısa zaman dilimlerine yazılmış. Ve geçmiş zamanın “bir anlık yaşanmışlıklarının” bir gün başka bir anda nasıl karşımıza çıkıvereceğini, etkili bir anlatımla dile getirmiş.
“Kendi sözlerimizin çöplüğü üstün körü karıştırıldığında bile, kim bilir zamana, hayata ait tözü ışığa çıkmamış neler bulunur.” “Hatırlamanın Serabı” adlı öyküsünde böyle söylüyor; Mungan. Evet, sadece sıradan bir sözcük, bir isim, bir şarkının en olmadık kelimesi, bir kitabı okurken dalıp gitmiş olduğunuz bir anda size geçmişi getiriveren bir söz ve daha nicesi… İnsan varlığının zamansız ortaya çıkan, bazen güldüren, bazen sevindiren geçmiş kalıntıları. Unutamayan bir varlığın, geçmişin karanlık ya da aydınlık anlarıyla yaşamasının zorunluluğu ve yine aynı öykünün bir diğer cümlesinde söylendiği gibi; “geçici şeylerin serabı, nesnelerin basit uykusu, hiçliğin rüyası, zamanın dipsiz anlam kuyusu, bellek denen tortu…” Ve insanın ömür boyu tutacağı geçmişin şeceresi… Bu kibrit çöpü kısalığındaki öykülerden oluşan kitabın, bize fısıldadıkları…
Kitapta, “Çay Bahçesi Öyküleri’nde” şöyle bir cümle geçiyor; “Yalnızca yazarken değil, anımsarken de insan zihninin bir şeyleri seçip, bazı şeyleri elediğini, bazı şeyleri unutmayı seçtiğini biliyor. Hatırladıklarımızın, unuttuklarımızın her biri bir tercihtir; biliyor.” Buradan yola çıkarak; hatırlamayı ve unutmayı belirleyen şey nedir? diye bir soru sorsak sanırım cevabı yaşamımızda ne kadar derin iz bıraktığıyla ilgili olur. İz kalmasını sağlayan en büyük etken ise çoğu zaman duygularımızla ilgilidir. Münir Göle J. Robinson’dan şöyle bir cümle aktarıyor; “hayatımızın anlamlı deneyimlerini düşünürken, onları anlatırken karşımıza duygular çıkar.” Ve ekliyor Göle; “Duyguları yeniden yaratmak olasıdır, buna karşın onları yeniden yaşamak mümkün değildir. Anılar geri geldikçe duyumsal kimi tepkilerin de ortaya çıkması kaçınılmazdır. Duygu içeren anılar, her geçen gün yeniden yorumlanır ve güncelleştirilir, her biri yeniden yüklendiği anlamla, kişinin duygu dünyasına ve diğer kişilerle olan ilişkisine bağlanır ve ancak böylece işlevsel hale gelebilir.” İnsan bu nedenle bazen seçerek hatırlar, bir an gelir ve geçmişten bir karenin gözünüzün önünde canlanmasını istersiniz. Bu kötü bir hatıra da olabilir iyi bir hatıra da bu anlamda geçmiş bir bellek yükü getirse de insan için işlevseldir. Bugün kötü hissettiğinizde geçmişin iyi bir ȃnını hatırlayıp, o günün duygu durumuyla kendinizi daha iyi hissetmek isteyebilirsiniz ya da tam tersi bu gün çok iyi hisseder geçmişteki anıların açtığı yaralarınızın, tedavi olduğunu fark edebilirsiniz. Evet, geçmiş geçmez ve insan unutmaz ama unutulmayan her zaman kötü veya her durumda iyi olmayabilir. Biz de bıraktığı duyguya göre seçer, ona göre hatırlamak istediğimizi hatırlarız ve bu nedenle belleğimiz ve duygularımız; kalem ve kȃğıt gibi, tütün ve ateş gibi ya da kitap ve okur gibi birbiriyle ilişki içerisindedir.
Yukarıda bahsettiklerimizi Murathan Mungan’ın Kibrit Çöpü öyküleri için düşündüğümüzde de benzer bir sonuca varırız sanıyorum. Elbette yazan kişi de geçmişten neyin çekilip çıkarılacağını en iyi bilendir. Çünkü bir öykünün atmosferi, sizi içine çekip alıveren o duygu durumuyla da ilgilidir. Mungan, bu kitabında, geçmiş ȃnın duygularıyla şimdinin anları arasında bir köprü oluşturuyor ve açıkça söylüyor ki geçmişsiz şimdi olmaz. En başta sözünü ettiğimiz Nietzche ve Schopenhauer’a döner isek, insan unutamayan bir varlıktır bu nedenle şimdinin, hazları, umutları umutsuzlukları hep geçmişin “o anları” ile var olur. Bundan dolayıdır ki insanın zamanı aslında çoğunlukla geçmiş zamandır, şimdi de, gelecekte hep geçmişle var olur. Yine kitapta bir öyküde çok açık ifade edildiği gibi; “Onca şeyi unutuyor da insan, bazı şeyler hep dün olarak duruyor, insanın içinde.”
Kaynaklar
Göle, M. (2007), “Doğru Olmadığını Biliyorum Ama Öyle Hatırlıyorum”, Cogito, Sayı:50, (24-30), İstanbul: YKY.
Nietzche, F. W. (2006), Tarihin İnsan İçin Yararı ve Yararsızlığı Üzerine, (Çev. Nejat Bozkurt), İstanbul: Say Yayınları.
Schopenhauer, A. (2007), Hayatın Anlamı, (Çev. Ahmet Aydoğan), İstanbul: Say Yayınları.
Emek Erez – edebiyathaber.net (14 Ağustos 2015)