Söyleşi: Aslı Kemal Gürbey
Işıl Yüce, Türk edebiyatının önemli yazarlarından biri. Bugüne kadar pek çok eseri yayımlanmış ödüllü bir yazar. Yazarın Hayat ve Roman isimli yeni eseri tecrübeli bir yayınevi olan Kalan Yayınları etiketiyle raflardaki yerini aldı. Kendisini bir solukta okutan bu eseri beğeneceğinize en ufak bir şüphem yok. Sade dili, iyi örülmüş kurgusu, akıcılığı, kararında roller üstlenmiş karakterleriyle ayakta alkışlanmayı hak eden bir eser.
Yeni çıkan bu güzel eserin yaratıcısı Işıl Yüce ile sıcağı sıcağına bir söyleşi yaptık.
Merhaba Işıl Hanım. Son eseriniz olan Hayat ve Roman’ı yayınevi geçen hafta bana yollamıştı. Bir haftamı alır sanıyordum fakat bir solukta okudum. Eserinizi beğendiğimi samimiyetle söylemeliyim. Uzun süredir yazan deneyimli bir yazarsınız fakat yine de sizi tanıyanlar olduğu kadar mutlaka tanımayanlar da vardır. Işıl Yüce’yi tanımayanlar için tanıtmanızı istesem neler söylerdiniz?
Elbette, beni tanımayanlar çoktur. Ben Samsun’da doğdum. 1967 yılında. İstanbul’da okudum. İstanbul Üniversitesi Basın Yayın Yüksek Okulu Gazetecilik bölümünden mezunum. Okulda okurken gazete ve dergilerde stajyer olarak çalışmaya başladım. Muhabirlik yaptım. Onu yaptım, bunu yaptım. Uzatmayayım, ne yaptıysam olmadı. Ben sistemi, sistem beni atıyordu. Yazmaya başladım. İlk romanım “Gece Yıldızların Işıklarını Yaksana” ve sonra başkaları geldi. İstanbul’u bırakıp Antalya’ya sonra da Bodrum’a yerleştim. Bir kızım oldu. Çocuk kitapları da yazmaya başladım. Hatta “Biz Bu Düşü Çok Sevdik” romanım Ankara Mimarlar Odası Yarışması’nda birincilik ödülü aldı. Gazetelerde makaleler de yazdım. Kitap çevirileri yaptım. Bodrum FM’de uzun bir süre “Radyo Dalgaları” adlı felsefi, psikoloji destekli müzik programı yaptım. Her zaman yazmaya devam ettim. Yayın dünyasının önüme çıkardığı zorluklardan dolayı da yayımlatmadığım dosyalarım çok. Ancak Hayat ve Roman’ı yazdığım zaman, hemen yayınlatmak istedim.
Özgeçmişinize baktığımda Hayat ve Roman ilk eseriniz olmadığı gibi son eseriniz olacağa da benzemiyor. Yazmayı severek yaptığınızı şeksiz gümansız görebiliyorum. Işıl Yüce yazmakta ne buluyor?
Yazmak tamamen bir mecburiyet. Çünkü algılıyorum. Hissediyorum. İnsanların arkasında başka insanlar var. Çelişkiler var. İyiler ve kötüler var. Merhametliler ve acımasızlar var. Hayat da gösterildiği gibi değil. Kesinlikler yok. İkili şaşırtıcı durumlar var. Birbirini durmadan yalanlayan ruh çelişkileri var. Ne yapacağım? Ya bu algıladığım dünyayı bastıracağım, bilincimi bağımlı birine dönüştüreceğim ya da var edeceğim. Ben sessiz bir çocuktum. Ve çok konuşan ama kendini ifade etmeyen bir gürültülü dünya ve ailenin içinde büyüdüm. Bu sessizlik, ezilmeme yol açtı. Sonra çizgi filmlerdeki gibi elime bir kalem verildi. Biraz sihirli gibiydi. Çünkü beni öldüren dünyaya yazarak direnmemi sağladı. Sessizliğim, kelimelerde seslendi.
Kitabınız, üç ana karakter üzerinden ilerliyor. Bu üç karakterin de hikâyeleri derinlemesine yazılmış ve çok sürükleyici. Açık yüreklilikle söyleyeyim Ali Rıza Bey beni çok etkiledi. Onun düşünceleri, hayata bakışı, yaşamı ilgimi fazlasıyla çekti ve romandaki her sahnesini büyük bir zevkle okudum. Okurken de deyim yerindeyse sizi ayakta alkışladım. Eğer bu üç karakter gerçek olsaydı, onlardan yalnızca biriyle tanışma şansım olsaydı, bu kesinlikle Ali Rıza Bey olurdu. Eseri okuyanların da bana hak vereceğini düşünüyorum. Bir karakter nasıl yaratılır sorusunu Işıl Yüce nasıl tanımlar?
