Bir mezara patates basan biriyle karşılaştınız mı hiç? Peki ya bir mezarda patates yetiştiğine şahit oldunuz mu? Eskiciyan okuruysanız her şey mümkün…
İsahag Uygar Eskiciyan’ın Sel Yayıncılık tarafından yayımlanan yeni öykü kitabı Patates Jazzı, geçtiğimiz günlerde okurla buluştu. Adıyla hayli merak uyandıran kitap, aynı zamanda yazarın sıcak ithafıyla da ilgi çekiyor: “Henüz dünyada olduğunu öğrenmeyenlere, çocuklara…” diyor Eskiciyan. Kitapta yer alan öykülerin anne-çocuk arasındaki derin bağ üzerine kurulmuş olması, bu ithafa anlam kazandıran niteliklerden.
Eskiciyan ilk kitabını şiir türünde verse de, daha çok art arda yayımlanan öykü kitaplarıyla öne çıktı. Kendi okur kitlesini muhafaza edebilen yazarlardan biri olmasının yanında, kitapları türlü ödüllere layık görüldü. Aşağıdan Seveceğim Ülkeyi, Arkadaş Z. Özger İlk Kitap Ödülü’nü, Metropol Ninnisi ise günümüzün mühim ödüllerinden biri olan Selçuk Baran Öykü Ödülü’nü aldı. Birçok yazara kıyasla, deyim yerindeyse daha ‘perdeler ardında’ bir yaşam sürmeyi tercih ettiği için biz onu satırlarıyla biliyor, satırlarından tanıyoruz. Yazar da, kendi içindekilerden ziyade kitabının içindekilerle ilgilenilmesini arzular kuşkusuz…
Patates Jazzı’nda kitabın adıyla müsemma öyküler yer alıyor. Kitabın ilk sayfalarında Enis Batur’dan bir alıntı var:“Beni alkışlamışsınız, yermişsiniz, patatesin gerçekliğini değiştirir mi bu?” Bu ifade, bir tür ‘açılış cümlesi’ niteliğinde. Çünkü patates, peş peşe sıralanmış öykülerde zamanla bir ‘leitmotiv’e dönüşüyor, imgeleşiyor. Her okur, onu farklı algılıyor, farklı yorumluyor, ‘göğsüne bastırmak’ istiyor, kendi hayatındaki bir boşluğa yerleştiriyor. Belki çocukluğunun kokusunu burnuna getiren bir nesneye benzetiyor, belki kaybettiği bir oyuncağına, belki annesinden yadigâr bir tokaya… Bu yönüyle kitapta yer alan öyküler, bir nefeste okuyabileceğiniz samimi öyküler. Diğer yandan, yazarın diğer kitaplarında olduğu gibi bu kitabında da öne çıkan niteliğin, yazarın kendisine has anlatım tarzı ve okuruna sunduğu orijinal temalar olduğunu söyleyebilirim.
Kitabın ilk öyküsü “Patata ve Papatya”da anlıyoruz patatesin ne anlamlara gelebileceğini. Eskiciyan, annesinin “küçük patatası” olan anlatıcı aracılığıyla anne ve çocuk arasındaki görünmez göbek bağına, hiçbir zaman annesinden tam anlamıyla kopamayanlara selam göndermiş: “Ayrılmak mı? Ben bir kez ayrıldım annemden, tam elli yedi yıl önce. Ebem kafamdan tutup koparmaya çalıştığında hâlâ bağlıydım içten ona. Ve dünya denen tekerleğin kaç bucak olduğunu o zaman öğrendim. Hoş, kopmak sayılmazdı bu da. Ben hiç ayrılmadım annemden. Hem onunlaydım, hep ondaydım. Tam sökülmedim. Kimsenin buna gücü yetmedi.” (s. 13)
Patatesten ‘türeyen’ öykülerde patates bazen kurgunun orta yerinde dururken bazen de sıradan bir ânda, alelade bir şekilde beliriyor. Örneğin, “Arthur ya da Mahmut”ta ve “Yarın Yine Beklerim”de çuvaldan alınıp fırlatılıyorlar ya da “Patates Tamimi”nde bir doktorun çekmecesinden çıkıveriyorlar. Tek bir anlatıcıyla muhatap olduğumuzu hissettiren öyküler, birbiriyle ilişki kurabileceğiniz cinsten. Ayrıca, doğrudan birbirini tamamlayan öyküler de mevcut. “Patata ve Papatya”, “Patata’nın İkinci Ölümü”, “Papatya’nın Ev Yemekleri” ve “Patata’nın Ahreti” birlikte okunduğunda yeniden anlamlanan metinler.
