Son zamanlarda adıyla en uyumlu roman, Nobel adayı Romen yazar Mircea Cartarescu’nun “Orbitor: Göz Kamaştırıcı”sı oldu.
Festival romanlar, yazarlarının hayal dünyalarındaki şaşaayı uzun cümlelerle okura sunar. Yedi sekiz satırlık cümlelerin her biri, romanın merkezinden bağımsız kendi merkezini yaratan kuvvete sahip olur. Böylece roman merkezinin etrafında pek çok başka merkezlerle birlikte bir girdap alanı yaratılır. Okur zihni, bu girdaplardan kendi beğeni ve edebi bilgisine uygunlarca yutulur. Sonucunda da festival romanı bitirdiğinizde, aklınızda kurgudan birkaç parça ve kimi imgeler kalır. Sorulduğunda başkarakterin olay kronolojisini veremezsiniz ama romanın edebi özünü da ıskalamamışsınızdır.
Romanın amacı, bizi romanın edebi özüne kurgu ve roman iklimini bütünsel olarak değil de kimi parçalarla götürmek olan bu çabanın romanları son dönemin en çok kullanılan modern edebiyat kuramları arasında. Bunlar içinde de en kalitelisini, Orbitor üst başlıklı Cartarescu’nun Göz Kamaştırıcı adlı roman oluşturdu. Nobel Edebiyat Ödülü adayı olduğu vurgusunu yapmanın da tam yeri geldiği Orbitor‘un yazarı Mircea Caartarescu, bu festival romanıyla bize Romanya ve başkenti Bükreş’in hem tarihi, hem mimarisi hem de bunları şekillendiren ve bunlara bağımlı ruh halini anlatıyor.
“Yaklaşık on sene boyunca, kuzeydeki pamuk tarlalarında ve viski buharıyla dolu bodrum katlarda (33’den beri imbikler yasaldı ve gangsterlerin dönemi çöküşteydi) insanlar, tüm şehirde, Albino’nun restoranlardan, genelevlerden ve müstehcen şeyler satan dükkanlardan oluşan ağlarının bağlantı noktalarını takip ederek gittikçe yayılmaya başlayan yeni tarikatın üyeleri olan Bilenler hakkında bir hikaye anlatanlar etrafında çömelerek ve sigara içerek toplanmışlardı.”
Dil ve hikâye bütünü
Orbitor, hemen hemen yapısı buna benzeyen cümlelerden kurulu bir roman. Bu tür cümleleri yazmak için roman mühendisliğinin yanı sıra, roman iklimine her an hâkim olan bir zihnin fazla mesaisi şarttır. Çünkü Cartarescu’nun yarattığı Bükreş ikliminde bu tür cümleler günlük hayatın kullanım diliyle roman dili ve romanın bütününü çevreleyen üst dilin toplamından oluşur. Bu toplam roman dili de, romanın kendi içinde pek çok alana dallanması ve bu dalların romanın ana gövdesini kuvvetlendirmesi kaderine bağlıdır. Nasıl ki Ağır Roman‘da Metin Kaçan, Kasımpaşa’yı anlatmak için sokağın dilini romanın kalıpları içine sokarak hikâye ilerlediği için ona uygun bir dil yarattıysa, Hasan Ali Toptaş’ın Heba adlı romanında da, metin gerektirdiği için değil bir dil oluşturulduğu için ilerleyen bir hikâye söz konusudur. Orbitor‘da ise, hikâye gerektirdiği için oluşturulan dilin ve o dilden başkasıyla anlatılmayacak bir hikâye olduğundan dolayı hem Ağır Roman hem de Heba’daki çabanın birleşiminin olduğu görülüyor. Böylece Orbitor‘da hem hikâyenin roman dilini, hem de roman dilinin hikâyeyi sürüklemesiyle metin devam eder. Birbirini iten bu kuvvetler romanın da kuvvetini arttırıyor.