Teşekkür ederim. Ali Rıza Bey inanın sizi etkilediği kadar beni de etkiledi. Ben, karakterlerini kurgulayan bir yazar değilim. Kurgu gibi görünen karakterler, nasıl anlatsam, ortalarda, gözümüzün önünde gezinirler. Ancak burada biraz da ürkütücü bir şey olur. Bir yazar ortalarda olan o insanı, kendinin de ermediği derinliklerine çağırır. Eğer bu karakterle bağ kurarsanız, size kendini yavaş yavaş açar, sizle zaman zaman atışır bile. Beklersiniz yazayım diye ama yazdırmaz. Yazar zaten görünenle yetinmediği için yazar olur. Ali Rıza Bey sıradan görünen bir insan olarak yanından geçerken, eğer onu hissetmezsek, algılamazsak, silinip gider. Bizler Ali Rıza Bey’in şahsında, onların taşıdıkları bilinci ve kırıklıkları, hüzünleri hissediyoruz. Roman, hayatın içinde kaybolan insanlara derinlikleriyle var olma alanı açar. O yüzden roman daima olmak zorunda kalacak.
Ali Rıza Bey için İstanbul çok önemli bir şehir. Sürekli eski İstanbul’a özlem duyuyor ve güzelliklerinden bahsediyor. Şimdilerde hepimiz deyim yerindeyse birer Ali Rıza Bey olduk. Aşağı yukarı her iki İstanbullu’dan biri eski İstanbul’u özlediğini söylüyor. Bazen acaba konuyu abartıyor muyum diye de kendime soruyorum. Sizce abartıyor muyuz yoksa eski İstanbul daha mı güzeldi?
Ali Rıza Bey bir İstanbullu. İstanbul hoyratça, acımadan değiştirilmiş bir şehir olarak insanları yaraladı. O da bu insafsız değişimin aktif tanığı oldu. Eski İstanbul özlemi, sıradan bir nostalji değil. Şehrin doğayla kavuşumunun, insaniyetinin ve tarihi dokusunun darbe aldığı bu değişimde şehirlilerin yaşadığı “tanıklık suçluluğu” var. Eski İstanbul daha doğaldı bence. Ama şimdiki İstanbul daha gerçek. Eski İstanbul’un tanığı olan yaşlı insanlar, az yaşlı insanlar, orta yaşlılar, sanki üst üste binmiş görüntüler içinde gezinirler. Eğer eski İstanbul’un tanığı olmamışsanız ve sadece fotoğraflardan ve size anlatılanlardan biliyorsanız, o gelmiş geçmiş bir şehir olarak algılanabilir.
Revan, dikkatimi çeken bir diğer karakter. “Canlı insan arıyorum” diye bir not bularak romandaki yerini alıyor. Pek çok roman okumuşumdur ancak bir karakterin romana bu şekilde bir giriş yapmasına nadiren rastladığımı açık yüreklilikle söylemeliyim. Bu cümle modern insanın son derece güzel bir eleştirisi. İnsanlar canlı değil mi Işıl Hanım?
Canlılık kavramını açıklamaya kalktıkça bir şeyler eksik kalır. İnsanlara sen canlı mısın dediğinde ancak anlarlar canlı olmadıklarını. Şöyle söyleyeyim, insanın içinde aktive olmamış bir uygulama gibi bekler canlılık. Modern insanın depresyonu buradan gelir. Zihnine sıkışmıştır; sunulanın esiridir. Revan, yaratıcılığını, kendine has olanı keşfedip akıtabileceği bir alanın yoksunluğuyla cansız olduğunu hissediyor. İçe sürgünlük, kişiyi bir metaya dönüştürür. Ve başkalarının kullanımına hazır hale getirir.
Hayat ve Roman 156 sayfa fakat bir çırpıda okunacak kadar akıcı. Kapağını da beğendim, dikkat çekici ve romanın içeriği ile birebir örtüşüyor. Bir kitapevinde yada TÜYAP’ta bir stantta bu kapağı görsem kesinlikle dikkatimi üstüne toplar, tereddütsüz kitabı alır incelerim. Romanın ilk cümlesi olan “Ali Rıza Bey, Caddebostan’dan Suadiye’ye uzanan sahili… izliyor ve bir yandan da fiskos koltuğunda oturduğunu varsaydığı karısı Feryal’le sohbet ediyordu.” cümlesini okuduğumda da gerisini okuma ihtiyacı duymadan satın alırdım. Romanın bu ilk başlangıç cümlesi bile benim usta bir iş ile karşı karşıya olduğumu anlamama yeter de artar. Başkası ne der bilemem ama bana göre “Hayat ve Roman” alkışlanmayı hak eden usta işi bir çalışma. Işıl Yüce’nin Türk edebiyatına getirdiği bu ustalığı uzaklardan özümseye özümseye, deneye yanıla, düşe kalka getirdiğine hiç kuşkum yok. Neler söyleyeceğinizi merak ediyorum.
