Aşağıda okuyacağınız yazıyı yazdığım sırada İthaki Yayınlarının Dünya Klasikleri dizisi kapsamında yayımladıkları Kendine Ait Bir Oda isimli kitaptaki Woolf biyografisi etrafında dönen tartışmalar başlamamıştı.
Cinsiyetçi söylemlerin hiç olmadığı kadar pervasızca dile getirildiği ve bu söylemlerden rahatsız olan kesimlerle adeta dalga geçer gibi yayınların yapıldığı, mahkeme kararlarının verildiği bir dönemde, üstelik Aytaç Ars ile ilgili tartışmaların dumanı tüterken, böyle bir biyografiyi hangi akılla kitabın künyesine iliştirdiklerini bilemiyorum. Kitabın yayımlanmasının ardından yapılan açıklamaları da yeterli bulmadığımı burada belirtmeliyim.
Yayınevini olanca acımasızlığımızla eleştirme hakkımızı saklı tutmakla birlikte bu eleştirilerin fiziksel saldırı boyutlarına ulaşması da kabul edilemez.
Gezi eylemleri devam ederken, bir iki gün içinde cinsiyetçi küfürlerin eylemcilerin kendileri tarafından nasıl eleştirildiğini ve eylem pratiğinden hızla dışlandığını hep beraber gözlemledik. Bu duyarlılık aradan geçen yıllara rağmen eksilmedi aksine arttı. Burada eylemcilerden bahsetmemin nedeni, ülkemizin okur-yazar-aydınlık kesiminin her türlü cinsiyetçi söylem karşısında hızla ve net bir şekilde tavır alabiliyor olduklarını vurgulamaktı.
Dilerim, İthaki Yayınevinin yaptığı bu hata, toplumun tüm kesimlerinin söylemleriyle ilgili tekrar tekrar düşünmelerine vesile olur.
I
Polisiyeyi ve bilimkurguyu, uzun yıllar boyunca yayıncılarımızın ve okurların çoğunluğunun nezdinde hak ettiği değeri bulamayan iki tür olarak değerlendirebiliriz. Polisiye, yerli yazarlarımızın da türe eğilmeleri sayesinde kısmen daha geniş bir okur kitlesine ulaşabilme şansı bulmuşken, bilim kurgu türündeki kitaplar biraz daha dar bir çerçevede okurlarla buluşma şansına sahip oldular.
Bu kapsamda, Çağlayan Yayınevinin, Okat Yayınevinin, Baskan Yayınlarının 1950’ler ile 80’li yıllar arasında yayımladıkları bilimkurgu türündeki kitaplar, dönemin okurlarını türle buluşturma amacı gütseler de özensiz veya kısaltılmış çeviriler, kitapların orijinal isimlerini değiştirerek çevirmeleri gibi nedenlerle potansiyel okurların ilgisini çekemediler.
İlerleyen yıllarda, Altın Kitaplar ve İnkılap Yayınevi, Asimov’un birçok kitabını yayımladı ama kitapları basarken tercih ettikleri tuhaf isimler ve kitapların künyelerinde okuma sırasına dair yeterince bilgi vermemeleri gibi nedenlerle türe meraklı okurlara ulaşamadılar.
II
1990’lı yıllara geldiğimizdeyse, Metis Yayıncılık, Bülent Somay’ın editörlüğünde “Metis Bilimkurgu” adını verdikleri bir diziye başladılar. Özenli çeviriler ve kapak tasarımları ile türe ait, önemli çoğu kitabı dilimize kazandırdılar. 1995-2002 yılları arasında toplamda 33 kitaba ulaşan bilimkurgu serisi, kitapların yeterince satmaması ve yayınevinin zarara uğraması gibi gerekçelerle sonlandırıldı.
Aradan geçen zaman içinde Metis Yayınlarının bu serisi bir yandan önemli bir referans noktası haline geldi diğer yandan da baskısı tükenmiş kitaplar, meraklıları tarafından edinilmeye çalışılan arzu nesneleri haline dönüştü.
Örnek vermek gerekirse, Metis Yayıncılık tarafından, bilimkurgu dizisi sonlandıktan sonra da yayımlanmaya devam eden Ursula K. Le Guin’in, Mülksüzler’i sürekli yeni baskı yaparken aynı kitabın bilimkurgu serisinden çıkan baskısı yenisinin iki katı fiyatına satışa sunuluyor.
III
İthaki Yayınları, kurulduğu günden itibaren düzenli olarak bilimkurgu türünde kitaplar yayımlayan bir yayınevi oldu. Bu çerçevede önemli birçok kitabı okurlarla buluşturdu. Yayıncılık çizgisini, özenli kapak tasarımlarıyla, çevirileriyle ve dikkatli editörleriyle belli bir seviyenin üstünde tutmayı başardı.
Eylül 2015 itibariyle de “Bilimkurgu Klasikleri Dizisi” adını verdikleri bir seriye başladılar. Serinin ilk kitabı Frank Herbert’ın Dune’u olmuştu.
