Zaman her şeyin aleyhine işlediği gibi insan ilişkilerini de aşındırıp eskitebilir. Sıkı bağlara sahip görünen dostluklar, aşklar bir cümleyle, bir olayla aniden bitebilir. Dostlukları, aşkları zamana direnir kılmak da hiç şüphesiz maharet isteyen bir durum. Bu durum, söz konusu iş arkadaşlığı olunca -hele ki sinema ve müzik alanında- daha çetrefilli oluyor kuşkusuz. Eğlence dünyasının tarihi birbirine düşman eski dostların hikâyeleriyle doludur bu yüzden. Tarihin akışı hiçbir zaman tek taraflı olmadığından bu anlatıları bozan başka hikâyeler de her daim mevcuttur. Böylesine zamana direnmeyi başaran sıkı dostların başında Martin Scorsese ve Robert De Niro gelmektedir. Dostlukları 1970’li yılların başında New York’ta mütevazı sayılabilecek bir partide başlayan Martin Scorsese ve Robert De Niro, 50 yılı aşkın bir süredir birlikte hem dünya sinema tarihinin başyapıtı sayılabilecek filmler ürettiler hem de birbirlerinin sıkı dostları olmayı sürdürebildiler.
Martin Scorsese ve Robert De Niro’nun birlikte yaptıkları ilk film Mean Streets’tir. Kariyerlerin henüz çok başında, kendilerini ispat edebilmek için düşük bütçeli, dar, isimsiz kadroyla iyi bir iş yapıp sinema dünyasına kendilerini ispat etmek gibi bir zorlukla karşı karşıyadırlar. Lakin Scorsese ve De Niro’nun tüm kariyerlerine sirayet edecek olan uyum ve anlaşma, filmi bir anda parıltılı bir şeye dönüştürür. Scorsese hikâyesini nasıl ve ne şekilde anlatmak istediğinin farkındadır, De Niro da heyecanla, hızla konuşan sinema tutkunu dostunun dünyasına aşinadır. Uyum baştan sağlanmıştır zaten. Gerisi de gelecektir. Mean Streets, New York’un arka sokaklarında, İtalyan mahallesindeki dostlukları, göçmen olmayı, şiddeti anlatan dikkate değer bir ilk filmdir. Daha da önemlisi Robert De Niro ve Scorsese’nin sinema dünyasındaki birlikteliklerinin ve takıntılı olacakları konuların da girizgâh cümlesidir. Onların bu filmle birlikte derinleşmeye başlayan dostlukları Casablanca’nın bitişinde söylenen “Bu güzel bir dostluğun başlangıcı olacak.” cümlesini andırmaktadır. Mean Streets’ten dört yıl sonra ise ikili Taxi Driver için bir araya gelirler. Taxi Driver, Vietnam sonrası evlerine dönen askerlerin yaşadığı travma sonrası stres bozukluğunu, yalnızlığı ve dönemin ABD Başkanı Richard Nixon’ın da adının karıştığı büyük yolsuzluk skandalı Watergate’in yaşandığı, ülkenin sosyal, psikolojik, ahlak ve ekonomik olarak dibe vurduğu 1970’lerin karanlık portresini anlatan bir yapımdır. De Niro’nin Vietnam gazisi, yalnız bir taksi şoförünü canlandırdığı film yine şiddet, yalıtılmışlık ve yalnızlığın ne kadar yıkıcı olabileceğine dair çarpıcı bir filmdir. Film büyük başarı kazanır. İkili de sinema dünyasında prestijli bir yere demir atar. Taxi Driver’dan sonra birlikte 1970’li yıllardan 1990’lara varana dek Raging Bull, Goodfellas, New York New York, King of Comedy, Casino ve Cape Fear gibi yapımlara imza atarlar. İkili uzun bir aradan sonra da Irishman için bir araya gelir. Irishman, De Niro ve Scorsese’nin 40 yılı aşkın dostlukla bezenmiş iyi ortaklıklarının şık bir özeti ve vedası gibi durur. Al Pacino, Joe Pesci ve Harvey Keital gibi isimlerin de yer aldığı yapımda yine göçmenlik, kirli ilişkiler, kan, şiddet ve iktidar için dostlarını satanlar karşımıza çıkar. Aynı kültürden, aynı inançtan ve benzer sinema zevklerine sahip De Niro ve Scorsese, Taxi Driver’dan sonra benzer temaların, benzer hikâyelerin peşine düşerler. Amerikan rüyasının ardında yatan kâbusları, yalnızlığı, göçmen olmayı, paraya, iktidara satılan dostlukları, kirli ilişkileri sorgularlar.