Kitabın henüz başında tanıştığımız “annesinin küçük patatası” olan anlatıcının kızı Papatya’ya, ilerleyen sayfalarda tıpkı babası gibi ellerinde patateslerle rastlıyoruz. Bu patatesler, anlatıcının kendi annesinin mezarına bastırdığı patatesler. Papatya, onları, “babaannesinin karnından babasını tekrar alır gibi” (s. 74) almıştır mezardan. Diğer yandan, bu öyküde, Papatya’nın babasının -yani bizim için anlatıcının- intihar ettiğini öğreniyoruz. Bu intiharın eksik parçaları, bir “Suya çarpana kadar/kadarını anlatacak değilim” (s. 43 – s. 89) cümlesinde, “Patata’nın İkinci Ölümü”nde ve “Patata’nın Ahreti”nde gizli.
Bağlılığa dokunduğu gibi inceliğe de dokunuyor Eskiciyan, insan olmayı hatırlatıyor. “Amcamın Gözlükleri”nde, aslında birçok insan için ‘süs eşyası’ olan, spreyle parlatılmış, üzerine sim boca edilip jelatine sarılmış bir gülü biraz daha yaşatmaya çabalayan Hayko, bu durumun en güzel örneklerinden: “Benimki utangaçlıktan değildi. Çiçek ölüsü taşıyordum ve bu beni bitiriyordu. Bunu ona nasıl anlatabilirdim! Çöp konteynerinin önündeki gazoz şişesini fark ettim. Aldım. Yolumuzun üzerinde bir çeşme vardı. Oradan su doldurdum. Can çekişmekte olan gülü gazoz şişesine diktim. Jelatini sarıp öyle taşıdım. En azından ömrü biraz daha uzayacaktı.” (s. 17)
Kendinizi cebinizde taşlarla, bir köprüden sulara doğru bıraktığınızı düşünün. Suya çakıldığınızda, bir su kaplumbağasının huzurundayken, ayakkabılarınızın tekinin nerede kaldığını düşünür, pantolonunuzdan çıkan gömleğinizi dert eder miydiniz? Peki ya, “Çorabımın ucunu evvelden diktiğime seviniyorum.” (s. 90) der miydiniz/diyebilir miydiniz? İşte, anlatıcımız bu derece hassas bir kalbe sahip.
Dikkat çekici öykülerden biri de, “Göğsün Altında Yirmi Milim.” Patates olmak isteyen Ada, ondan alınan ilhamla düzenlenen bir öykü yarışması, patates afişleri, Patates Yılı, “Dünyayı Patates Kurtaracak!” bildirisi, çocukların yer aldığı bir jüri… Ve nicesi. Göğse bastırılmış patatesin yirmi milim derinlikte kök salmasıyla hayat bulmuş bir öykü bu. Ve adı aslında “Yerin Altında Yirmi Santim”, tüm çocuklar adına Ada’ya ithaf edilmiş.
Son olarak, kitabın “Sarkis’le Her Defasında” başlıklı son kısmından bahsedelim. Bu başlığın altında, 11 küçürek öykü bulunuyor. İki kuzenin yer aldığı ve benzer giriş cümleleriyle başlayan kısacık öyküler, kitapta yer alan diğer öykülerden farklı bir temel üzerine inşa edilmiş. Anlatıcının kuzeni konumundaki Sarkis, anlatıda büyük bir işlevi yokmuş gibi görünse de, onun yapbozunu tamamlayan bir parça sanki. Anlatıcının oyun arkadaşı, ona eşlik eden bir yol arkadaşı, patatesin serüvenine katkı sağlayan bir figür…
***
Patates Jazzı, son zamanlarda okuyabileceğiniz en farklı kitaplardan. Öykü literatürümüze incelikli, nitelikli, kuvvetli bir katkı. İsahag Uygar Eskiciyan’ın yeni öyküleri, henüz dünyada olduğunu öğrenmeyenleri, çocukları, dünyadan vazgeçmişleri, çocukluktan vazgeçmemişleri, göğsüne patates bastırmaktan çekinmeyenleri bekliyor.
edebiyathaber.net (3 Ekim 2020)