Not: Bu yazı 16 Temmuz 2016 tarihinde yayımlanmıştır.
Akşam, Kırkkonaklar’da oturan annemlerdeydim. Oran Şehri’ndeki TRT binasının karşısındaki evime dönüp üzerinde çalıştığım yazıyı tamamlamak istiyordum. Ankara’yı bilenler iki semt arasında fazla mesafe olmadığını da bilir.
Birdenbire, jetlerin uğuldayan, camları zangırdatan sesleri gelmeye başladı. Sosyal medyadan çatışmaların yaşandığını öğrendim. Bir süredir freni boşalmış kamyon misali yokuş aşağı hızla giden ülke bir kez daha karışıyordu.
TRT’de, TSK’nın yönetime el koyduğu söylendi. Çatışmalar sürüyordu. Doğrusunu söylemek gerekirse o an aklıma şu geldi: “Sokağa çıkma yasağı ilan edilebilir, bir süre evime dönemeyebilirim.” Hem evime gitmek, hem sokağa çıkıp neler olup bittiğini görmek istiyordum; nihayetinde ortada tarihi bir an vardı ve şunu biliyordum ki bazı tarihi anlara tanık olmak; bir yazara, insanların farklı yüzlerini tanımada bulunmaz fırsatlar sunabilir.
Bir süre sonra bu kararımın tehlikeli de olabileceğini görecektim. Dışarı çıktım. Yollar tenhaydı. Arabanın benzini azalmıştı. TRT binasının karşısındaki benzinliğe yanaştım. Hiçbir zaman benzincide bu kadar sıra görmemiştim; hem de gecenin bir yarısında! Jetler -gösteri uçuşuna çıkmışcasına sesleriyle korku salarak- uçuyordu. TRT binasının etrafında bir helikopter dönüyordu. Kapıda, Polis Özel Harekat ve içeride asker vardı. Muhtemel çatışmanın gerilimi, binadan taşıp Oran Şehri’ne doğru yayılıyordu.
Eve geldim. Balkona çıktım. Helikopterlerin sayısı artmıştı. Jetler alçaktan uçmaya başladılar. O sıra, TRT binasının arkalarında bir yere -muhtemelen Gölbaşı’ndaki Özel Kuvvetler Komutanlığı’na- bir bomba atıldı. Patlama yakınımda olmuşcasına irkildim. İçeri girdim. Gayri ihtiyari olarak evin en güvenli gördüğüm yeri olan kapı eşiğine sığındım. Bir patlama daha. Korkmaya başlamıştım. Savaşın ve vahşetin ne olduğunu derinlerde hissettiğim bir andı. Başka coğrafyalarda yaşayan insanları daha iyi anlayabiliyordum.
Üçüncü ve son patlamadan önce bisküvi paketi, su ve cep telefonunu çantama koydum. Hırkamı giydim. Kendimi her ihtimale hazırlamalıydım. Derken, o en şiddetli ses geldi; sanki patlama binanın önünde olmuştu. Dışarıdan silah sesleri geliyordu.
Evin dış kapısını açmaya hazırlanırken gözüm önce kitaplığa, ardından çalışma masasındaki bilgisayara takıldı. Hiç zamanı değildi ama aklıma, iki gün içinde bitirmem gereken yazı geldi o an. Bir yazar olarak neler yapmak istiyordum fakat neler yaşıyordum; bu, belki de bizim coğrafyamızda yaşayan her yazarın -alışması gereken- kaderiydi ne yazık ki!
Sabah bu yazıyı kaleme alırken dışarı bakıyorum; Ankara bomboş, sanki herkes tatil yerlerinde. Dışarıda insanı rahatsız eden bir sessizlik var ve endişe ediyorum; dün yaşadıklarımızın, asıl yaşayacaklarımızın başlangıcı olmasından çok endişe ediyorum.
Emrah Polat – edebiyathaber.net (16 Temmuz 2016)