“Devam eden sadece çürümeydi. Burada insan neye tutunabilirdi? Aşka mı? Gülünçtü. Tutunmak istediğin her şey acı bir kahkahaya dönüşüyordu.”
Bu satırlar Demir Özlü’nün en yeni novellası “İşte Senin Hayatın”dan. İstanbul, İzmir, Paris ve Stockholm günlerinden silinmemiş imgeler, tanıklıklar, anılar. Bir yanda şiddet ve baskı toplumundaki politik sorunların tortusu, öte yanda özünde sadece bir nostalji olan yalnız bir yaşamın hiçliğe giden izleri. Hepsi, somut bir kent dokusu üstünde, duyumsamaların rengârenk ipliğiyle işleniyor.
1950 yılı ülkemiz için her yönüyle bir kırılma dönemidir. Yaşamın her alanında değişim meydana gelmiştir. Edebiyatımız da bu etkinin dışında kalamamıştır. Öykücülerimiz edebiyatımıza çok sesliliği getirmişlerdir. Birey olmayı tartışmışlardır.
Demir Özlü de 1950 kuşağının önemli isimlerindendir. Behçet Necatigil onun için, “Hikâyelerinin yapısını varoluşçu ve gerçeküstücü ögelerle oluşturdu, entelektüel ve esrarlı havasıyla yalın gerçekçilerin karşıtı bir yazar oldu” der.
Erdal Öz, Adnan Özyalçıner, Onat Kutlar, Ferit Edgü, Tomris Uyar, Orhan Duru, Leyla Erbil bir anda aklıma gelen isimler. Edebiyatımızda 1950 kuşağı olup da dikenli bir yaşamı olmayan yok sanırım. Bir isim dışında. Kendisinin de 50 kuşağından olduğunu iddia eden Monşer Doğan Hızlan saydığım ve sayacağım diğer isimlerden farklı olarak seçkinci bir yaşam süregelmiştir. Siyasetin dışında kalmış, sürgünlerde yaşamamıştır. Yine Doğan Hızlan’ın deyişiyle “1950 kuşağı tavır alan bir kuşaktı. Benmerkezci değildi”. Sadece bu deyişi bile Doğan Hızlan’ın 1950 kuşağı içinde yer almaması gerektiğinin göstergesidir!
Onlar iyi edebiyat yapmak için yola çıkmışlardı. Kendilerinden öncekileri reddetmeseler de onlardan herhangi bir mirası da almamışlardır, kabul etmemişlerdir. Yazdıkları farklıydı, edebiyat anlayışları da. Ve bir farklılıkları daha vardı ki hiçbir akımda görülmeyen bir özellikti. Birbirlerini hep desteklediler, birbirlerinin başarıları ile mutlu oldular.
Adnan Özyalçıner, “Yaşanan gerçekleri, öykü gerçeği içinde kurgulamakla işe başladık. Bu alanda gerçeği, gerçeklikleri daha gerçek kılma yolunda gerçeküstücü ögelerden de yararlanıldı. Gerçeküstücü anlatımdan, varoluşçu düşünceden yararlanma; insanı ve olayları daha canlı, daha derinlikli kılıyordu. Öykülere, metaforlara dayanan dışavurumcu, izlenimci bir anlatım egemendi. Betimlemelerle, benzetmelerle bezeli bir yol izlenmiştir. Dilde yalınlık, Türkçecilik esas alınmakla birlikte, asıl sözdiziminde değişikliklere dayalı bir anlatım biçimi yeğlendi” diyor 50 kuşağını anlatırken. Bu anlatılanların içerisinde Doğan Hızlan’ın yerini arayadursun okurları biz tekrar kitaba dönelim.
“Önünde yaşam vardı. Sen de ona atılıyordun. Ortasında olmayı istemediğin kalabalıkla, yığınla ilişkiden kaçtığın halde gene de yaşamın içindeydin.” Bu satırlardan ve kitabın adından anlaşılacağı üzere ikinci tekil şahsa yönelik anlatılıyor yazarın yaşam öyküsü.
“Böyleydi bu ülkede yaşam. Rastlantılara bağlıydı. Ya geçici bir barış döneminde yaşayacaktınız ya da bir savaş dalgası içine düşerek ölecektiniz.” Yaşam öyküsünün en kısa özetidir belki de bu satırlar.
İyi edebiyatı özleyenler için 1950 kuşağının önemli isimlerinden Demir Özlü’nün novellası “İşte Senin Hayatın.” Bu kuşağın son temsilcileri henüz hayattayken okunmaya değer eserleri de ıskalanmamalı. Yarın ne olacak kim bilebilir ki?
Mehmet Özçataloğlu – edebiyathaber.net (5 Şubat 2015)