Öykü yazmak bir bakış/yaşam tarzı. Hayatın içinden süzülüp gelenlerin sizdeki imgesini bir itkiyle, bir ivmeyle ortaya çıkarma eylemi. Dahası, yazmak bile değil; bakmak ve görmektir öykü. Roman nasıl ki tasarıma dayalıysa; öykü sezgidir, kavrayıştır, bakıştır. Şu bir sav, bence, herkes roman yazabilir ama öykü yazamaz. Roman yazmak öğretilebilir, öykü asla.
Bir Raymond Carver öyküsüyle Flannery O’Connor öyküsünü yan yana getirdiğinizde her ikisinin de yazma stili/tarzı, duyumu, algısı kendi bakışları, her bir şeyin ruh gözlerinden nasıl ağıp geldiklerini anlatırlar size. Oysa roman/romancı başka bir yerdedir. Hatta hayatın çok da ötesinde. Öykü hayata daha yakın durur. Roman uzaktan fotoğraf çeker, öykü insanın ruhunun derinliklerinden süzülüp gelir, bunu da en iyi biçimde anlatır.
Romanı birtakım kavramlar çıkarsayıp, önünüze koyarak yazabilirsiniz; ama bir koku, bir ses, hatta tek bir sözcük size bir öykü yazdırabilir. Öykü algı açıklığını, roman zihinsel/kurgusal zekayı gerektirir.
Tüm bunları neden söyledim. Önümde açıp günlerdir gezinip durduğum “İpekli Mendil” kitabının heyecanıyla yazmak istedim. Bu bir seçki mi, hayır! Derleme mi, hayır! İnceleme mi? Ne yazık ki, gene hayır! Bir okuma yordamı, kollektif bilincin ayrıştırdığı bir bakış/sezgi, çıkarım kitabı. Peki neye dair, diyeceksiniz eminim?
Demin sayıp durduğum, öykünün romandan ne kadar farklı bir anlatı disiplini olduğunu bize en iyi gösteren bir ortak çalışma.
Okurumuzun/yazarımızın bu yüksek algı/bakış/yorum/kavrayış, seziş ve ortaya çıkarış bilincine erişmiş olması Türkiye’nin eğitim, kültürel ve siyasal alandaki gelişiminin seyrini de anlatıyor bir bakıma.
Edebiyat adına umut verici bir başlangıç bile diyebilirim Yekta Kopan’ın editörlüğünde ortaya çıkarılan bu çalışmaya. Edebiyat sosyolojisinin, edebiyat biliminin yapamadığımı yapmaları açısından alkışlanası bir çaba.
Gelelim kitabın ayrıntılarına:
Önce şunu söylemeliyim; elinize alacağınız bu kitap her okur-yazarın, öykü okuyan/yazanın başucu kitabı niteliğinde. Abartısız söylüyorum bunu. Neden mi? Hayata dair her şeyin öyküde nasıl biçim aldığını, insanın ve toplumun ruh arkeolojisinin neleri içerdiğini anlatıyor bize de onda!
Yekta Kopan, bir öykücü, anlatıcı. Sözün ardında giden biri. Bu kitabın da “maestro”su denebilir.
Kitaba yazdığı “Su Gibi Fışkıran Bir İpek Mendil” sunuş yazısında bu konunun onun ilgi odağında nasıl yer aldığını, zamanla hayata ve öyküye dair neleri nasıl biriktirdiğini bize anlattığı gibi, bu imece çalışmasının da ipuçlarını veriyor. Okuma eylemi sonunda ortaya çıkarılan bu çalışmayı birçok yönüyle irdelemek gerektiği kanısındayım. Kopan bir yerde şunu söylüyor:
“Bu benzersiz okuma süreci, bizi hem öykümüzün hangi evrelerden geçtiğini hem de ne kadar güçlü bir geleneği olduğu gerçeğiyle bir kez daha yüzleştirdi.”
Elimizde tuttuğumuz kitap bir yanıyla bir “öykü sözlüğü”. Ada ve içeriğe dönük ipuçları, bilgiler var. Ama ötesi o izlekler zenginliğini ortaya çıkarmak, yukarıda imlediğim gibi, bir tür ruh/düşün arkeoloğu kesilmek bambaşka bir emek istiyor. Kopan, bir araya gelen “ekip”le bunu da kotarmış durumda. Öyle ki, bir “model” de ortaya çıkmış.
Kim bilir böylesi bir çalışmayı romana, başka yazın türlerine, sinema ve müziğe, tiyatroya yansıttığımızda daha ne kapılar aralanacaktır hayata, insana ve sanata/sanatçıya dair.
Öykücülüğümüzün gezindiği konu/izlek/yer/zaman gerçekliğinin ötesinde anlatılanlardan ağıp gelen nesneler, izler, imler, yaşamsal sözler/kavramlar, insan ruhunu/yaşantısını biçimleyen her bir şey bir öyküde/anlatıda nasıl biçim almış, ifade edilmiş… Bunların her biri kavramlaştırılarak, bazen de bir sözlük sözcüğü olarak gelip kitabı bütünlemiş.
“İpekli Mendil” özetlenecek bir kitap olmadığı gibi, yorumsayıp anlatılacak gibi de değil. Okumalı, karşınıza çıkan her bir söz/kavram/konu eminim ki sizi yalnızca alıntılar yapılan öykülere değil; hayata da döndürecektir. Gözünüzden kaçan nice şeyi gösterip hatırlatacaktır. Hatta size bunları nasıl yazmak gerektiğini de düşündürecektir eminim.
Yazmak düşünmektir aynı zamanda. Öykümüzün zamanına dönünce, kimin neyi/nasıl düşündüğünü de göreceksinizdir burada.
Öyleyse, Philippe Sollers’ın şu sözünü anmalı burada: “Yazdıkça, daha çok görmeye başlıyorum.”
Öykünün böyle bir yanı var. “İpek Mendil”i kuran öykülere dönünce de, bir anlatı katedralinin nasıl oluştuğunun ipuçlarını da görmeniz olası.
Yazmak, yazarak düşünmek için bir imge/söz/kavram atlası; bir öykü haritası da denebilir “İpekli Mendil”e. Okuduklarımızdan neler çıkarabileceğimize dönük ipuçları da veriyor üstelik. Bir de anlatanla anlatılanın nerede nasıl buluştuğunun sırlı yanlarını…
Evet, okumak bir kazıdır aynı zamanda. İşte bu kitap, bir öykü okuyucusunun nasıl kazıcı kesildiğinin birikimini de taşıyor bizlere.
Okuyun, kendi kazıcınız olmanın yol işaretlerini çıkarmaya bir adım daha atın derim sevgili okurum. Evet, bir “İpekli Mendil”iniz olmalı artık!
Feridun Andaç – edebiyathaber.net (12 Mayıs 2015)