Şunları demişti yazdıklarından birinde:
“Bütün yolların iç içe dolanıp düğüm olduğu kör noktalarından birindeyim yazgının, bir tabutun içi kadar ışıksız, çıkışsız, dönüşsüz… Şimdi’ye varabilecek, bir iğne deliğinden geçercesine geçip gidecek bir zaman yok burada, şimdinin zemininde bütünlüğünü, sürekliliğini koruyacak bir benlik de… Hiçbir şey yok artık burada, sözcükleri birbirinden ayrıştıracak, aynı karanlık yumağın içinde, tam zıddıyla birlikte çözülüp dağılıyor sözcükler, umudu umutsuzluktan, korkuyu korkusuzluktan, ölmüş olmayı ölmemiş olmaktan ayıran hiçbir şey yok.” (*)
Aslı Erdoğan, 28 Temmuz 2016’da bana da ilettiği bu yazısında, 15 Temmuz akşamı yaşadıklarının tanıklığını böyle anlatıyordu.
Bundan bir önceki yazısında ise (“Devasa Göçükleri Belleğin”) altı çizilesi şu tümcesi en çok dikkatimi çekendi:
“Bu topraklarda yüzlerce yıl yaşamış bir halkın kökünü kazıdık. Sağ kurtulanların başlarına geleni ancak ‘Büyük Felaket’ diye adlandırabildikleri korkunç şeyler yaptık. Belki geçmiş bugünün değer yargılarıyla değerlendirilemez ama biz, asıl suçumuzu, bugün, susarak, dinlemeyerek, işitmeyerek işliyoruz. Yalnızca 1915’te ya da 1938’de olanları değil, bu gün, bu saat olanları da işitmeyerek…”
Evet, yazar, yazdıklarıyla konuşan kişidir. Vicdan duygusudur onu asıl harekete geçiren. Yaşanana dönük bakışını yaratan gerçeklik, sözünü de belirler.
Onun, yazarkenki bu tutumu yerine göre haksızlığa başkaldırıdır. Bu da, onun, ne adına/niçin konuştuğunun belirtisidir.
Yazar giden ve görendir. İçindeki ben olma halinden bize dönüşmesi de yazdıklarında kendini gösterir.
Ondaki insanlığın vicdanı olma durumunu yaratan da en çok budur. Kalemini eline aldığında, susmamak gerektiğinin bilincindedir.
Giderek yazma dediğim de aslında bu duygunun harekete geçmesidir. Toplumsal bilinciniz, hayata bakışınız sizi yazınızın tözünü kurmada her dem diri tutar, atak kılar.
Sözünüzün geçitsiz kılındığı ânlarda bile sözü savunmak için insana edilen eziyeti anlatmaktan vazgeçmezsiniz.
Bugün tutsak alınan Aslı Erdoğan, sözü ve insanı savunmak için yazıyordu.
Evet, acı çeken biriydi. Ülkesinin mutsuzluğu onun da mutsuzluğuydu. Yeryüzünün bütün renklerini yazısına/anlatılarına taşıması da bundandı.
Her birimiz bunu savunmak için yazıp anlatıyorduk.
İçimizden birini çekip aldılar.
Kürtler, bu ülkenin kanamasında susuyorlar ne yazık ki! Onlara eziyeti emperyal güçlerin bir tezgâhı/oyunu olarak gören/anlatanları da karşılarına aldılar.
Aslı Erdoğan vari iyi bir yazarın/edebiyatçının yazısını/sözünü vicdanının sesiyle bir yazı arenasında dile getirmesini “vatan hainliği” gibi görmek aymazlıktır elbette.
Onun bu duruşunu istismar etmeden anlatmak gerek, bence.
Çünkü Aslı, yazarak kendini ve hayatı savunacak biridir; başkalarının payandasına hiçbir zaman ihtiyacı yoktur.
Feridun Andaç – edebiyathaber.net (23 Ağustos 2016)
_________
(*) “Bir Duvarın Dibinde” I, Temmuz 2016