Katı dini değerlere sahip bir aileden gelen Martin Scorsese, doğup büyüdüğü mahallerde gördüğü insan hikâyelerini, acımasız şiddeti perdeye taşımak isteyip bunu da tarifsiz sinema sevgisiyle harmanlanmayı arzular. Robert De Niro gibi benzer bir dünyada büyüyen, o kültürü iyi tanıyan bir oyuncu da onun bu tahayyülüne en iyi uyan oyuncu olur. Zaten ikili de aralarındaki uyumu tarif ederken birbirlerini iyi anladıklarını, her daim sınırları zorlayıp yeni ve farklı işler yapmaya çalıştıklarını ifade ediyorlar. Sinema dünyasının en şık ve en afili İtalyanlarının başında gelen ikili, ayrı bedenlerde benzer dünyaları görebilen nadir personalar sanırım. Onların dostluklarının da gücü buradan geliyor olmalı; Barış Bıçakçı’dan mülhem “Dostluk eşitler arasında yaşanır.” zaten. Dolayısıyla Scorsese ve De Niro’nun şov dünyasının içerisinde kanlı bıçaklı olmadan uzun yıllar boyunca dostluklarını ve iş arkadaşlıklarını sürdürebilmelerinin ana kaynağı bu olsa gerek.
İtalyan Mahallesinin En Şık Abileri
Sosyal medya sayesinde birbirini fiziken hiç görmeyenlerin de arkadaş sayıldığı bu çağda hakiki dostluklar ayrı çaba istiyor. Temeli sağlam dostluklar kurabilmek her şeyden önce zaman isteyen bir süreç. Derviş Aydın Akkoç’un ifadesiyle derinleştirirsek: “Dostluk birdenbire zuhur etmez; kavram bulması zaman alır, kıvam buldukça güzelleşir.” Bir karşılık beklemeden, hesapsız bir ilişki biçimidir sıkı dostluklar. Anlaşmak, ortak bir dünya görüşüne sahip olmak, sessizliklerden sıkılmamak hatta bazı anlarda bunu talep etmek derin dostlukların çimentosu gibidir. Çıkar beklemeden, karşındakinden şüphe etmeden, sırrını paylaşabilme hâlidir. Dost en çok da sıkıntıya düştüğünde yerden kalkmak için el uzatılan kişidir. Martin Scorsese ve Robert De Niro’nun dostlukları da bu tarife uyan cinsten. 1977 yapımı New York New York filmine gelen ağır eleştiriler sonrasında ağır bir depresyona giren Martin Scorsese bir süre hayati tehlikesi sebebiyle hastaneye kaldırılır. Onun hastaneye kaldırıldığını duyan Robert De Niro, Scorsese’yi ziyaret eder. De Niro, Scorsese’ye pes ettiği için çok kızar ve ona yapılacak daha çok işlerinin olduğunu söyler. Ve elindeki Raging Bull senaryosunu anlatır. De Niro’ya göre bu işi ancak Scorsese mükemmel bir hâle getirebilir. De Niro’nun karanlığın içinden uzattığı dostluk elini tutan Scorsese, ayaklanır ve film için kolları sıvarlar. Sonrası malumdur sinema tarihinin en özel yapımlarından biri olur Raging Bull. İkili arasında yaşanan bu hikâye çıkarsız, dolaysız dostluğun iyi bir örneğidir. Herkesin herkesi hançerleyebileceği Hollywood dünyasında, Robert De Niro dostunun yanında durup onu ayağa kaldırıp yola devam etmesini sağlamıştır.
Onlar belki dostluk tarihinde epik bir hikâyeyi paylaşmıyor olabilir. Scorsese’nin hastane macerası dışında inişli, çıkışlı bir öykü yaşamamışlar. Ama zamana karşı dostlukları da bayatlamamış her daim genç kalmış. Gençliklerinin başında birbirini iyi anlayıp, arkadaşlıklarını işe dönüştürüp bu alanlardaki sınırları iyi çizebilmişler. Zaman içerisinde sıkı bir denge kurup dostluklarını yeni tutabilmişler. Aynı işi yaparken, dostluklarını küçültüp ucuzlatmamışlar. İnandıkları, iyi bir şekilde anlaşabilecekleri hikâyelerin peşinde koşmuşlar. Zaman bu yüzden onların aleyhine değil lehine işlemiş yıllar içerisinde. 1970’li yılların başında iki genç arkadaşın bugün kırlaşmış saçları, yakın gözlükleriyle yüzlerine sinen yaşam izlerinde hiç kuşkusuz birbirleriyle paylaştıkları nice anı söz konusu. Yıllar her saniye içerisinde toza bulansa da onlar dünyaya aynı heyecanla aynı “yaşama övgü” hâliyle bakmaya devam ediyorlar.
Martin Scorsese ve Robert De Niro İtalyan mahallesinin en şık abileri, farkı manzaralardan aynı dünyayı görebilen, zamana karşı direnebilen, asla eskimeyen, sinema tarihindeki en görkemli dostluk hikayesinin başrol oyuncuları.
edebiyathaber.net (17 Ağustos 2021)