Kitabın girişindeki Editörün Sunuşu’nda şu ibareler yer alıyordu:
“Öncelikle dizide klasik eserler olmasına karar verdik. Bu karar, “bilimkurguda kanonik eser” sorunuyla yüzleşmemize sebep oldu… Zaman yolculuğunun, uzay seyahatlerinin, teknolojinin, biyolojik değişikliklerin, yapay zekâların ve hayal gücünün eksik olmadığı iyi edebiyat eserlerini bir araya getirmek amacıyla çıktık yola.” (Dune s. 7 – 8 )
İthaki Yayınları, iyi edebiyat eserlerini bir araya getirmek amacıyla çıktıkları bu yolda şimdilik sekiz kitaba ulaştılar.
IV
Bilimkurgu Klasikleri Dizisi’nin ikinci kitabı, Arkadi & Boris Strugatski kardeşlerin yazdığı, “Kıyamete Bir Milyar Yıl” oldu.
Kıyamete Bir Milyar Yıl, SSCB’de sansürün hışmına uğrayan kitaplardan. Strugatski kardeşler, yazdıkları dönemde, kitaplarında sansür kurulunun istediği değişikleri yapmayı reddederler ve kitaplarının basımı gerçekleşmez. Buna rağmen, yazarlar, kitabın ruhunu zedelemediğine ikna oldukları kimi değişiklikleri yapmaya razı olurlar ve Kıyamete Bir Milyar Yıl, “Znaniensila” isimli dergide yayımlanır.
Sansür kurulunun istekleri ve yazarların bu konudaki düşünceleri kitabın sonuna ayrı bir bölüm olarak eklendiği için burada daha fazla detay vermeye gerek görmüyorum. Ancak İthaki Yayınlarının bizlere sunduğu kitabın, özgün dilinden yapılan eksiksiz bir çeviri olduğunu vurgulamakta yarar görüyorum.
V
Kıyamete Bir Milyar Yıl, alışıldık bir bilimkurgu kitabı değil. Olaylar uzak bir gelecekte geçmiyor, uzay araçları ya da gelişmiş makineler, robotlar da yok bu kitapta.
Kitap, Dimitri Malyanov’un çok önemli olduğuna inandığı fakat ne olduğu bizlerle paylaşılmayan çalışmasına odaklanamaması üzerine kurulu.
Malyanov, daha rahat çalışabilmek için ailesini şehir dışına gönderir ve yalnızlıktan faydalanarak projesine yoğunlaşmayı hedefler. Ancak bir türlü rahat edemez. Devamlı kapısı çalınır, tuhaf hediyeler alır, zamanını gizemli ziyaretçilerle harcamak zorunda kalır vs. Malyanov, çalışmasına devam etmeye çalışırken, kendisi gibi önemli çalışmalar yürüten bilim insanı arkadaşlarının da benzer şeyler yaşadığını öğrenir ve bu arkadaşlarıyla bir araya gelerek olan bitene bir anlam bulmaya çalışırlar.
Kıyamete Bir Milyar Yıl klasik bilimkurgu kalıplarına oturmadığı gibi klasik anlatı biçimlerine de sahip değil.
İki kişinin elinden çıkan kitapta olaylar zaman zaman kahraman bakış açısından (ben) zaman zaman da Tanrı bakış açısından (o) aktarılıyor. Bu ikili anlatımın bir arada kullanımı okurun dikkatini dağıtabiliyor.
Diğer taraftan da olan bitenin toparlanması ve okurun zihninde kahramanların bir bütünlüğe oturması için kitabın ilk yarısının geride bırakılması gerekiyor. Bu durumun kimi okurlar için zorlayıcı olabileceğini düşünüyorum.
Yayınevi yukarıda saymaya çalıştığım dikkat dağıtıcı noktaları fark etmiş olmalı ki okurların en azından, isimlerle ilgili ikileme düşmemeleri için romanın başına, “Kitapta geçen Rusça isimler üzerine” isimli bir açıklama bölümü eklemeyi tercih etmişler. Bu bölümü hem Kıyamete Bir Milyar Yıl için hem de diğer Rus romanlarındaki isim kullanımları için oldukça faydalı bulduğumu söylemeliyim.
VI
Anlaşılan o ki İthaki Yayınları, Bilimkurgu Klasikleri dizisini oldukça ciddiye alıyor ve okurlardan ilgi gördüğü müddetçe de diziye yeni kitaplar ekleyecekler.
Bu kapsamda, daha önce İthaki Yayınları sayesinde, Türkçede orijinal dilinden ilk kez okuma fırsatı bulduğumuz Zamyatin’in Biz’ini de seriye dâhil edebilirler. Dune’un başındaki sunuşta Ray Bradbury’nin kitaplarını zaten ayrı bir seri halinde bastıkları için klasikler içinde yer vermeyeceklerini açıklamışlardı ama en azından Fahrenheit 451’i ayrı bir tasarımla bu diziye ekleyebilirler. Bunların dışında, telif sorunlarını çözebilirlerse, Sturgeon, Lem, Heinlein, Vonnegut gibi yazarların en azından birer kitaplarını da bu dizide görmeyi isterim.
Onur Uludoğan – edebiyathaber.net (14 Mart 2016)