Bernard Shaw’un İnsan/Üstüninsan eseri, bir tiyatro metni olmanın ötesinde, içinde hem felsefi hem de sosyolojik anlamda birçok düşünceyi barındıran bir başyapıt olarak kabul edilebilir. Bugüne kadar hiç tiyatro metni okumamış bir insanı bile kolayca içine alacak, sürükleyici bir okuma hazzı yaşatacak bu metinde yazar, bir yandan geliştirdiği dram teorisinin en iyi örneklerinden birini yazmış, bir yandan da kadın-erkek ilişkileri, döneminin ahlak anlayışı, sanatçı algısı, burjuvazinin yaşam şekli gibi konularda düşüncelerini esprili ve dobra bir dille anlatmış.
Bernard Shaw, 1856 yılında İrlanda’da doğmuş ve kendi döneminde İngiltere’nin içinde bulunduğu sosyolojik ve siyasi durumu oyunlarında gözler önüne sermiştir. Shaw’a göre, anlamlı dramın asıl gereği toplumsal sorunların düşünceli biçimde ele alınmasıdır. Bir dramda önemli çağdaş sorunlar ciddi bir biçimde ele alınmalı, seyirci sahnede tartışılan ahlaki sorulara dahil edilmelidir. İnsan/Üstüninsan eserinde de gündelik yaşamın ahlaki çıkmazları karakterlerin sözleriyle sıkça tartışılır. Kitabın ana karakterleri Ann ve Tanner, birbirine zıt iki kutbu temsil eder. Tanner hep bir üst bilgiye ulaşma çabasındayken, Ann günlük yaşamını çevirdiği entrikalarla isteklerini dayatarak sürdürür. Bu iki kişinin başka türlü davranması mümkün değildir. Çünkü doğanın kanunları onları bu şekilde davranmaya zorlar yazara göre.
Bernard Shaw, bu eserde Don Juan temasını almış ve tersine çevirmiş. Birinin hem ruhuna hem de bedenine sahip olup onu çökertmek üzerine kurulu mitte tarafları değiştirmiş ve kadın erkek ilişkisine buradan bir pencere açmış. Fakat ana tema bu olsa da oyunu sadece burdan okumak eksik okumak olur. On dokuzuncu yüzyılda İngiltere’nin yaşadığı politik ve sosyal değişimler, burjuvazinin yaşamı, kadının toplumdaki yeri gibi konular Shaw’un etrafında döndüğü noktalardan birkaçı sadece.
Yirminci yüzyılın başında yazılmış bu oyunu dönüp bugünden okuduğumuzda, yazarın tartıştığı konulardaki öngörülerinin birçoğunun gerçekleştiğini de görüyoruz. Mesela yaşamın yaratıcı gücünü Şeytan’la tartışan Don Juan, yakın gelecekte dünyada nüfusu artırmaya çalışmanın bir amaç olmayacağını, aksine insanların nüfus planlamasına gideceğini söylüyor. Bu tartışmayı “Şeytan” ve “Don Juan” karakterlerine yaptırmasının esprisi ise ayrı bir tat veriyor. Birçok konuda konuşan Şeytan, hiç de bildiğimiz gibi kötü değil. Yazar, Şeytan karakterini yaratırken onun hakkındaki bütün önyargıları boşa düşürmek istemiş belli ki. Daha en başından okuyucusuna şunu iletiyor: “Unutma ki şeytan gösterildiği kadar kara değildir.”
Yazar, öyle ustalıkla ve akıcı bir dille aktarıyor ki düşüncelerini, sonuçta sadece sahnede kullanılacak teknik bir metin değil, okuyucunun keyifli vakit geçirmesini ve zihninde birçok konuyu tartışmasını sağlayacak bir eser çıkmış ortaya. Sahne direktifleri olan parantez içleri metni duraklatmaktan çok akıcılığını sağlamaya yarıyor. Öyle ki, yazar bir romanı parçalarına ayırmış, anlatıcının sesini parantez içlerine alıp diyalogları bir oyun metnine çevirmiş gibi hissediyor okuyucu. Bir tiyatro metninde alışıldık olanın aksine sadece oyuncuya/yönetmene direktif vermiyor, okuyucusunu da düşünerek, yarattığı kurgunun iç dünyasını açığa çıkarıyor. Karakterlerin sadece nasıl davrandığını, ne söyleyeceğini değil, ne hissettiğini, aklından geçenlerin eylemlerini nasıl etkilediğini de aktarıyor alımlayıcısına. Sahne tasvirlerini dekor tarifinden öteye taşıyıp, mekânın hissettirdiklerini de aktarıyor.
Shaw’un bu metnini okumayan insanların doldurduğu bir sahnede oyunun sahnelendiğini düşünelim. Eğer iyi sahnelenmiş bir oyunsa izleyici elbette haz duyacak, birçok konuda zihnini kurcalayan sorular ve cevaplarla ayrılacaktır salondan. Fakat Shaw’un edebi yeteneğinin ve karakterlerin iç dünyasının büyük bir kısmını ıskalamış olacaktır. Çünkü, aslında çok da büyük olaylar gerçekleşmiyor oyunda. Karakterlerin bir noktadan diğerine adım adım nasıl sürüklendiği, okuyucunun tahmin ettiği ya da hiç düşünmediği olayların nasıl gerçekleştiği anlatılıyor. Olayların kendisinden çok o noktaya nasıl gelindiği önemli olan. Shaw, bunu ilmek ilmek örüyor metin boyunca. Fakat asla alımlayıcısını sıkmıyor. Dış aksiyonun zayıf olduğu noktalarda iç aksiyonu yükseltiyor, tersi durumlarda ise okuyucuyu bekletmeden sonuca bağlıyor olayları. Böylece metin kendi dinamiğini yakalıyor.
Bu eserin bir başka değerli yanı ise kendisi dışında başka metinlerden beslenmesi. On dokuzuncu yüzyılda İngiltere’de dar bir çevrede geçen hikâyeyi okurken birden Dante’ye, Goethe’ye, Shakespeare’e çarpıyorsunuz. İlahi Komedya’nın, Faust’un, Hamlet’in dünyasından parçalar okuyucunun zihninde metni bütünlüyor. Oradan Mozart’a, Rembrandt’a, Nietzsche’ye, Wagner’e de bir selam gönderiyor yazar. Özellikle oyunun bir rüya âlemine geçmesiyle cennet ve cehennem hakkında geçen konuşmalar, bütün bir sanat tarihindeki cehennem tasvirlerini tekrar düşündürüyor: “Hulasa cehennem ancak hoş bir vakit geçirmek ve eğlenmekten başka yapılacak hiçbir işin mevcut olmadığı yerdir.”
Elbette eserin okurken keyif vermesinde çevirinin payı büyük. İnsan/Üstüninsan, Halikarnas Balıkçısı tarafından çevrilmiş. Edebi değeri bu denli yüksek bir metnin kendi dilinde en iyi yazarlardan biri olan bir yazar tarafından çevrilmesi, Shaw’ı Türkçeden okuyanlar için belki de bulunmaz bir fırsat.
Merve Gülşah Akgün – edebiyathaber.net (16 Kasım 2017)