Nobel ödüllü Doris Lessing’in öne çıkan kitaplarından biri İyi Terörist. Bir grup aktivistin işgal evindeki yaşamını, dönemin İngiltere’sini, siyasi olayları ve gelişmeleri anlatıyor, genel olarak değerlendirildiğinde. Fakat derin bir okuma yapıldığında görüyoruz ki romanın dile getirmek istediği şey, Alice isimli kadın karakterin bu düzen içindeki yaşamı, yeniden yaratmaya çalıştığı alternatif bir düzen içinde bir kadın olarak var oluş çabası ve çocukluğundan beri süregelen problemlerinin yaşamına yansımaları.
Otuz altı yaşında, işgal evinde yaşayan, terörist bir grubun üyesi olan aktivist bir kadın Alice. Buraya kadar her şey “normal”. Fakat evin içindeki davranışları bu kadının bölünmüş bir kişiliğe sahip olduğunu gösteriyor. Aktivistten ziyade evin annesi rolünü sahiplenmiş bir karakter. Evi ilk gördüğü an öfke duyuyor Alice, böyle büyük, sağlam bir ev neden bakımsız, kırık dökük ve “sevgi”den yoksun olamaz. Ve roman boyunca yaptığı şey, sahiplenme içgüdüsüyle yaşadıkları bu işgal evini gerçek, sıcak bir aile “yuva”sına dönüştürmeye çabalamak. Elektrik ve gaz bağlatmaya uğraşıyor, evin yıkılmasını önlemek için belediyeyle görüşüyor ve evi güzelleştirmek için elinden geleni yapıyor. Evdeki diğer üyelere yemek yapıyor, evi temizliyor. Bütün bu “yeniden-yuva yaratma” görevinden heyecan duyuyor, takdir edilmeyi bekliyor. Onun asıl amacı yeniden sıcak bir yuvaya kavuşmak ve yaptığı bu düzeltmeler onu motive eden zaferleri. Özlemini duyduğu ve bundan dolayı üzüldüğü şeyleri içselleştirerek reddettiği ideolojik yapıyı bilinçaltında yeniden yaratıyor ve bunun etkileri hem davranışlarında hem de söylemlerinde kendini açıkça belli ediyor. Yazarın da belirttiği gibi Alice’in genellikle üst tabakanın konuştuğu kusursuz BBC aksanıyla konuşuyor, evin birçok diğer üyesi gibi taklit cockney aksanıyla değil. Aksanı bile aslında bu dünyaya ait olmadığını gösteriyor aslında.
Evin düzenlenmesi ve gerçek bir “yuva”ya dönüştürülmesiyle ilgilenen ve bunu dert eden tek karakter Alice. Diğer üyelerin “daha ciddi” problemleri olduğu aşikar. Alice’in yaptıklarını gereksiz olarak görüyorlar ve kapitalizme karşı mücadelenin rahat bir yaşamdan daha önemli olduğunu düşünüyorlar, bu yüzden de Alice kendisini onlardan biri olarak hissedemiyor. Romanın sadece bir yerinde Alice’in bu konu üzerine düşündüğünü görüyoruz. Diğer üyeler “ciddi” işlerle uğraşırken kendisinin problem ettiği şeyin “ev”in sorunları olduğunu, yaptıklarının önemsiz olduğunu düşünüyor. Fakat aldığı ufacık bir takdir onu motive ediyor ve bu düşüncesine daha fazla sadık kalamıyor. Kendini dışlanmış hissettiği zamanlarda ise yine, kendisine görev edindiği konularla –evin problemleriyle- ilgilenerek koruyucu-anne rolünü giderek daha fazla içselleştiriyor. Dinlenmesini arkadaşlarına sadakatsizlik olarak görüyor. Evin annesi olarak bu işler onun görevi ve bundan gocunmaması gerekiyor. Fakat her ne yaparsa yapsın dışlandığının farkında. Bomba eylemi düzenlenirken kendisinin kilit karakter olmadığını, komünden ayrıldığı an unutulacağını biliyor. Eylemin yapılacağı gün ise onun umursadığı şey eylemin kendisinden ziyade, işgal evinde yaşayan diğer bir karakter olan Philip’in cenazesi. Eylem sonra eve geldiğinde ve evin boş olduğunu gördüğünde ise evi “terk edilmiş, ihanete uğramış” olarak tanımlıyor. Aslında terk edilen ve onun gözünde ihanete uğramış olan kendisi. Fakat -her zaman olduğu gibi- planlamalar ve düzenlemeler yaparak bilinçaltından uzaklaşmaya, gerçeklerden kaçarak kendini rahatlatmaya çalışıyor.
