“Size kadınlıkla lanetlenmiş bir varoluş hezeyanı anlatacağım.
Sizi saçlarının ve ayaklarının ucu arasında olup biten
şeylerden ibaret,
doğurmaya mahkum,
çocuklarını kaybetmekle mühürlü,
yalnız, yapayalnız bir kalabalıkta dolaştıracağım.
İçlerine açılan kapıların arkasına saklanmış kadınların
delirerek bedenlerinden dışarı açtıkları pencerelerden
bakacağım.
O pencerelerden tekrar ve tekrar ve tekrar kendimi aşağı atacağım.”
diyerek başlıyor “Deli Kadın Hikayeleri”. Mine Söğüt’ten delirerek ölenlere ithaf edilmiş yirmi bir hikâye. Her hikâyenin başında kadın olmaya dair yukarıdaki gibi dizeler yer alıyor. Kimi az kimi çok acıtan, kimi az kimi çok inciten, kimi az kimi çok dehşete düşüren… Dizeler deli kadınların hikâyelerine kapı açıyor, cesaretiniz varsa buyur ediyor içeri.
Ne de zordur bu coğrafyada kadın olmak. Ne çok şey söylendi, söyleniyor, ne çok şey söylenecek… Yine de dinmedi kadınlığın kederi, çilesi… Kadın olmak sanki bir suç gibi, kadın olmak sanki çekilmesi gereken bir ceza gibi yaşanıyor bu topraklarda… Sadece ve sadece kadın olmanın belirlediği bir yazgıyı, sırf kadınlığından ötürü dayatılan bir yazgıyı yaşamak zorunda olmak… Ölesiye sevilmek ama ölesiye seven adamlar tarafından öldürülmek, töreye kurban edilmek, aşıksa katli vacip olmak…
“Bu şehir öyle bir şehir ki, küçük bir kız üzülür, üzüldüğü anlaşılmaz. Kuşlar cehennem çığlıkları ile ötüşür, duyan olmaz. Bir ağaç acıkır, kimse… hiç kimse umursamaz.”
Evet, kolay okunası hikâyeler değil bunlar. Gazetelerin üçüncü sayfa haberlerinde, şimdilerde TV haberlerinde uyuşturucu niyetine sunulan, “rating” sosu ile bulandırılmış deli kadınların sahne gerisindeki gerçek hikâyeleri gibi okunuyor her biri. Biz o haberlere bile bakamazken, kitabın hikâyelerini okumaya zorlanırken, hiç unutulmaması gereken bir şey var: bir yerde bir kadın, birçok kadın, binlerce kadın, o hikâyeleri bizzat ve de fazlasıyla yaşıyor…
Bir kadın ölüyor, bir kadın soruyor, aşka, düşlere, yaşama izin vermeyenlere, başkalarının hayatlarında söz sahibi olmaya kalkanlara, tüm dünyaya soruyor: “Aşkı hikâye yapan imkansızlık değil midir anneanne?”.
Bu coğrafya kadınları doğurup doğurup yutuyor, sanki yutmak için doğurur gibi…
“Bu şehir yüzyıllardır erkektir ve kadınları sevmeyi bilmez. İşte bu yüzden, bu şehirde ben her gün kendimi defalarca öldürürüm. Bomba olur patlarım; kulesinden, köprüsünden aşağı atlarım. Elimde bir bıçak her yerime saplarım. Tavandaki bütün ipler kendimi asmam için sallanır. Arabalar önlerine atlamam için yol alır. Denizinde, lağımında, çöpünde kimliksiz cesedim. Kimsesizler mezarlığında daracık çukurlara sığar dev cesaretim.”
Kitapta hikâyeler arasında içimize işleyen dizeler kadar içimizi alt üst eden resimlere de yer verilmiş. Bu resimlerdeki sertlik ve dehşet duygusu dizelerde ve hikâyelerde hissedilenden daha az değil. Resimler Mine Söğüt’ün eşi karikatürist ve ressam Bahadır Baruter’e ait.
Yazarın Madam Arthur Bey ve Hayatındaki Her Şey isimli romanını okuyanlar, Deli Kadın Hikâyeleri’nin bir hikayesinde Madam Arthur Bey ile yeniden karşılaşacaklar.
İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti etkinlikleri sırasında yazar-edebiyatçılar İstanbul’un semtlerini kaleme almışlardı. Bu çalışma kapsamında Mine Söğüt’ün de “Dolapdere Kürt Kediler Çingene Kelebekler” isimli bir kitabı yer alıyor. “Deli Kadın Hikâyeleri”nden biri de yazarın Dolapdere kitabının girişinde bulunan Kürt Kediler Çingene Kelebekler isimli hikaye. Bu vesile ile Mine Söğüt okuyucularına ve İstanbul severlere Dolapdere’yi bir de onun kaleminden dinlemeyi tavsiye edebiliriz.
Bu hikâyeler, eğer bu coğrafyada “kadın olmak” nasıl bir dehşetin parçası, karşılaşmaya cesaretiniz varsa, bünyeniz sağlamsa okuyabileceğiniz hikâyeler… Bir röportajında kitaplarını yazarken İstanbul’dan beslendiğini belirten Mine Söğüt “Hayatı yumuşatmak başka bir şey ama hayatın gerçekleri hiçbir coğrafyada yumuşamıyor.” diyor. Mine Söğüt okuyucuları bilirler; O sorular sorduran, kafasına takılan soruları kitaplarında konu edinen, aradığı cevaplara ve bu arayışa okuyucularını ortak eden bir yazar. Kitaptan yaptığım alıntılarla “Deli Kadın Hikâyeleri”nin hangi sorulara cevap aradığını neleri dert ettiğini bir parça hissettirmeye çalıştım. “Deli Kadın Hikâyeleri” benzer soruları ve konuları dert edinen okurlar için.
“Gözleri kapalı bir kedi
Kimsenin bilmediği bir dilde
Kadının doksan dokuz ismi var dedi.”
Şule Tüzül – edebiyathaber.net (21 Ağustos 2014)