İyi editörü tanımlamak zor değil. Ama iyi editörlük yapmak her zaman zordur.
Burada kendimden söz edecek değilim, çoğunun bildiği üzre, ben editör değilim. Kendimi editör yetiştiren/eğiten olarak gördüğümü söyleyebilirim. Şunca yıllık yayıncılık deneyimimde el aldığım ustalardan öğrendiğim şudur: Çoğu meslek gibi editörlük de “alan”da öğrenilir, ama eğer bir ustanız varsa.
Bizde, bugün, sanılır ki; çok okuyorum, üstelik de yazıyorum editör olabilirim.
Editörlük başvurularında dikkatimi çekendir; ya okumayı seven gelir ya da okumak isteyen. Bunu bir meslek olarak görüp gelen, kendisini geliştirip yetiştirmek isteyenlerin sayısı azdır. Hatta hatta editörlüğün ne olmadığını bilen de o kadar azdır ki!
Gelene birtakım sorular yöneltip; nasıl bir okursunuz, meraklı mısınız, matematikle aranız nasıldır, arşiv kütüphane tutkunuz var mı gibisinden sorular yönelttiğinizde; uçuk kaçık birine rast geldik bakışlarına tanık olursunuz.
Kendi payıma editörlüğü yayınevinin katalizörü görürüm. Birikimi/deneyimi, seçiciliğinin güvenilirliğini getirir.
Eğer ki editörlüğü redaktörlük/düzelti gibi uğraşlardan ayıramazsak, doğru bir tanım da getiremeyiz. Ne yazık ki halen editörlük dendiğinde bunlar gelir akla.
Nasıl bir şey editörlük?
Yayıncılarımızın da editörlüğü bir meslek olarak görmeye başlaması çok yenidir.
Editörsüz bir yayınevini köksüz bir ağaca benzetirsem bunu abartı sanmayın. Bir süre sonra her şeyi her biçimde basıp yayınlayan kargo yayıncıya dönüşür; ki, ürünleri bırakın kitabevlerini seçkin marketlerde bile yer bulamaz.
Peki gelelim editörün yazara/çevirmene/kitaba gitmesine.
Yayıncılığın içinde olduğum için birtakım örnekler verebilirim bu konuda.
Geçenlerde bir yayınevi görüşmesindeydim. Kitaplarımın yayınından çok yayınevini anlamak/yayın politikasını dinlemek, neyi nasıl yapmak istediklerini görmek istemiştim önce.
Görüşmeden çıktıktan sonra, ONK Ajans’taki yönetici dostum Meriç’i andım ister istemez. Bir yılı aşkındır masamda bekleyen ajans sözleşmesini imzalamanın zamanının çoktan geçtiğini düşündüm.
Evet, artık bana, iyi bir editör değil, bir ajans gerekiyordu.
Çünkü editörlerimiz ve yayın yönetmenlerimiz de yayın dünyasını, kültürel ortamı, dergileri, sanal yayınları yeterince ne izliyor ne de derdinde bunların. Bekliyorlar ki “yazar” ya da “yazar adayları” kendilerine gelsinler; onlar da kabzımal gibi, sebze halinden ürün seçer gibi “şu olur, bu olmaz, şunun rengi iyi, bu olgun, bu durursa iyi olur, şu ham” gibi edalara bürünsünler!
Ne okur/yazar danışmanları vardır, ne de yazara giden editörleri.
Bugün yayın dünyamızın seyrine bakın, imlediklerimin daha fazlasını gözlerseniz.
Bir yayınevinin işleyişinin değişmez, olmazsa olmaz kuralları vardır. İster butik olun, ister “büyük”. Küresel yayıncılık yapamadığımıza, bunun yerine ha bire kargo yayıncılığa özendiğimize göre, öylesi işleyişlere hiç mi hiç gerek yok.
Bizde yayıncılık çoğunlukla karşılaşmalarla doğup gelişir. Ya bir yazarla ya çevirmenle, ya da birilerinin önerileriyle. Kendisi okuyup seçen, ya da böylesi bir entelektüel birikimle yola çıkarak yayın çizgisi oluşturan kaç yayınevi var?
Metis, Ayrıntı, İletişim, Dost… Bilemediniz bu sayı yirmiyi bulur. Yapı Kredi mi? Hayır! İş Bankası mı? Ne mümkün!
Can mı? Bir oyun bahçesinde mirasyedi gibi yapboz derdinde. Üstelik küresel şirket kisvesine bürünerek yayıncılığın daha iyi yapılabileceğine soyunmuşken; neleri ıskaladıklarını görebilseler.
Evet, asıl mesele işin mutfağının nasıl olacağı, nasıl yönetileceğidir.
İşte burada editörlük kurumu için kimsenin kılını kıpırdatmadığı gibi, ne olduğu da pek bilinmez. Masa başında önüne gelecek yazarı/dosyayı bekleyen bir muamelat memuruna dönüştürülen editörden hayır gelmez. Üstüne üstlük siz de o “cinius” yazarı boşuna beklersiniz.
Yani mesele adınızı kitabın künyesine “editör” olarak yazmak değildir, bunun neleri içerdiğini bilmektir, o kitaba/yazara sizden neyin yansıdığıdır. En basitinden kitabın arka kapak yazısını, yazarın biyografisini özgünce yazamayan birini editör olarak nasıl tanımlayabilirsiniz? Böyle bir sıralama yaparsak eğer, yayınevi editörlerine birer anket düzenlemek gerekir; “sizce editörlük nedir, bunu şu on anket sorusunda yanıtlayın,” diyerek.
Donanımlı editör
Yazara ve kitaba gitmeyen editör ortaya ne çıkarabilir? Kargodan gelenlerle uğraşmaktan başka ne yapabilir sahi?
Yayınevinizi böyle bir anlayışa teslim etmişseniz, ne ona bakışınız değişir, ne öyle donanımlı bir editör tutabilirsiniz yayınevinizde, ne de sabırlı olursunuz böylesi birinin bulunup, çıkarılıp yetiştirilmesine.
Bir de şu günlerde şöyle bir tanım girdi yayın dünyasına: “sahaya indi!”
Sanırsınız bu kargo yayıncılığın piri allameyi cihan pehlivanı. Bence mindere indi deseler yerinde. Siz güreşemediniz ben güreşeceğim şimdi onlarla demese de, tufeylisi, bukalemunu, dalkavuğu çoktur böylelerinin.
Konuyu bir de bu yanıyla, yeni yazarların yapıtlarının yayımlanmasındaki engellerin neleri içerdiğiyle ele almalı…
Feridun Andaç – edebiyathaber.net (26 Aralık 2017)