İnsan hayal ettiği sürece yaşar. Ve yaşama tutunan her insan hayatının her evresinde hayaller kurar. Fakat bir çocukla bir yetişkinin hayalleri arasında büyük farklar vardır. Yetişkinin hayalleri daha çok umutları üzerine kuruluyken, çocukların hayalleri daha uçuk kaçıktır. Sınırları daha geniştir. Onları sınırlayabilecek bir engel de söz konusu değildir.
Hayallerden söz ediyorken hayal gücü üzerine kurulmuş iki kitaptan konuşalım biraz. Miriam Dubini’nin kaleme aldığı “Yazmayı Sevmeyen Çocuğun Hikâyesi” ve “Okumayı Sevmeyen Çocuğun Hikâyesi” bugünkü kitaplarımız. Yapı Kredi Yayınları arasından yayımlanan kitapları Filiz Özdem dilimize çevirmiş ve Francesca Carabelli olabildiğince güzel resimlemiş.
İlk kitap “Yazmayı Sevmeyen Çocuğun Hikâyesi.” Kahramanımız Samuele önündeki boş, beyaz sayfaya bakarak yazı yazmanın dünyadaki en sıkıcı şey olduğunu düşünüyordu. Ona göre kumsalda oyun oynamak, oyunu nasıl oynadığını anlatmaktan daha eğlenceliydi.
Yazı yazmak, kompozisyon yazmak Samuele için çok sıkıcı bir etkinlikti. Ta ki kalemi “Yeter artık! Beni kemirip durmaktan vazgeç” diyene kadar. Sonrasında Jose’nin, Giovanni’nin kalemleri de harekete geçmişti. Kalemlerin hareketlenmesinden sonra da sökün eden eğlencenin içerisinde buluyoruz kendimizi. “Yazmayı Sevmeyen Çocuğun Hikâyesi” önemli ve yaratıcı bir kitap. Yazar, hikâye yazmanın, yeni ve başka başka dünyalar oluşturmanın ne kadar heyecan verici olduğunu, hayal gücünü çalıştırmanın da zor olmadığını anlatmaya çalışmış. Çocuklarla kendi hayal dünyasını örtüştürmüş. Bu kitaptan sonra çocuklar belki “günlük” de tutarlar!
İkinci kitabımız da “Okumayı Sevmeyen Çocuğun Hikâyesi.” Okumayı sevmeyen çocuklar ebeveynlerin kâbusudur aslında. Hangi anne-babaya sorsak çocukların kitap okumasını ister. Kendisi okumasa da ister. Çocuğun elinden tutup herhangi bir kitabevine götürüp belki de saatlerce, sabırla çocuğun kitapları incelemesine, seçmesine olanak vermese de çocuğun kitap okumasını ister. Ne okuduğunu takip etmese de, okuduğu kitabın içeriğini ve niteliğini bilmese de çocuğun kitap okumasını ister. Sadece ister.
Bu kitaptaki kahramanımız Anna da okumayı çok sıkıcı bulan bir çocuk. “Herkes okumanın çok güzel bir şey olduğunu söylüyor ama niye güzel bir şeymiş ben anlamıyorum. Kitap okumak için oturduktan on dakika sonra hareketsiz kaldığım için bacaklarım ağrımaya başlıyor. Yarım saat geçince de esnemekten yüzüm gözüm birbirine giriyor.” İşte bunu söyleyen bir çocuğa kitap okumayı sevdiriyor yazarımız. Nasıl mı? Anna’nın kütüphanede gördüğü “o” kitaptan sonra. Hangi kitap diye sormayın, onu da kitaptan öğrenin lütfen.
“Okumayı Sevmeyen Çocuğun Hikâyesi”, “Yazmayı Sevmeyen Çocuğun Hikâyesi”ne göre daha küçük yaş grubuna hitap ediyor. Okumayı sevmeden yazmayı sevmenin olanaklı olmadığını düşünürsek sıralamanın uygun olduğunu söyleyebiliriz. Bunun yanında hitap ettiği yaş grubunu kucaklayacak şekilde kitapta çeşitli oyunlar da ansızın çocukların karşısına çıkıyor. Bu da kitabı daha eğlenceli hâle getirmiş.
Çok kısa olarak yazardan da söz etmek istiyorum. Henüz genç sayılabilecek bir yaşta Dubini. 1977 Milano doğumlu. Masal anlatımı üzerine bir tezle üniversiteden mezun olmuş. Çocuk tiyatrosu, sinema, sirk, çizgi roman, oyuncaklar ve çocuk kitapları üzerine yoğunlaşmış. Çocuk dünyasına uzak olmadığını kitaplardan da görebiliyoruz zaten. Bir başka ifade ile “dünyası çocuk olan” yazarlardan Dubini.
Bu iki kitaptan sonra sanırım ebeveynlerin ağzından şu sözcükler dökülecektir: “İyi ki kitaplar var!”
Mehmet Özçataloğlu – edebiyathaber.net (8 Mayıs 2015)