Söyleşi: Serkan Parlak
Işın Özdemir ile Mona Kitap etiketiyle okurla buluşan “Kaldırım Taşı” adlı ilk öykü kitabı hakkında konuştuk.
Işın Hanım; atölyeler, projeler, şiirler, denemeler derken sonunda ilk öykü kitabınız yayımlandı. Bu yolculuğu bir de sizden dinleyelim ve sizi biraz tanıyalım.
İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi’nden mezun olduktan sonra aynı üniversitede İşletme Fakültesi masterı, ardından bankacılık sektöründe beş yıl iş deneyiminden sonra, ani bir yol değişikliği ile hem yazmaya hem STK faaliyetlerine başladım. Kaldırım Taşı beşinci kitabım. Aslında öyküye uzak değildim. Şiir, deneme, köşe yazıları derken kendimi öykülerde buldum. Sanırım varış noktasına giden çeşitli yolları denemeyi seviyorum.
Her ne kadar okuma ve yazma deneyimleri, işçilik ve gözlem gücü önemli olsa da öykülerinize başlarken ilham kaynaklarınız nelerdir? Bu soruyla ilişkili olarak şunu da sormak isterim, öykülerinizin taslaklarını nasıl oluşturuyor ve geliştiriyorsunuz?
İlham kaynağım yaşamın içinden olur. Bazen sokakta gözüme ilişen bir kare, tanıklık ettiğim bir olay, yaşadığım bir an, duyduğum bir melodi, günlük hayatta karşılaştığım herhangi bir şey ilham kaynağı olabiliyor. Kimi zaman aklımda dönüp duran cümleler birleşip bir öykü kurgularken, kimi zaman da aklımda hazır olan öykü için cümleler arıyorum. Yazmanın en heyecanlı tarafı da bu zaten. Ya siz öyküyü buluyorsunuz ya da öykü sizi. Öykünün iskeleti aklımda hazırsa, ona uygun renkte ve dokuda kumaşları yani cümleleri üretip iskeleti süsleyip giydiriyorum. Bazen de tam tersi oluyor. Aklımda üretilmiş halde hazır bekleyen duygu ve düşünceler bir şekilde gidip öyküsünü buluyor.
Işın Hanım, öykülerinizde insan olmanın, çocuk olmanın farklı hallerini okuyoruz. Çocuklukta yaşananların hayatın ilerleyen dönemlerindeki yansımaları, mağduriyetler, başarısızlıklar… İzleklerinizi kurgu için yeniden üretip dönüştürürken nasıl bir süreç işliyor?
İçsel yolculuk söz konusu. Yaşanmışlık denizine dalıp sisli hatıralardan birine dokunuyorum. O hatıraya dokunduğumda kimi zaman gülümsüyor, kimi zaman ağlıyorum. Eğer kaybettiğim biri veya peşine düşmediğim için pişmanlık duyduğum bir iz varsa acı çekiyorum. Kişiliğimde temellenmiş iyi bir hatıraya denk gelirsem oyuncağına kavuşmuş bir çocuk gibi mutlu oluyorum. O puslu hatırayı gün ışığına çıkartmak, öyküde ete kemiğe büründürmek çok güçlü bir sevinç kaynağı oluyor.
Sizce romanda, öyküde, şiirde döneme göre bazı konular, izlekler ön plana çıkıyor mu, son dönemde ilişkiler, kadınlık ve erkeklik durumları, aile ve yabancılaşma mesela?
Yazar hangi dönem hangi zaman diliminde yazıyorsa o dönemin değerleri, gerçekleri, özlemleri mutlaka eserinde izler bırakıyor. Örneğin özellikle salgından sonra kişisel gelişim, sağlık ve psikoloji alanlarında yazılan kitaplar ön plana çıktı. Yine son dönemde, toplum hayatının bir yansıması olarak ilişkiler hakkında daha çok kitap yazılır oldu. Yazarın iç dünyası kadar dış dünyası da yazdıkları üzerinde etkili kuşkusuz. Toplumun genel düşünsel ve duygusal durumu aynı zamanda yazarın da içinde olduğu ve soluduğu havayı oluşturuyor.
Kişilerin duygu, davranış ve diyaloglarının mekânla ilişkisinden hareketle atmosferin oluştuğunu ve öyküde atmosferin çok önemli olduğunu düşünüyorum. Ne dersiniz?
Öncelikle tam isabet bir soru derim ve bu soru için teşekkür ederim. Atmosfer hep aklımda, bundan sonra yazacaklarımda daha belirgin olacağını hissediyorum.
Aslında hem dar anlamda mekân, hem de geniş anlamda yaşanan atmosfer öykünün en önemli bileşenlerinden. Örneğin İstanbul’un kaldırım taşını yazdım. Başka ülkeden, başka şehirden bir yazar aynı temayı kendi atmosferi üzerinden yazacaktır. Aslında mekânla ve duygularla ilişkili olarak atmosfer, öykülerimizin yazıldığı dönemi de belirleyen bir unsur. Yıllar önce, öğrenme sürecinin mekânla ilişkisi hakkında bir projede çalışmış ve okul tasarımları için bir rehber hazırlığına girişmiş, ne yazık ki projemiz bazı teknik engellere takılmıştı. Örneğin bir öykümde okulun bahçe kapısı olup o atmosferin öğrencilere ne hissettirdiğini yazmayı isterim. Var olan çevre koşullarıyla, gürültüsüyle, hatta bulunduğumuz alanın rengiyle bile sürekli iletişim halindeyiz. Öykülerimize, öğrenme sürecimize, duygu durumumuza etki eden çok önemli bir konu atmosfer.
Dergiler, dijital mecralar, sosyal medya, filmler… Yazarların, yayıncılığın ve okur kitlesinin geldiği son noktayı da göz önünde bulundurarak sizin hem dünya genelinde hem de Türkiye özelinde öykü türünün bugününü ve gelecekte neler olabileceğini değerlendirmenizi istesem…
Öyküler özgürleşiyor. Daha da özgürleşecek. Bu umut verici. Ancak asıl mesele dil nereye doğru gidecek? İletiler, telgrafta olduğu gibi kısa mesajlarla verilmeye devam mı edecek? Hız çağında olmamız dili az sözcükle çok şey anlatmaya nereye kadar zorlayacak? Endişem o yönde. Bu endişeyle birlikte çok başarılı öykücülerimizin olduğunu da memnuniyetle izliyorum. Melisa Kesmez, Ömür İklim Demir, Birgül Oğuz gibi çok güçlü kalemleri okumak umutlandırıyor.
Öykü türünde başucu yazarlarınız kimler, başucu kitaplarınız hangileri?
Alice Munro’nun Bazı Kadınlar’ı ve Aziz Nesin’in Şimdiki Çocuklar Harika adlı kitapları.
edebiyathaber.net (18 Nisan 2023)