Kemal Yitikırmak’ın ilk romanı Patatesli Yumurta, birkaç hafta önce Boyalıkuş Yayınları tarafından yayımlandı. Roman, 90’lı yıllarda Fethullah Gülen cemaatinin evlerinde kalmış bir üniversite öğrencisinin; edebiyatın, felsefenin ve üniversitede tanıştığı birkaç arkadaşının yardımıyla zincirlerini kırıp, mezun olduktan sonra cemaatle yollarını ayırmasının uzun ve çetrefilli hikâyesini anlatıyor. Bir yandan cemaat evlerindeki gündelik yaşamı birinci elden gözlemlere dayanarak okuyucuya aktarırken bir yandan da cemaat gibi kapalı ve baskıcı bir sistemin nasıl olup da genç zihinleri birer özgürlük düşmanı haline getirdiğini gözler önüne seriyor. Kendi kararlarını alıp sonuçlarına katlanmak yerine itaati, kendi yolunu çizip hayatına yön vermenin yerini sadakati, fikirlerini açık açık söyleyip meydana çıkmanın yerini tedbir alıyor bu karanlık hayatta. Öyle ki sürekli takip edildiklerine inandırılan cemaat üyeleri doğal olarak takip etmenin –fişlemenin- ahlaksızlığını kavrayamaz hale geliyorlar.
Her ne kadar çatısı yirmi küsur önceki yaşanmışlıklara dayansa da kitap sürükleyiciliğiyle ve felsefi konulara dengeli bir şekilde dalıp çıkmasıyla roman özelliğini korumayı başarmış. Benzerlerinin aksine yazarın cemaatin kirli çamaşırlarını ifşa etmek ya da bu yolla siyasi bir manifesto ortaya koymak gibi bir amacı yok. Roman 2014 -15 yıllarında yazılmış ama yazar 15 Temmuz sonrasında yayımlanacak olan kitabına, diğerlerinden farklı olduğunun altını çizmek için olsa gerek, bir önsöz yazmayı gerek görmüş. Önsözde de romanının yanlış anlaşılmasını engellemek için şu notu düşmüş:
Hayır, amacım itiraf etmek olsaydı bunun için edebi bir yöntem seçmem gerekmezdi. Siyasi bir manifesto yazacak kadar da yetkin bir politik görüşe sahip değilim zaten. Bilimden, sanattan, seküler ahlaktan ve eğitimden başka bir rehberim yok bu hayatta. Tek derdim insanı anlamak ve anlatmak; hayalleri kabına sığmayan bir gencin çırpınışlarına, bir türlü susmayan iç sesine, kafesinin demirlerine çarptıkça attığı çığlığa tercüman olmak. Çünkü ister Orta Dünya’da yaşayan hobitleri yazın, ister Uzay Çağında savaşan yapay zekâlı robotları; bir edebiyatçıysanız anlatacağınız tek gerçek insandır. Çünkü sadece kendimizi biliriz biz; kendimizden söz edebiliriz, kendimizi kandırabiliriz. Kurumayan, unutulmayan, asla değeri düşmeyen bir su kuyusudur insan. Daldıkça yeni şeyler öğrenir ve öğretiriz, daldıkça keşfeder ve keşfetmenin verdiği sarhoşlukla bulduklarımızı sanatımıza işleriz.(s 11)
Roman, Yitikırmak’ın yirmi küsur yıl önceki gençliğine yazdığı mektuplar olarak da okunabilir. Her bir bölümde cemaat evlerinin ve o evlerde yaşayan insanların hayatları hakkında ayrı ve şaşırtıcı detaylara rastlıyoruz. Yazar 2001 yılında bir otobüs terminalinde bırakılmış ve bir daha da yüzüne bakılmamış olan Hilmi’ye sesleniyor sürekli; onu anlamaya, onun zihnine girip, onun gözüyle cemaat yaşamını, esarette yeşeren hazzı, cehalette bulunan doyumu anlamlandırmaya çalışıyor. Bunu yaparken küstah olmamaya, geçmişteki hatalarına yukarıdan bakmamaya, geçmişteki “ben”ine ihanet etmemeye özen gösteriyor gibi görünse de yer yer kendisini alamıyor eleştirinin sivri dilinden.
Hilmi, okudukları, gördükleri ve tanıştıklarıyla yavaş yavaş değişip, dikenli bir tünelde sürüklenirken; üzerine otursun diye dikilmiş elbisenin bedenini sıktığını, ona dar geldiğini fark ediyor. Bir yandan esaret, özgürlük, güzellik, yoksulluk, aşk, dostluk, gitmek, aile, kadınlar, bilim, Tanrı, din, ahlak, edebiyat gibi kavramları irdelerken; bir yandan da bu kavramların içeriden nasıl farklı göründüklerini ve içeriden bakılınca neden dışarıdan bakıldığı gibi görünmeyeceklerini anlatıyor. Romanın arka kapağındaki cümle de az çok izah ediyor Hilmi’nin zihinsel çırpınışlarını.
Ortaokul yıllarında, düşünmeyi ve akıl yürütmeyi bilmeyen bir çocuk olarak cemaatin içine çekilmişseniz, sizin doğrularınız ve yanlışlarınız ışık evlerde tanıştığınız abilerinizin doğruları ve yanlışlarından farksız olacaktır. Ortada bir seçim yoktur, ağa takılan ve takıldığı bu ağa âşık edilen genç bir dimağ vardır. O ağdan kurtulmak, modern bir birey olma yolunda atılacak ilk adımdır. Aydınlanmak bir seçenek değildir, ahlaki bir sorumluluktur günümüz insanı için.
Edebiyata ve felsefeye meraklıysanız, özellikle de cemaatin –tüm kapalı ideolojilerin- temellerinin ne tür kolonlar üzerine kurulduğunu anlamak istiyorsanız Patatesli Yumurta size ihtiyacınız olan bilgiyi, gözlemi ve edebi hazzı verecektir. Pek çok paragrafı altını çizerek okuyacaksınız, pek çok yerde de şaşkınlıktan yerinizde oturamayacak hale geleceksiniz.
Romanın ruhunu yansıtabilecek tereddüt dolu bir cümleyle bitireyim:
Yuvadan erken ayrılan yavru kuş gibi kayalıklara çakılmaktan korkmandan daha normal ne olabilir ki, Hilmi? Öğren o zaman, uçurumların düşme talimleri yapanlar için ne kadar değerli olduklarını. Önemli olan nasıl düştüğündür, düşüp düşmediğin değil! Eninde sonunda düşeceksin zaten, takma kafayı buna o kadar. Bulunduğun yerde, sırf macera olsun diye kımıldarsan kaybetmeyi göze almışsın demektir. Bekleyeceksin bu yüzden, kanatların bedenini taşıyacak kadar güç kazanınca atlayacaksın göğün mavi boşluğuna. Bir daha da dönmeyeceksin seni kayalara, taşlara, toza toprağa bağlayan zincirlere. (s 185)
Kâmuran Tolgün – edebiyathaber.net (5 Aralık 2016)