Kendisi edebiyat eğitimi aldığı ve uzun yıllar öğretmenliğini yaptığını Orbitor‘u basan Ayrıntı Yayınları’nın Mircea Cartarescu’yu tanıtan yazısından öğrendiğimiz Romen usta, pekala çift iç dinamikli roman yazmayı çok iyi beceriyor. Daha önce de Travesti adlı romanını okuduğum Cartarcescu, o romanında da yine cümleleri romanın ana akımından kopmak isteyen kuvvette ve uzunlukta kurulmuş, bir yandan da romanı, yazarın kendi çabasının dışında ayrı bir yere götürmeyi amaçlaya rota eğilimleriyle tasarlanmıştı. Bu özellikler de Cartarcescu’nun roman anlayışının modern romanın yeni dönemine tam uyum sağladığını gösteriyor.
Romanda mimari
Dünya üzerinde modern edebiyat icat olunalı beri, “Gregor Samsa bir sabah bunaltıcı düşlerden uyandığında, kendini yatağında dev bir böceğe dönüşmüş olarak buldu” türünden cümlelerle romana başlanmıyor. Gerçi, Kafka’nın bu girişi romanın özünün ilk cümlede olduğunu aralarında benim de olduğum okuryazarların savunduğu görüşün en önemli çabalarındandır. Eğer Kafka, Samsa’nın böceğe dönüştüğünü başka türlü betimlemeye ilk cümlede girişseydi, muhtemelen bugün Dönüşüm, sıradan bir yapıt olurdu. İlk cümlenin bu kadar özetleyici, sadece ve güçlü olduğu Dönüşüm gibi roman dünyada pek azdır. Ama bu nitelik yine de Orbitor gibi modern romanlarda böyle girişler olmaz anlamını da içermiyor. Orbitor‘un başlangıcı romanın da cansız öznesini oluşturan Bükreş ve onun mimarisine ilişkin, “Karşıdaki apartman inşa edilmeden önce ve her şey iç içe girip soluksuz kalana kadar, Bükreş’i geceler boyunca Ştefon cel Mare Sokağın’ndaki üçlü panaromik penceremden seyrediyordum.” diye başlıyor. Ve siz ilk cümleden, yazarın sizi Bükreş’in panaromik fotoğrafını çekerken binaların yapı malzemesinden, mimarisine, şehrin yer altından dış gözler için kalın perdelerle örtülü ya da tamamen onlar için şeffaflaştırılmış odalarında neler olduğunu öğreneceğinizi anlıyorsunuz. Dediğiniz gibi de oluyor, roman boyunca başkarakter Maria’nın Bükreş’e, Romanya’ya ve hayata dair düşüncelerini, hislerini ve bilhassa da rüyalarını bu düzlemde görüyoruz. Aynı zamanda modern edebiyatın niteliklerinden de Maria’nın işittiği sesi, kustuğu içkiyi ve birlikte olduğu erkeği işin kimyasal ve fiziksel terimlerini tıbbi dille anlatan bölümlerini okuyarak, bazen de matematik formüllerini romanda görerek ilerliyoruz.
Orbitor da, diğer tüm modern romanlar gibi yazdıkları kadar yazmadıklarını da okurun anlamasını isteyen, boşluk doldurtmayı seven bir roman. Fakat bunun da ötesine geçerek, Orbitor, iyi edebiyat bilenlerin daha fazla hoşlanacağı niteliklerini bileyerek keskin bir söz bıçağıyla dikkati ve beğeniyi ortasından bölen gaddarlığın da anıtı aynı zamanda. Tam okumaya ısındığınız bölümü keserek ya da hikâyenin ortasında bir başka bölüme sizi sürükleyerek devamlı romanı bırakmanızı teşvik eden yapısı aslında Orbitor’un kendine özgü kurgulanışının imzası. Bu özelliği de eğer bir gün adı Nobel Edebiyat Komitesi’nce açıklanırsa bizi şaşırtma yorgunu yaptığından bu ödüle şaşmayalım diye Mırcea Cartarescu’nun bir oyunu olsa gerek. Ya da tamamen doğallığının parçası…
Erdinç Akkoyunlu – edebiyathaber.net (15 Aralık 2014)