Söyleşi: Mehmet Özçataloğlu
Günışığı Kitaplığı’ndan yayımlanan “Bozuk Pusula” adlı kitabıyla karavancılığa imrendiren İsmet Bertan’la kitabı üzerine ve biraz da genel durum üzerine konuştuk.
Kitapların yazılmasına karar verilme hikâyesi olduğuna inanırım. Durup dururken yazarın kafasının üzerinde bir ampul aydınlanıp da ortaya çıkmıyordur kitaplar. Peki, Bozuk Pusula’nın bu hikâyesi nedir?
Çocuklar için yaşlılık uzak, yaşlılar için çocukluk yakındır. Yaşanırken sıradan görünen anılardan kimileri hatırlandıkça güç kazanır. Hayalperest bir çocuktum. Hikâyeleri sevdim. Hikâye anlatan sanatları sevdim. Sonra, aslında her şeyin bir hikâyesi olduğunu düşündüm. Bir taşın, bir kuşun, bir tohumun, bir böceğin, kim bilir ne hikâyeleri oluyor kendi açısından. Canlı, cansız her varlıkla empati kurularak sohbet edilebilir. Herhangi bir insanla da konuşmadan sohbet edebilirsiniz. İnsanın duruşu, davranışı, bakışı konuşmadır; sözden daha gerçekçidir. Kendime de, kendimden uzaklaşarak bakarım. Bana göre her insan bir kişilik değil, pek çok kişiliktir. Bazen o kişilik, bazen şu kişilik öne çıkar; duruma göre. Kendine ve kendi dışında olana böyle bakınca, pek çok hikâye çıkıyor ortaya, ama haydi yazayım deyince yazılmıyor. Bilgi, birikim, yaşanmışlık gerekiyor. Her tohum her iklimde, coğrafyada çatlamaz. Hikâyeler de öyledir, uygun zemin, uygun iklim bulunca tohum gibi çatlar, filizlenir.
Pusula’nın hikâyesi çocukluğuma uzanır. Tren, uçak, otobüs, insanı başka diyarlara taşıyan her vasıtanın içindekilere imrenerek bakardım; kim bilir nerelere gidiyorlar diye. Sonuçta babasına çıraklık eden, ama mesleğini seçmeyeceği anlaşılan berber oğluydum; beş kardeşim daha vardı. Karavan, keyfe keder bir seyahat aracıdır. Beton tarlalarını teşvik yerine; çadır ve karavanla tatil ve seyahati teşvik edecek alt yapıları oluşturulsaydı, herkes her yere daha uygun koşullarda seyahat edebilir, doğa beton işgaline uğramazdı. Göçebe uygarlıktan gelip de bizim kadar betonlaşmış bir millet yoktur gibi geliyor bana.
Gitme görme merakı, bana bir anlamda gitmeli görmeli bir iş kazandırdı. TRT’de çalıştığım otuz bir yıl oraya buraya gidilen işler yaptım. Emekli olunca da karavanla bunu bir hayat tarzı haline getirmek istedim. Ülkemizde teşvik edici bir alt yapı olmadığı için karavan seyahatinin karşılaşılan sorunlarla keyif bozucu, heves kırıcı bir hale geldiğini; bu işe yeltenenlerin bir süre sonra pes ettiğini gördüm. Eğer, “Bozuk Pusula”nın devamı gelirse, biraz da bu cepheden bakmayla gelir.
Bozuk Pusula’ya uymanın diğer anlamı kendini kasmamak, hayatı akışına bırakmak, yol aldıkça karar verebilmektir. Gerçekten Atina’dan aldığım bozuk bir pusulam vardı. Oğlum karada dikiş tutturamayıp denizde yol almaya karar verince, bir heves hayaline ortak olup emekli işi yaparız diye bir tekneye yatırım yaptım. Oğlum bozuk pusulayı da tekneyi de sahiplendi, ama ikisini de ben emekli olamadan batırdı. “Denizin şakası yok” ve “Çıraklığını yapmadığın işin ustalığına soyunma.” derler, tecrübeyle katılıyorum. Tezgâhta bir hikâye, illaki gün yüzüne çıkacak.
Dediğin gibi kafada bir ampül yanıp da çıkmıyor hikâyeler. “Bozuk Pusula”nın coğrafyası işim gereği gördüğüm yerler, hikâyeleri duyduğum hikâyeler, kahramanları da karşılaştığım insanlardır. Dedeyle toruna gelince, onlar da çocukluğum ve yaşlılığımdır. İkisi iyi anlaşır.