Annesiyle süregelen bir problemleri olduğu oldukça bariz. Roman boyunca ona duyduğu öfke oldukça hissedilir düzeyde. Ne zaman Dorothy aklına gelse yumruklarını sıktığını görüyoruz. Hayatta isteklerini yerine getirememiş, o yüzden eksik kalmış bir anne figürü Dorothy. Kendini geliştirmek istiyor ama genç yaşta
edindiği eş ve annelik rolü onu bundan alıkoymuş, evi temizlemekten, abisi ve Alice ile ilgilenmekten kendi istediği hayatı yaşayamamış, kendisini “her işe yarayan kadın köle” olarak görüyor; kendisi için kaçış olarak gördüğü tek şey ise verdiği partiler. Alice’in de kendisi gibi vasıfsız, tek görevi etrafı temiz tutmak ve ailesini beslemek olan bir kadın olmasını istemiyor. Alice bütün bunlara karşı çıkmasına, annesini bencillikle suçlamasına rağmen işgal evinde –hatta hayatında- yaptığı tek şey bunları taklit etmek, kendinden bir “anne” figürü yaratmak.
Alice’in her zaman “iyi, cici bir kız” olma çabası var olduğunu görüyoruz roman boyunca. Elektrik idaresine giderken, “… temiz bir etek giydi; saygınlık uyandırabilmek için bazen bir eteğe ihtiyaç duyuyordu. [Ü]stüne küçük yakalı başka bir bluz giydi, bu seferki mavi pamukluydu, bu bluz sayesinde kendini kendi gibi hissetti.” Belediyeye ise “Güzelce taranmış kısa, kıvırcık, açık renk saçları, hafifçe çilli pembe-beyaz yüzü ve dürüst bakışlı gri-mavi gözleriyle annesinin cici kızı” olarak gidiyor.
Çocukluğuna dair bir anısında ise annesine soruyor Alice, “Ben iyi kalpli bir kızım, değil mi?” diye. Her zaman “iyi” bir kız olma çabası, annesine ve etrafına kendisini sevdirme çabası. İyi biri olmaya çalışıyor, ama aynı anda da iyi bir terörist de. Fakat diğer kadın karakterlerden biri olan Pat, Alice’in her şeyi tek başına yapmasıyla dalga geçiyor ve devrimciliğini, eşitliği sorguluyor. Jasper ise onun evcilik oynadığını, bütün bunlarla uğraşırken davayla ilgilenmediğini söylüyor. “İyi” olmaya çalışırken bile -belki de Komünist Merkez Birliği’nin ismini duyurabileceği tek şans olan- planladıkları bomba eylemini de başarısızlığa uğratıyor. Polisi arayıp eylemi düzenleyenin kendilerinin değil, IRA olduğunu söylüyor.
Yazarın Alice’e sempati duyduğu kesin ve yazara göre o iyi bir terörist mi, evet diyebiliriz. Ama Alice gerçekten bir terörist mi diye soracak olursak, sorumuzun cevabı hayır olur. Öncelikleri evdeki diğer üyelerin öncelikleriyle aynı değil, davaları yerine evle uğraşmayı tercih ediyor. Entelektüel birikimine bakacak olursak, kendisinin de dile getirdiği üzere Komünist Manifesto dışında okuduğu bir eser yok. Düşünceleri ve ideolojisi genellikle Jasper üzerinden ve etrafından duyduklarından şekillenmiş, hatta entelektüel olmamasından gurur duyuyor. Burada da bir sorun olduğu bariz. Yıllarını işgal evlerinde geçirmiş, küçük bir komünist grup olan KMB üyesi bir karakter olarak birikiminin yetersiz olduğu ve ideolojisinden ziyade amaçladığı şeyin sıcak bir aile ortamı olduğunu görüyoruz, ama yine de Jasper ve kendisinin işgal evindeki tek gerçek devrimciler olduğunu iddia ediyor.
Alice iyi bir aşçı, iyi bir temizlikçi, iyi bir bakıcı, iyi bir arkadaş, bazen iyi bir evlat olabilir, ama terörist olmayı unutmuş biri. Çocukluk döneminde eksikliğini hissettiği aile özlemini hayatına yeniden sokma çabası, içinde bulunduğu çevrenin çabalarıyla örtüşmüyor, bu yüzden de onlara dâhil olamıyor. İşgal evinde, kendi kendine edindiği ve üstlendiği “koruyucu-anne” figürüyle evi bir harikalar diyarına dönüştürmeye çalışarak karakterindeki eksik kalmış ayrıntıları ve parçaları yeniden bir araya getirmeye çalışıyor. Fakat peşinden gittiği beyaz tavşanı izleyerek çocukluğundan gelen sorunlarla yüzleşmesi ve kitabın sonunda da betimlendiği üzere “bebek” olmaktan çıkarak kişiliğini yeniden oluşturması gerek.
Nil Ormanlı – edebiyathaber.net (9 Temmuz 2015)