Yaşamınızdaki tercihler gerçekten size mi ait? Duygu ve düşüncelerinizi gerçekten size ait deneyimler mi şekillendiriyor? Karşınıza çıkan, size sunulan bilgiyi ne kadar doğru algılayabiliyorsunuz? Sevinciniz ya da öfkenizin, sevginizin ya da nefretinizin kaynağı hangi gerçeklere dayanıyor? Bu sorulara vereceğiniz yanıtlardan ne kadar eminsiniz?
Peki ya dünyanın ve içinde yaşadığınız ülkenin geldiği noktadan siz ne kadar sorumlusunuz?
Yaşadığımız dünyaya kapitalizm ve sömürü düzeninin hakim olduğunun, dünya kaynaklarının tümünün en zengin 10-15 kişinin servetine servet katmak için kullanıldığının, en medeni görünen ülkelerin savaş sektörünün önde gelen uluslararası firmalarla olan ilişkilerinin, özetle ne menem bir sistemin içinde yaşadığımızın ne zamandır çoğumuz farkında. Dünyaya dair bu temel gerçekleri bilmemize rağmen, sistemin duygu ve düşüncelerimizi, algılarımızı, tepki ve direniş biçimlerimizi, yaşam tercihlerimizi biçimlendirmesine karşı koyamıyoruz. Bir bakmışız; sistemin sunduğu gerçeklere inanmış, sistemin yönlendirdiği ürünlere sahip olmuş, sistemin istediği biçimde ilişkilerimizi yapılandırmış, sistemin dayattığı gündemi konuşur hale gelmişiz.
Dünyanın bugün geldiği noktadan, attığımız adımlarla, tercihlerimizle, tepkilerimizle her birimiz sorumluyuz. Her ne iş yapıyorsak o işi nasıl yaptığımız, ne kadar iyi ya da ne kadar kötü yaptığımız da bu sorumluluğun içinde.
Fotoğrafçı, yazar, senarist, film yönetmeni başta olmak üzere birçok sıfata sahip Murat Yaykın, Militan Fotoğraf ve Fotoğrafçı isimli kitabında bu sorumluluğu fotoğrafçılar açısından irdelerken, aslında daha güzel bir dünyada yaşama derdi olan herkesi ilgilendiren düşünce ve tespitlerini dile getiriyor.
Militan Fotoğraf ve Fotoğrafçı, Yaykın’ın konuya dair üçüncü kitabı. Bu konudaki ilk kitap Fotoğraf İdeolojisi “Algıda Gerçeğin Bozulumu”; görüntü ve fotoğrafın dili, soyutlama, nesnellik ve öznellik, algı ve bellek, toplumsal bellek, gerçek ve kurgu, estetik, etik ve belgesel fotoğraf gibi birçok kavramın içinin iktidar tarafından nasıl boşaltıldığını, bu kavramların nasıl tanımlanması gerektiğini anlatırken, birçok postmodern sanatçıya da eleştiri getiriyordu.
Serinin ikinci kitabı Sanat, Teknoloji, Bilim ve Fotoğraf, bu tezi güçlendiren tespitlerini sıralarken, özellikle fotoğrafçıları ve fotoğrafla ilgilenenleri, küresel dünyanın toplumlara dayattığı siber gerçeklikler, kapitalizmin başarısının sefasını sürdüğü yeni dünya düzeninde bu düzene hizmet etmekle toplumsal çıkarlar için muhalif kimliğini korumaya çalışmak arasındaki seçimler konusunda uyarıyordu. Bu kitapların en çok tartışılan tezi şuydu: “Belgesel fotoğraf sanat değildir, fotoğrafçısını da sanatçı yapmaz.”
Militan Fotoğraf ve Fotoğrafçı’da ise Yaykın’ın, fotoğrafçılara ve görüntü üreten/paylaşan herkese, iki kitabında yer verdiği tespitlerden yararlanarak, ne yapmalı sorusuna yanıt veren yazıları yer alıyor.
Yaykın kitabında, fotoğrafın görünenden çok görünmeyeni gösterebilecek güçte olması gerektiği üzerinde duruyor. Fotoğrafçı da görünmeyeni göstermekten sorumludur. Fotoğrafçı, seyirci kalma kültürünün bir parçası olursa fotoğraf gücünü yitirir. Çünkü seyirci olmak aynı zamanda kontrol edilebilir olmaktır. “Militan tavır, fotoğrafta sınırsızlığın görüntüde yakalanması imkansızlığını, konuşan (fotoğrafçı ve fotoğrafı okuyan) özneyle tamamlamaktır.”
Peki bu nasıl olacak?
Dünyanın her yerinde iktidarların amaçlarına ulaşmak, kitleleri istedikleri yönde hareket ettirebilmek için en çok kullandıkları araç; imge ve görsel dil, dolayısıyla sanat ve kültür. Ve elbette fotoğraf! Bugünün anlı şanlı kurumsal isimleri ile yaşamımızı istila eden çok uluslu şirketlerin, markaların hiçbiri masum değil. Çoğu ismin bugüne gelmesinde Nazi kamplarındaki tutsakların emek ve kanı var. Yaykın kitabında “sermayenin ne menem bir şey” olduğu konusunda onlarca örnek veriyor. Her bir örnek dünyanın utanç listesinde kirli bir satır olarak yer alıyor. Dolayısıyla fotoğrafçılar da çerçeveledikleri görüntü ve bunu sunuş biçimleri ile taraf oluyorlar: ya iktidarın ya da muhalefetin sesi. Bu durumun farkında olmak çok önemli; bir bakmışsınız üretip paylaştığınız görüntüler sisteme en iyi hizmet eden araçlar oluvermiş. Konuşan bir özne olabilmek sürekli bilgi, emek, deneyim gerektiriyor. Taraf olmak gerekiyor. Bir dert edinmek gerekiyor. Katılımcılık gerektiriyor. Bunlar da yeterli değil; ortaya çıkan fotoğrafların izleyiciyi de görsel konuya müdahil edebilmesi gerekiyor.
“Militan” sözcüğü alışıldık anlamı ile sert çağrışımlar yapıyor, ancak Yaykın’ın kitap boyunca dile getirdiği mesele bu dünyanın bir parçası olarak her birimize düşen sorumluluklar. İnsan olma sorumluluğu. Yaşama seyirci kalmama sorumluluğu.
“Fotoğraf itirazın dilini yakalayamadıkça en çok iktidarın diline yakındır.” diyor Murat Yaykın.
Şule Tüzül – edebiyathaber.net (2 Şubat 2017)