Övgüler için çok teşekkür ederim; Bu gerçekten zor bir soru. Burada şimdi vefat etmiş olan yazar arkadaşım Yurdaer Erkoca’yı anmak isterim. Kendisi benim ilk yazılarımı okuduğunda, “şu deftere yazılanları” bana demişti ki “Sen bir yazarsın. Çok kişi “yazan” olabilir ve çok az kişi “yazar” olabilir. Sen entelektüel bir kaygıyla yazmıyorsun, ve yazdıkların beni çok etkiliyor.” Evet romanlarım, öykülerim, şiirlerim, denemelerim var. Başlangıçtan bugüne geldiğimde “basit ve derin” yazmanın en iyi üslup olduğuna karar verdim. Hayat ve Roman, sonunda bu üslubu bulabilme yolunda bir ışık oluşturabilir. Çünkü yazma süreci, yazarın hayatla kurduğu ilişkideki devinime bağlı olarak olgunlaşır.
Farz edin ki TÜYAP’ta bir imza günündesiniz. Genç bir okurunuz söz hakkı aldıktan sonra ayağa kalkıp size “Işıl hanım son dönem romanlarının giderek daha fazla birbirine benzediğini düşünüyorum. Roman yazarları anlamlı romanlar yazıyorlar ama farklılaşamıyorlar.” deseydi bu soruya yanıtınız ne olurdu?
Şöyle söyleyeyim; kelimeler aslında yalnızca kelime değildir; katmanlıdır. Romanlar eğer birbirine benziyorsa, yaşayışlar cansızdır. Nasıl yazılacağı öğrenilmiştir. Çünkü nasıl yaşanacağı öğrenilmiştir. Hayata, bir romanla, bir öyküyle karşılık vermek gibi bir derdi olanlar, gündeliğin mertebesi ve konforundan sıkılıp tahayyülün ve görünmeyenin mertebesine geçmeyi göze alırlar. Yoksa, bir yazar kimliğinin kişiye sağladığı mertebede kalırlar.
“Hayat ve Roman”ı okuduğum için mutluyum. Tadı damağımda kalan bir lezzet oldu. Ciddi bir tecrübe olmadan böyle lezzetli eserler yazmanın mümkün olmadığını düşünüyorum. Genç yazarların sizden alacağı tavsiyeler, öğreneceği önemli tüyolar mutlaka vardır. Gençlere iyi bir roman yazarı olmak yolunda tavsiye ve önerilerinizi sorsam neler söylerdiniz?
Roman yazmak için, roman yazmanın o kişi için bir zorunluluk olması gereksin önce. Hayatın içinde bir şeyler onu sıkıştırsın. Hayatı romanın haddesinden geçirmek istesin. Yapay bir kahraman yaratmaya çalışmasın. Roman karakterine belli bir mesafeden durabilmeyi ve onu dinleyip hissetmeyi öğrensin. Bu karakterler üzerinde baskı kurmasın, onları yönetmesin, sessizce hissetsin.
“Hayat ve Roman”ı yazarken çok emek verdiğinize, çok da meşakkat gördüğünüze en ufak bir kuşkum yok. Fakat eserinizi okuyan ilk kişi olarak duyacağınız yorumların tüm yorulmuşluğunuza değeceğine inanıyorum. Eserinizi okuduğum için mutluyum. Hatta mutluluktan öte size samimiyetle teşekkür etmek istiyorum. Sebebine gelirsek, bir defalık yaşadığımız şu ömrümüzde, Işıl Yüce romanını tatmış olmamdır. Bu tat, benim uzun zamandır aradığım kayıp lezzetti. Gönülden teşekkürüm bunun içindi. Kaleminiz yorulmasın, dinlenmesin, çağıl çağıl çağlasın. Tadı damakta bırakan romanlardan hoşlananlar sizden yeni eserler okumayı beklesinler mi?
Hiç kimse beğenmese bile inanın sizin beğenmiş olmanız, bu sözleri bana içtenlikle sarf etmiş olmanız yeter. Çok teşekkür ederim. Bu romanı yazmaktaki en büyük meşakkat, herhangi bir ofiste çalışmadığım için, ben diyelim Ali Rıza Bey’le içerden sohbet halindeyken, dışarıdaki dostlarımın beni hiçbir işle uğraşmıyor sanmalarıydı. Bu romanı yazdığım süre içinde, romanın geçtiği yerlere gidemedim. Romandaki karakterler beni kendilerine çekerken, kendi içimde onlardan parçalar gördüm. Bir an ben de romanın içine taşınmış olabilirim. Bu romanla eş zamanlı yazmış olduğum bir çocuk romanım var. Yazılmış, yayımlanmayı bekleyen başkaları da var. Onlar da umarım çıkar yakında. Evet bir şey daha var sırada, ama o şey nasıl çıkacak, göreceğiz.
Eseriniz Türk Edebiyatına hayırlı olsun. Söyleşiyi sonlandırırken özellikle söylemek istediklerinizin olup olmadığını merak ediyorum.
İyi okumalar dilerim. Sevgiyle kalın.
Kaleminiz daim olsun, kitabınız hayırlı olsun, okuru bol olsun.
Teşekkür ederim.
edebiyathaber.net (26 Nisan 2024)