Söyleşi: Mehmet Özçataloğlu
Elma Çocuk tarafından yayımlanan “Kral Titus’un Şarkısı” üzerine yazarı İpek Arman’la söyleştik. Biraz kitap, biraz tarih, biraz bugün…
Size Kral Titus’un Şarkısı’nı yazdıran ne oldu?
Elma Çocuk/Anadolu Medeniyetleri serimizi 10 kitap olarak planladık. Farklı dönemlere ait arkeolojik hikâyeler eşliğinde çocuklara, yaşadıkları coğrafyanın tarihini anlatıyoruz aslında. Kekova, Titus ve Likya anlatısı da en ilginç olanlardan biriydi benim için. Kral Titus’a ait bildiklerimiz, adına bestelenmiş olan opera ve Kekova bölgesindeki arkeolojik kalıntıların zenginliği, hikâyenin ilgi çekici olacağını düşündürdü bana.
Mor rengin zenginlik ve soyluluk göstergesi olduğunu yazmışsınız Romalılarda. Günümüzde ise kadın hareketinin, kadın dayanışmasının rengidir mor. Dönüşümün arasında bir bağ kurabiliyor musunuz?
Sanırım bu, mor rengin simgesel anlatılarda her dönem tercih edilmesiyle alakalı. Bir dönem zenginlik ve asaleti anlatırken, başka bir dönem dayanışmanın rengi oluyor. Sınıfsal ayrım, dayanışma ve toplumsal hareket gibi farklı alanlarda kullanılsa da aslında temsil ettiği her zaman “asalet” oluyor. Asalet ve zenginlik birbirinden çok farklı iki kavram ve genelde bir arada olmaz. Bu nedenle mor ancak bugün doğru bir hareketin simgesi olabildi.
Anadolu coğrafyası medeniyetlere ev sahipliği yapmış, insanlığın tarihine tanıklık etmiş bir coğrafya. Bugün gelinen noktada durup bakınca siz ne görüyorsunuz, bize ne kalmış, ne kadarını yaşatabiliyoruz?
Aslında bize çok şey kalmış, bugün hâlâ kazısı devam eden ya da bitmiş olan yerlerin çok daha fazlası toprak altında. Birçoğu da tahrip edilmiş durumda. Bu alandaki çalışmaların, Anadolu’nun arkeolojik zenginliğini tam olarak ortaya çıkartacak yeterlilikte olduğunu düşünmüyorum.
Genel olarak sormak isterim. MS.79’dan çağ çağ bugüne geldiğimizde bir ilerlemeden ziyade gerilemenin varlığını görüyorum, düşünüyorum. Siz ne düşünüyorsunuz bu konuda. Geçmişle bugünü medeniyetler bakımından kıyaslar mısınız?
Birçok teknolojik gelişmenin “insan” ve “insan olmaya ait” her şeyi geriye götürdüğüne inanıyorum. Yaşamsal anlamda fayda sağladığı düşünülse de toplumsal birlik/paylaşmak /sanat/edebiyat/çevre bilinci ve daha birçok “insanın insan olmasını sağlayan unsur” arka plana itiliyor. Eğer gelişmekten anladığımız, örnek olarak yapay zekâ, dijitalleşme vb. ise bu insani bir gelişim değil bana göre. MS 79’da ise insana dayalı ve insan odaklı bir toplumsal yapı söz konusu, öncesinde ve sonrasında da… Bu nedenle bugün yaptığımız kazılarda sanat eserleri, estetik kaygısı ön planda mimari yapılar, bin bir çeşit obje ve birçok yazıt buluyoruz ya da Friglerde bir hayvana zarar vermenin ağır cezası olduğunu biliyoruz. Kısacası odağında “canlı”olmayan hiçbir toplumun gelişmiş olduğunu düşünmüyorum.
Luki ve Morin kitapta var olan karakterler. Fakat gerçek yaşamda da var benzer isimler. Onlar olmasaydı Dünya daha farklı mı şekillenirdi, yoksa yine bir şekilde bu yol bulunur muydu?
Eminim ki Luki ve Morin gibi tarih içerisinde benzer hikâyeler yaşayan birçok çocuk olmuştur. Belki bugün bildiklerimizi “bilmemize” etki edenler de oldu ve biz tüm bu yaşanılanlara tarih diyoruz şimdi.
2020 yılındaki Arda ile MS.79’daki Luki ve Morin’in benzer yanları var mı?
Tabi ki, bir kere üçü de maceracı, cesur, iyi yürekli ve meraklı çocuklar. Dünyanın kendi etraflarında dönmediğini bilen, etraflarında olup bitenlerin sorumluluğunu üstlenebilen, farkındalıkları yüksek çocuklar.
Kral Midas, Prenses Ada, Kral Titus… Sırada ne var diye sorabilir miyim?
Evet, bir Hitit hikâyesi geliyor “Kral Şuppiluliuma’nın Şaşkın Gözleri”
edebiyathaber.net (11 Ekim 2021)