Antalya, Bodrum ve diğer sahil kentleri… Kitaplarda çokça konu ediliyor. Siz aksi istikamete kırmışsınız direksiyonu. Neredeyse karış karış anlatmışsınız Anadolu’nun bozkırını. Sizin rotanızı bu tarafa döndüren ne oldu?
Ne yazık ki insan aklı genel olarak sürü psikolojisine yenik düşer. Emperyalist kültür bu sürü psikolojisini pazarlamayla iyi kullanır. Toplumlar, çıktığı kabuğu beğenmeyen civcive döner. İnsanımıza, coğrafyamıza, kültürümüze, sanatımıza, sanatçımıza dair her şeyi küçümsemeye başlamışsak, sürüye kapılmışız demektir. Anadolu’nun binlerce yıllık kültür mirasıyla ve o mirasa sahip çıkanlarla Anadolu olduğuna inanırım. Yok edilenleri başkaları yok etmedi; bize ait her şeyi küçümseterek kendi elimizle yok ettirdiler. Hiç olmazsa geriye kalanları sevdirmek, yok etmek yerine merak edilmesini sağlamak istedim.
Katip ve Tunç… Dede ve torun… Bir kuşak çatışması beklerken iki sıkı dost hikâyesiyle karşılaştım. Gerçekte var mı böyle bir dostluğa tanıklığınız?
Çocukluğumda Yavru ile Kâtip filmlerini kaçırmazdım. Param olmayınca salon süpürerek, gazoz satarak sinemaya gitmenin bir yolunu bulmuşumdur. Yakından tanıdığım yok, ama görüyorum, imreniyorum bazen. Hikâyede torun benim çocukluğum, dede de yaşlılığım olunca anlaşmanın bir yolunu buluyorlar. Kuşak çatışması sağlıklı bir çatışmaysa gelişmeye, daha iyisine vesile olur, ama hastalıklıysa ayrışmaya ve bozulmaya neden olur. Bizdeki çatışma sağlıklı değil sanki.
Anadolu medeniyetlerini katman katman anlatmışsınız. Âşık Veysel’i flamenkoyla buluşturmuşsunuz. Bugünü dünle kıyaslarsak var olan kültürümüzü koruyup zenginleştirmek yerine eldekini de yitirdiğimizi, yozlaştığımızı düşünüyorum. Hem de Anadolu gibi zengin bir coğrafyada. Bu konuda neler söylemek istersiniz?
Her türlü müziği severim, dinlerim, biriktiririm. Oyuncu, ressam, heykeltıraş olmak istediğim gibi müzisyen de olmak isterdim. Sanata ve sanata dair her şeyi coğrafya ve millet ayırmadan severim, imrenirim. Dünyaya da, ülkemize de binbir çiçekli bahçe gözüyle bakabilirsek ve ilgilenebilirsek, kendimiz de o binbir çiçekten biri oluruz. Bu, aynı renkle, aynı boyla sıradanlaşmayı önler. Renklerimizi bütünüyle kaybetmedik; yalnızca küçümsüyor ve görmezden geliyoruz. Çünkü böyle bir toplum olmamız istendiğinin pek farkında değiliz.
Karavanla yaşam sade bir yaşama, sakin bir yaşama eşdeğerdir benim için. Fakat bir türlü de elimdeki konfordan vazgeçip o yaşamı tadamadım. Salgın süreciyle birlikte gözde bir hale gelmişti karavanlar. İsmet Bertan için ne ifade ediyor karavan ve karavanda yaşam?
Karavan ve karavanda yaşam, idealim olmaya devam ediyor. Ancak ülkemiz, asgari ve uygun fiyat konforu sağlayan karavan alt yapısına sahip olmadığı ve böyle bir niyet de olmadığı için heves edilen karavan hayatını çileye dönüştürmeye devam ediyor. Karavancıların, farklı karavan alanlarında karşılaştığı, birbirlerine yolculuk hikâyelerini aktardığı bir ülke hayal ediyorum. Ama şimdilik başka bir yol buldum; karavan yerine bir artı bir ev satın alarak farklı yerlere taşınan, arabanın arkasına attığı çadırla yolculuklarını birkaç güne bölen bir emekli oldum. Yani hiçbir yerin değil her yerin yurttaşıyım.
Anadolu’nun ücra köşeleri için tırtıl bir kere daha yola çıkar mı?
Talep olursa, Tırtıl’ın uğrayacağı daha çok yer, tanıyacağı daha çok insan, kuracağı daha çok hayal var. Kitap ve sanat, listesinin en sonunda ve kolay vazgeçilen gereklilik olunca biraz zor görünüyor, ama belki bir gaz verirler, yola devam eder.
edebiyathaber.net (20 Haziran 2022)